Sermaye, şirketlerin “olmazsa olmaz” en önemli temel unsurudur. Genellikle müteşebbis iş adamlarımız kuruluş aşamasında ihtiyatlılık veya yetersizlikten asgari sermayeler ile şirket kurmayı benimsiyorlar. Daha sonrasında şirketin sermaye ihtiyacı olsa da bu durum pek çok sebepten şirketler için kalıcı hale geliyor ve asgari sermaye ile idare edilmeye çalışılıyor.
İhtiyaç duyulan sermaye ya kredi kullanılarak ya da şirket ortağının borç vermesi ile tamamlanmaya çalışılıyor.
Bu yazıda Türkiye’deki anonim ve limited şirketlerde sermayeye kaybı , borca batıklık halleri ile şirket sermaye ve özsermayelerinin ticaret kanunu ve kurumlar vergisi kapsamında neden önemli olduğunu anlatmaya çalışacağız.
A ) Türk Ticaret Kanunu “TTK” yönünden ;
Şirketler açısından Sermaye kaybı ve borca batıklık durumları Ticaret Kanunumuzda düzenlenmiş olup, şirket ortakları, yönetici ve idarecilerine ciddi sorumluluklar getirmiştir.
Ticaret Kanunu’nun anonim şirketlerle ilgili olan 376 ncı maddesinde son yıllık bilançoda yer alan sermaye ve kanuni yedek akçeler toplamları üzerinden belirlenmiş olan asgari bazı nispetler, pay sahiplerinin, alacaklıların, sermaye piyasası aktörlerinin yatırımlarını ve genel ekonomik menfaatleri korumayı amaçlamaktadır.
Bu madde de üç kritere yer verilmiştir. Bu kriterlerden birincisi sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının “yarısının” zararlar sonucu karşılıksız kalması, ikincisi yine zararlar sebebiyle sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının “üçte ikisinin” karşılıksız kalması , üçüncüsü de şirketin “borca batık” olması durumunda uygulanacak kuralları göstermektedir.
Ticaret Kanunu’nun Limited şirketlerle ilgili 633 ncü maddesinde de “Esas sermayenin kaybı ya da borca batık olma hallerinde anonim şirketlere ilişkin ilgili hükümler kıyas yoluyla uygulanır.” denilerek sermaye kaybı ve borca batıklık ile ilgili bildirim yükümlülüğünün Limited şirketler içinde 376 ncı madde kapsamında olacağı izah edilmiştir.
İlgili 376 ncı maddenin birinci fıkra gerekçesinde; “Son yıllık bilançodan sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının zararlar sonucu karşılıksız kaldığının, yani yitirilmiş bulunduğunun anlaşılması halinde, yönetim kurulu, genel kurulu hemen toplantıya çağırmaya ve uygun gördüğü gerekli önlemleri kurula sunmak zorundadır. Bu önlemler, sermaye artırımı, bazı üretim birimlerinin veya bölümlerin kapatılması ya da küçültülmesi, iştiraklerin satışı, pazarlama sisteminin değiştirilmesi vs. olabilmektedir.
Yönetim kurulunun, genel kurulu hemen toplantıya çağırması, şirketin finansal yönden kötü durumda bulunduğunu bütün açıklığıyla kurula anlatması, hatta bu konuda bir rapor vermesi, zararların sebeplerini (kaynaklarını) göstermesi ve tedavi çareleri önermesi gerekir, aksi halde yönetim kurulu sorumlu olur. Birinci fıkraya göre durum son yıllık bilançoya göre belirlenir. Söz konusu açık, bir ara bilançodan anlaşılmış veya 378 inci madde uyarınca tehlikelerin erken teşhisi komitesinin vereceği raporlarda belirtilmişse, yönetim kurulu son yıllık bilançoyu beklememelidir. Kaybın varlığı birinci fıkranın işlemesi için yeterlidir. 378 inci maddeye göre erken teşhis ile görevli olanlar da durumu tespit edince yönetim kurulunu bilgilendirmelidir. Ancak, söz konusu kişi ve komitelerin sadece ikaz borçları vardır. Genel kurulu toplantıya çağırmak yönetim kurulunun görevidir.” denilerek yönetim kurulunun sorumluluğu açık ve net bir şekilde ortaya konulmuştur.
