I-GİRİŞ
Günümüz Türkiye ekonomisin lokomotifi olan inşaat sektörü hacmi giderek artmaktadır. Artan bu iş hacminden kurumların yeterince istifade edebilmesi için güçlü bir sermaye yapısına, rekabet edebilme gücüne ve yeterli teknoloji ve insan kaynağına ihtiyacı bulunmaktadır.
İşte bu imkanları sağlamak için firmaların ekonomik koşullarının iyi olması, alacaklarını zamanında tahsil edebilmesi gereklidir. Mevzuatımızda işletmelerin faaliyetleri sonucu oluşan kurum kazançlarının tespitinde tahakkuk esasını belirlemiştir. Tahakkuk esası mal veya hizmetlerin satışı gerçekleştirildiği zaman gelir kaydedilmesidir. Kurumların bu gelirlerini zamanında zamanında tahsil edememesi veya hiç tahsil edilememesi durumunda V.U.K. 323. Maddesinde Şüpheli Ticari Alacaklar Karşılığı hükmünü düzenlemiştir. Bu düzenleme ile alacağın gelir olarak kaydedildiği dönemde karın oluşması durumunda pasif tarafta karşılık ayrılmak suretiyle alacağı imkansız hale gelen gelir kaydının sıfırlanması imkanı getirilmiştir.
Gerek yurtiçi gerekse yurt dışı alacakların zamanında tahsil edilememesi günümüz piyasa koşullarında çok sık karşılaşılan bir durumdur. Nitekim son yıllarda yurtdışına yapılan mal ve hizmet ihracatlarında alacakların şüpheli hale gelmesi çok sık karşılaşılan bir durumdur. Ekonominin bir gereği kurumların alacaklarını tahsil etmesinde dava ve icra safhasında yer alan dosyalar giderek artmaktadır.
Bu yazımızda ülkemizde faaliyet gösteren firmaların yaşadığı yurt dışı alacakların tahsilinde yaşadıkları sorunları ve bu alacaklarla ilgili şüpheli karşılık ayrılıp ayrılamayacağı konusunda verilen özelge ve danıştay kararları ışığında değerlendirmeler yapılacaktır.
II-YASAL MEVZUAT
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 6 ncı maddesinde; “kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı, safi kurum kazancının tespitinde Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı” belirtilmektedir.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 38 inci maddesinde, “bilanço esasına göre ticari kazancın teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonundaki ve başındaki değerleri arasındaki müspet fark olduğu; bu dönem zarfında sahip veya sahiplerce işletmeye ilave olunan değerlerin bu farktan indirileceği, işletmeden çekilen değerlerin ise farka ilave olunacağı, ticari kazancın bu şekilde tespit edilmesi sırasında, Vergi Usul Kanununun değerlemeye ait hükümleri ile bu Kanunun 40 ve 41 inci maddeleri hükümlerine uyulacağı hükmüne” yer verilmiştir.
Mezkur Kanunun 40 ıncı maddesinde safi kazancın tespit edilmesinde indirilecek giderler sayılmış olup, anılan maddenin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderlerin, (7) numaralı bendinde de Vergi Usul Kanununa göre ayrılan amortismanların gider olarak indirilebileceği hükme bağlanmıştır.
Ticari kazancın tespitinde iki temel ilke geçerli olup, bunlar "dönemsellik" ve "tahakkuk esası" ilkeleridir. Tahakkuk esası ilkesinde, gelir veya giderin miktar ve mahiyet itibariyle kesinleşmiş olması, yani geliri veya gideri doğuran işlemin tekemmül etmesinin yanı sıra, miktarının ve işlemden kaynaklanan alacağın veya borcun ödeme şartlarının da belirlenmiş olması gereklidir. Bu esas dikkate alındığında bir gelir ve gider unsurunun, özel bir düzenleme bulunmadığı sürece, mahiyet ve tutar itibariyle kesinleştiği dönem kazancının tespitinde dikkate alınması gerekmektedir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 322 nci maddesinde, kazai bir hükme veya kanaat verici bir vesikaya göre tahsiline artık imkan kalmayan alacakların değersiz alacak olacağı, değersiz alacakların, bu mahiyete girdikleri tarihte tasarruf değerlerini kaybedecekleri ve mukayyet kıymetleriyle zarara geçirilerek yok edileceği ile işletme hesabı esasına göre defter tutan mükelleflerin bu madde hükmüne giren değersiz alacakları, gider kaydedilmek suretiyle yok edileceği hüküm altına alınmıştır.