İkinci fıkra gerekçesinde ; “ Son yıllık bilançodan, zararlar sebebiyle sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin karşılıksız kaldığı anlaşıldığı takdirde, yönetim kurulunun çağrısı üzerine genel kurul iki karardan birini alabilir, (1) sermayenin üçte biri ile yetinme, yani sermayenin azaltılıp zararın bünye dışına atılması; (2) tamamlama. Bu iki karardan birini almamışsa anonim şirket sona erer.”
Burada üçte ikilik sınır en alt sınır yani sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin zararlar sebebi ile kayba uğramasına rağmen genel kurul üçte biri ile yetinme ya da sermayenin tamamlanması yönünde karar almaz ise şirket münfesih hale geliyor. Yine burada da yönetim kurulunun sorumluluğu açık ve nettir.
Üçüncü fıkra gerekçesi ise: “Şirketin borca batık olması durumunda uygulanacak kuralları göstermektedir. (Borca batık olma) kavramı, şirket aktifleri -yıllık bilançoda olduğu gibi defter (iktisap) değerleriyle değil – fakat gerçek (olası satış değerleri) değerleriyle değerlemeye tabi tutulsalar bile alacaklıların, alacaklarını alamamaları, yani şirketin borç ve taahhütlerini karşılayamaması demektir.” şeklinde izah edilmiştir.
Şirketin borca batık durumda bulunduğu şüphesini uyandıran işaretler varsa, yönetim kurulu, aktiflerin hem işletmenin devamlılığı esasına göre hem de muhtemel satış fiyatları üzerinden bir ara bilanço çıkartır. Bu bilançodan aktiflerin, şirket alacaklılarının alacaklarını karşılamaya yetmediğinin anlaşılması halinde, yönetim kurulu, bu durumu şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesine bildirir ye şirketin iflasını ister. Sermaye kaybı ve borca batıklık genel olarak bir fesih sebebi olmakla birlikte burada kanun istisnai bir düzenleme getirerek borca batık durumu ortadan kaldıracak ve açığı kapatacak tutardaki şirket borçlarının alacaklıları tarafından yani kredi verenler, satıcı veya tedarikçiler vb. tarafından , bu alacaklarının sırasının , diğer tüm alacaklıların sırasından sonraya konulmasını yazılı olarak kabul etmeleri ve bu durumun iflas isteminin bildirileceği mahkemece atanan bilir kişi tarafından teyit edilerek doğrulanması durumunda yönetim kurulunca mahkemeye bilirkişi incelemesi için yapılmış başvurunun iflas bildirimi olarak kabul görmeyeceği belirtilmiştir.
Görüldüğü üzere sermaye kaybı ve borca batıklık durumlarında şirket yönetim kurulu ve yöneticilerinin çok ciddi sorumlukları bulunmaktadır. Bu durum anlaşıldığı anda yönetim kurulu vakit kaybetmeksizin müdahale etmek zorundadır. Bu sorumluluklarının yerine getirilmemesi halinde zarara uğrayan alacaklıların yönetim kurulundan bu zararı talep etmeleri ihtimal dahilindedir.
B ) Kurumlar Vergisi “KV” yönünden ;
Vergi kanunlarımızda sermayenin de içinde yer aldığı “özsermaye” kavramı Vergi Usul Kanununun 192 nci maddesinde tanımlanmış olup, Kurumlar Vergisi Kanununun 12 nci maddesinde de “Örtülü Sermaye” nin ne olduğu , ilişkili kişi veya kurumlardan yapılan borçlanmaların hangi kapsamda örtülü sermaye sayılacağı , bu borçlanmaların örtülü sermaye sayılması durumunda vergisel açıdan hangi menfi durumlarla karşılaşılacağı izah edilmiştir.