Anılan madde uyarınca, kazai bir hükme veya kanaat verici bir vesikaya göre tahsiline artık imkan kalmayan alacaklar değersiz alacak olarak nitelendirilmiştir. Görüldüğü gibi değersiz alacak; kaybedilmiş, tahsiline artık imkan kalmamış, değeri sıfıra inmiş bir alacaktır. Kanuni düzenlemeye göre alacağın tahsil imkanının kalmadığının, kazai bir hükümle veya kanaat verici bir vesika ile tevsik edilmesi icap etmektedir. Kazai bir hükümden anlaşılması gereken, alacağın tahsili için kanun yollarına başvurulmuş olması, icra takibinin yapılmış bulunması, bu müracaatlar ve takipler sonunda, alacağın ödenmeyeceğine hakim tarafından hükmedilmiş olması; kanaat verici vesika teriminden ise ödemeyi imkansız hale getirmiş hal ve sebepler sonucu ortaya çıkmış belgeler anlaşılmalıdır. Alacağın tahsil güçlüğünün objektif ve inandırıcı belgelerle ortaya konması değersiz alacak uygulaması bakımından büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde alacakların tahsilinin mümkün olmadığının takdiri mükellefe bırakılmış olur. Böyle bir boşluk bırakmamak amacıyla kanun koyucu değersiz hale geldiği ileri sürülen alacağın ciddi olarak takip edildiğine ilişkin çabaların kazai bir hüküm veya kanaat verici bir vesika ile tevsikini öngörmüştür.
Vergi hukuku uygulaması bakımından kanaat verici vesikalara örnek olarak aşağıdaki belgeler sayılabilir.
- Borçlunun herhangi bir mal varlığı bırakmadan ölümü veya Medeni Kanunun 31 ve izleyen maddelerine göre mahkemelerce borçlu hakkında verilen gaiplik kararı ve mirasçılarında mirası reddettiklerine dair sulh hukuk mahkemelerince verilmiş bulunan mirası red kararı,
- Borçlu aleyhine alacaklı tarafından açılan davayı borçlunun kazandığına dair mahkeme kararı,
- Mahkeme huzurunda alacaktan vazgeçildiğine ilişkin olarak düzenlenmiş belgeler,
- Alacaktan vazgeçildiğine dair konkordato anlaşması,
- Borçlunun dolandırıcılıktan mahkûm olması ve herhangi bir malvarlığı bulunmadığını belgeleyen resmi evrak,
- Borçlunun adresinin saptanamaması nedeniyle icra takibat dosyasının kaldırıldığını ve yasal süresi içerisinde yenileme talebinde de bulunulmadığını gösteren icra memurluğu yazısı,
- Gerek doğuşu gerekse vazgeçilmesi bakımından belli ve inandırıcı sebepleri olmak şartıyla alacaktan vazgeçildiğini gösteren anlaşmalar, (Alacaklının tek taraflı irade beyanı ile alınmasından vazgeçilen alacakların, değersiz alacak olarak zarar kaydı mümkün değildir.)
- Ticaret mahkemesince borçlu hakkında verilmiş ve ilgili masa tarafından tasfiyeye tabi tutulmuş bulunan iflas kararına ilişkin belgeler.
Anılan Kanunun 323 üncü maddesinde;
"Ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla;
1. Dava veya icra safhasında bulunan alacaklar;
2. Yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar;
şüpheli alacak sayılmaktadır.
Yukarıda yazılı şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabilmektedir.
Bu karşılığın hangi alacaklara ait olduğu karşılık hesabında gösterilir. Teminatlı alacaklarda bu karşılık teminattan geri kalan miktara inhisar etmektedir.
Şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikleri dönemde kar zarar hesabına intikal ettirilir."hükmü yer almaktadır.
Bu hükme göre, ticari kazancın elde edilmesi veya idame ettirilmesi ile ilgili olarak dava veya icra safhasında bulunan alacaklarla, yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş olan dava ve icra takibine değmeyecek derecedeki küçük alacaklar şüpheli alacak sayıldığından yukarıda belirtilen şartları taşıyan alacaklar için karşılık ayrılması mümkün bulunmakta olup, bu şartlardan herhangi birisinin mevcut olmaması halinde ise şüpheli alacak kaydına imkan bulunmamaktadır. Alacağın yurt içinden veya yurt dışından olması bir önem taşımadığından yurt dışından olan alacaklar için de bu madde hükümleri geçerlidir.
Şüpheli alacak karşılığı ayrılmasında temel unsur, ortada bir alacağın söz konusu olması ve bu alacağın tahsilinin şüpheli hale gelmiş bulunmasıdır. Kanunun 323 üncü maddesinde bir ayrım yapılmaksızın ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla dava ve icra safhasında bulunan bütün alacaklar için karşılık ayrılabileceği hüküm altına alınmıştır.
Şüpheli alacaklara karşılık ayırmak için mahkemeye dava, icra müdürlüğüne takip için dilekçe verilmiş olması alacağın dava veya icra safhasında olduğunu göstermekle beraber bu başvuruların takibi gerekmektedir. Dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklara karşılık ayrılabilmesi için borçlunun noter vasıtasıyla protesto edilmesi veya borcun (3. kişilere ispat açısından kanaat verici belge olacak şekilde) bir yazı ile istenmesi ve protestonun ya da yazının muhatabına ulaşmış olması gerekmektedir. Dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacakların tespiti açısından dava edilecek alacak için avukatlık ücreti, yargı harcı, notere yapılacak ödemeler ile posta giderleri toplamı dikkate alınarak tahmini bir dava maliyeti bulunacak ve bu tutar alacakla kıyaslanacaktır. Tahmini dava maliyetinin alacaktan daha büyük olması halinde, mahkemeye başvurulmadan protesto veya yazı ile bir defadan fazla istenerek tahsil edilemeyen alacak için karşılık ayrılması mümkün olabilecektir.
Dolayısıyla, mahkemeye dava veya icra merciine takip dilekçesinin verilmiş olması, alacağın dava veya icra safhasına intikal ettiğini gösterir. Ancak şekli bir başvuru alacağın şüpheli sayılması için yeterli değildir. Bir alacağın dava veya icra safhasında olduğunun kabulü için mahkemeye dava veya icra merciine takip için dilekçe verilmiş olması, ancak gerek mahkemeye gerek icra merciine yapılan başvuruların ciddiyetle takip edilmesi gerekmektedir.
III-YURT DIŞI ALACAKLARI İLE İLGİLİ ÖZELLİKLİ DURUMLAR
A-YURT DIŞINDAN TAHSİL EDİLEMEYEN ALACAĞA KARŞILIK AYRILIP AYRILMAYACAĞI
Mevzuatımızda yurt dışından olan alacaklara karşı karşılık ayrılıp ayrılmayacağı konusunda özel hükümler yer almaktadır.
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanun’un “Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk” başlıklı 24’üncü maddesi uyarınca;
* Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tabidir. Sözleşme hükümlerinden veya halin şartlarından tereddüde (duraksamaya) yer vermeyecek biçimde anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir.
* Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına veya bir kısmına uygulanabileceğini kararlaştırabilirler.
* Hukuk seçimi taraflarca her zaman yapılabilir veya değiştirilebilir. Sözleşmenin kurulmasından sonraki hukuk seçimi, üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak kaydıyla geriye etkili olarak geçerlidir.
* Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları halinde sözleşmeden doğan ilişkiye o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır. Geçerli hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasında mutad meskeni hukuku, ticari veya mesleki faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak halin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması halinde sözleşme bu hukuka tabidir.
Karakteristik edim borçlusu teriminden anlaşılması gereken mal ve\veya hizmet tesliminde bulunmayı taahhüt eden kişi, kurum veya kuruluştur.
Diğer yandan Türk Borçlar Kanunu’nun 89’uncu maddesi borcun ifa yerini belirlemiş bulunmaktadır. Buna göre, “Borcun ifa yeri, tarafların açık veya örtülü iradelerine göre belirlenir.” Aksine bir anlaşma yoksa “Para borçları, alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yeri”nde ödenir.(1)
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 10. maddesinde hükme bağlandığı üzere, sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilmektedir. Böyle bir durumda ancak aşağıdaki hallerde davaya bakacak mahkemenin tayini için yargı yeri belirlenmesi yoluna başvurulabilmektedir (HUMK Md. 21).
a) Davaya bakmakla görevli ve yetkili mahkemenin davaya bakmasına herhangi bir engel çıkarsa,
b) İki mahkeme arasında yargı çevrelerinin sınırlarının belirlenmesi konusunda bir tereddüt ortaya çıkarsa,
c) İki mahkeme de görevsizlik kararı verir ve bu kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşirse,
d) Kesin yetki hâllerinde, iki mahkeme de yetkisizlik kararı verir ve bu kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşirse, yargı yerinin belirlenmesi gerekecektir([5]).
İcra-İflas Kanunu’nun 50. maddesi yetki konusunda Hukuk Muhakeme Kanunu’na yollama yaparak para borçlarının icra takibinde Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 6. maddesine göre borçlu ikametgahı, 10. maddesine göre “akdin vuku bulunduğu yer” ve 21. maddesine göre de “Borçlunun mal varlığının bulunduğu yer” icra dairelerinin yetkili olduğu ifade edilmiştir.
Tüm bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanunu’nun 24. maddesi “Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde tarafların açık olarak seçtikleri hukuka” tabi olacakları hususu hükme bağlanmış olup, eğer taraflar da herhangi bir seçim yapmamışlarsa bu takdirde edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutat meskeni hukuku geçerli olacağı belirlenmiştir.(2)
Konu ile ilgili vergi idaresinin vermiş olduğu özelgede;
“Yurt dışından olan alacaklarınız için iş yaptığınız firmanın mukim olduğu ülkenin mahkemelerinde dava açılması veya ilgili ülkenin icra mevzuatı uyarınca icra takibine başlanılması halinde alacağın Vergi Usul Kanununun 323 üncü maddesine göre şüpheli hale geldiği kabul edilebilecek olup söz konusu takiplere başlanıldığı hesap döneminde karşılık ayrılması mümkün bulunmaktadır.
Söz konusu alacağın değersiz alacak olarak dikkate alınabilmesi için ise, ilgili ülke yasalarına uygun olarak takip edilmesi neticesinde alacağınızın tahsiline imkan kalmadığı hususunun yine bu ülke mevzuatına göre tevsiki gerekmektedir. Aksi halde bu alacağın değersiz alacak olarak hesaplarınıza intikal ettirilmesi ve zarar olarak kayıtlarınıza alınmasına imkan bulunmamaktadır.
Ayrıca, alacağın değersiz hale geldiği yıl hesaplarına zarar olarak yazılması gerekmekte olup, ilgili olduğu yılda zarar yazılmayan alacağın sonraki yıllarda dikkate alınması da mümkün değildir.” açıklaması yer almıştır.(3)
Başka bir verilmiş özelgede;
“Yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde, yurt dışından olan alacaklar için iş yapılan firmanın mukim olduğu ülkenin mahkemelerinde dava açılması veya ilgili ülkenin icra mevzuatı uyarınca icra takibine başlanılması halinde alacağın Vergi Usul Kanununun 323 üncü maddesine göre şüpheli hale geldiği kabul edilecektir.” (4)
Ancak vergi idaresinin vermiş olduğu özelge aksine Danıştay 4.Dairesi’nin vermiş olduğu kararda;
“İncelenen dosyada, uyuşmazlık konusu borcun para borcu olması nedeniyle Borçlar Kanunu’nun 73. maddesi uyarınca aksine sözleşme olmaması halinde para borcunun ifa yeri alacaklı ikametgahı olarak belirlenmesi karşısında, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 10. maddesi ve İcra ve İflas Kanunu’nun 50. maddesi gereğince para borcunun ifa yeri olan alacaklı ikametgahındaki icra dairesinin de yetkili icra dairesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, davacının ikametgahı İstanbul olduğundan İstanbul İcra Daireleri de uyuşmazlık konusu alacağı takibe yetkilidir.
Bu durumda, ticari kazancın elde edilmesi ile ilgili olan ve yetkili icra dairesince takip edildiği anlaşılan alacağın davacı tarafından şüpheli alacak olarak ayrılmasında ve hasılattan düşülmesinde yasaya aykırılık yoktur. Bu itibarla, davacı adına yapılan tarhiyatta ve tarhiyata karşı açılan davayı reddeden Mahkeme kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.” kararı verilmiştir.(5)
Vergi idaresinin görüşü aksine Danıştay kararında da görüleceği üzere yurt dışındaki mukim bir firmadan olan alacak için yurt dışında dava açılması veya ilgili ülkenin icra mevzuatı uyarınca icra takibine başlanılması hali olmadan, yurt içinde icra takibi başlatılması durumunda şüpheli alacak karşılığı ayrılabilecektir.
B-YURTDIŞI İSTİSNA KAPSAMINDAKİ İNŞAAT İŞİ ALACAĞIN ŞÜPHELİ HALE GELMESİ
Kurumlar Vergisi Kanununun "İstisnalar" başlıklı 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde, yurtdışında yapılan inşaat, onarım, montaj işleri ile teknik hizmetlerden sağlanarak Türkiye'de genel sonuç hesaplarına intikal ettirilen kazançların kurumlar vergisinden müstesna olduğu hükme bağlanmıştır. Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre de iştirak hisseleri alımıyla ilgili finansman giderleri hariç olmak üzere, kurumların kurumlar vergisinden istisna edilen kazançlarına ilişkin giderlerinin veya istisna kapsamındaki faaliyetlerinden doğan zararlarının, istisna dışı kurum kazancından indirilmesi kabul edilmemiştir.
Aynı Kanunun, 9 uncu maddesinin birinci fıkrasında kurumlar vergisi matrahının tespitinde, kurumlar vergisi beyannamesinde her yıla ilişkin tutarların ayrı ayrı gösterilmek şartıyla hangi tür zararların indirim konusu yapılacağı hüküm altına alınmış olup, aynı fıkrasının (b) bendinde de Türkiye'de kurumlar vergisinden istisna edilen kazançlarla ilgili olanlar hariç olmak üzere, beş yıldan fazla nakledilmemek şartıyla yurt dışı faaliyetlerden doğan zararların da indirim konusu yapılabileceği hükme bağlanmıştır.
1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinin "9.3. Yurt dışı zararların mahsubu" başlıklı bölümünde
"Kurumların yurt dışı faaliyetlerinden zarar doğması halinde, maddede belirtilen koşullar dahilinde yurt dışı zararların kurum kazancından indirilebilmesi mümkün bulunmaktadır. Ancak, kazançları Türkiye'de kurumlar vergisinden istisna edilen faaliyetlere ilişkin yurt dışı zararların mahsup imkanı yoktur.
Buna göre, yurt dışı inşaat ve onarım işlerinden elde edilen kazançlar Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (h) bendine göre Türkiye'de kurumlar vergisinden istisna edilmiş olduğundan, bu faaliyetlerden zarar doğması halinde, bu zararlar diğer faaliyetlerden elde edilen kazançlardan indirim konusu yapılamaz."açıklamalarına yer verilmiştir.
Konu ile ilgili vergi idaresi tarafından verilen özelgede;
“Bu hüküm ve açıklamalara göre,
- Şirketinizin yurt dışında yaptığı inşaat işi dolayısıyla elde ettiği kazanç Türkiye'de kurumlar vergisinden istisna edildiğinden; söz konusu işe ilişkin alacakların tahsil edilemeyen kısmına ilişkin ayrılabilecek şüpheli alacak karşılığının istisna dışı kurum kazancından indirilmesi mümkün değildir.
- Yurt dışı inşaat işiyle ilgili olarak doğan dövize bağlı alacağın dönem sonlarında değerlenmesinden doğan kur farklarının ise kambiyo kârı olarak dikkate alınarak kurum kazancına eklenmek suretiyle vergilendirilmiş olması ve diğer yasal koşulların bulunması halinde, söz konusu değerleme farkları için ilgili dönemlerde şüpheli alacak karşılığı ayrılması ve safi kurum kazancının tespitinde gider olarak indirilmesi mümkündür.
- Söz konusu alacağın tahsil edilmesi halinde ise, şüpheli alacak karşılığı ayrılarak kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınan değerleme farklarının kurum kazancına dahil edilmesi gerektiği ve kurum kazancına dahil edilecek tutarın istisnaya konu edilemeyeceği tabiidir.”açıklamalarına yer verilmiştir.(6)
IV-SONUÇ
Yurtdışı alacak konusunda uygulamada şüpheli hale gelmiş alacaklar için tereddütler yaşanmaktadır. Şüpheli hale gelmiş alacaklar için karşılık ayrılıp giderleştirilmesi konusunda, vergi idaresi ve Danıştay’ın vermiş olduğu kararlarda görüş ayrılığı yaşanmaktadır.
“Konuyu özel hukuk ve vergi hukuku açısından ayrı ayrı ele alıp değerlendirecek olursak; Özel hukuk açısından yurt içinde açılacak icra takibi mümkün iken vergi hukuku açısından “yurt içinde” açılacak icra takibi ve buna istinaden yapılan yurt dışı alacağın giderleştirilmesi işlemi kurumlar vergisi açısından vergi ziyaı cezası riski taşımaktadır.
Danıştay’ın kararı uygulanmak suretiyle yurt içinde dava açılarak veya icra takibi başlatılarak şüpheli ticari alacak karşılığı ayrılması durumunda ileride olası bir vergi incelemesinde şüpheli ticari alacak karşılığı ayrılmaması yönünde bir tenkit söz konusu olabilecektir. Bu nedenle icra takibinin yurt içinde açılması yönünde verilecek bir kararda Maliye İdaresinin buna olumsuz baktığı hususunun da göz önüne alınması gerektiğini önemle hatırlatırız.”(7)
Şüpheli hale gelmiş alacaklar için karşılık ayrılıp ayrılmaması konusunda vergi idaresi ve Danıştay kararlarının örtüşmesi konusunda yasal mevzuat hazırlanması bu konuda yaşanan tereddütleri ortadan kaldıracaktır.
[1] SEVİĞ, Veysi “Yurt dışındaki Alacaklar İçin Karşılık Ayırma”Çevrimiçi: muhasebevergi.com/content.aspx?id=1013. Erişim Tarihi: 01.10.2015.
[2] EREN, Metin, Yurt Dışından Olan Alacaklar İçin Şüpheli Karşılık Ayrılabilir mi ?, 2015, E-Yaklaşım, Aralık 2012, Sayı:240
[3] Antalya Vergi Dairesi Başkanlığı 28.04.2014 tarih ve 77058783-105-110 sayılı Özelgesi
[4] İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı 21.06.2012 tarih ve B.07.1.GİB.4.34.19.02-105[323-2012/VUK-1-]-1942 sayılı Özelgesi
[5] Dn. 4. D.’nin, 27.05.2010 tarih ve E:2008/399, K:2010/3271 sayılı kararı.
[6] Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı 23.03.2015 tarih ve 27575268-105[323-2013-9481]-310 sayılı Özelgesi
[7] ATEŞ, Koray, Yurt Dışı Alacaklara Şüpheli Karşılık Ayrılmasının Şartları, https://www.muhasebetr.com/sorucevap/haber_oku.php?haber_id=1435. Erişim Tarihi: 01.10.2015.
[8] KORHAN, Gökhan, Şüpheli Ticari Alacaklar Karşılığı Uygulamasında Özellikli Durumlar, https://www.muhasebetr.com/yazarlarimiz/gokhankorhan/003/, Erişim Tarihi: 01.10.2015.
09.10.2015
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.