Kurumların, ortaklarından veya ortaklarla ilişkili olan kişilerden doğrudan veya dolaylı olarak temin ederek işletmede kullandıkları her türlü borcu, hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, ilgili hesap dönemi için örtülü sermaye sayılacaktır.
İşletmede kullanılan borçların örtülü sermaye sayılabilmesi için;
· Doğrudan veya dolaylı olarak ortak veya ortakla ilişkili kişiden temin edilmesi,
· İşletmede kullanılması,
· Bu şekilde kullanılan borcun hesap dönemi içinde herhangi bir tarihte kurumun öz sermayesinin üç katını aşması
gerekmektedir.
İlişkili kişi kimdir kısmına bu yazıda girmiyoruz. Çünkü sırf bu konu için ayrı bir makale yazılabilir. Kısaca ortaklar veya ortaklarla belirli koşullar ( ilişkili sayılan kişi ve kurumlarda, en az %10 oranında sermaye, oy ya da kâr payı hakkına sahip olma, akrabalık, şirket iştiraki , ortaklık , açık veya gizli yönetim hakkı vb. ) altında ilişkili sayılan gerçek kişi veya kurumlar genel olarak ilişkili kişi sayılmıştır.
Öz sermaye kavramı; şirketin , Vergi Usul Kanunu uyarınca tespit edilmiş olan hesap dönemi başındaki öz sermayesini ifade etmektedir. Vergi Usul Kanununun 192 nci maddesi uyarınca öz sermaye, aktif (mevcutlar ile alacaklar) toplamı ile borçlar arasındaki farktır. Yeni kurulan kurumlar bakımından kuruluş tarihinde anılan Kanuna göre tespit edilen öz sermaye tutarı, hesap dönemi başındaki öz sermaye olarak dikkate alınacaktır.
Buna göre, kurumların yapmış oldukları borçlanmaların örtülü sermaye olup olmadığı yönündeki tespit, hesap dönemi başındaki bilançoda yer alan öz sermaye ile kıyaslanmak suretiyle yapılacaktır.
Örtülü sermaye kapsamına giren bir borçlanma olması durumunda ne olacaktır. Yasal mevzuat bu kapsama giren ilişkili kişilerden yapılan borçlanmalar için hesaplanan faiz gideri, kur farkı ve benzeri giderlerin kurumlar vergisi yönünden gider kabul edilmemesini düzenlemiştir.
Örtülü sermaye uygulamasında temin edilen borcun tamamının değil, sadece öz sermayenin üç katını aşan kısmının örtülü sermaye sayılması ve bu kısma ilişkin faiz, kur farkı ve benzeri giderlerin, Kurumlar Vergisi Kanunu uygulamasında gider kabul edilmemesi hüküm altına alınmıştır.
Mevzuat gereği ortakların işletmeye kullandırdığı borçların kurumun öz sermayesinin üç katını aşan kısmı, diğer şartların da gerçekleşmesi halinde örtülü sermaye olarak değerlendirilmiştir. Bu karşılaştırma sırasında; ortak veya ortakla ilişkili kişi olmakla birlikte ana faaliyet konusuna uygun olarak faaliyette bulunan banka veya benzeri kredi kurumlarından yapılan borçlanmalar %50 oranında dikkate alınacaktır. Yani şirket ortaklarının veya ilişkili kişilerin ortağı bulunduğu banka veya benzeri kredi kurumlarından yapılan mevzuata uygun borçlanmalarda borç tutarında özsermayenin üç katı yerine altı katını aşan kısmı örtülü sermaye olarak dikkate alınacaktır.
Görüldüğü üzere şirketlerin sermayelerinin dolayısıyla öz sermayenin güçlü olması vergisel anlamda da avantajlar sağlayarak ilişkili kişilerden yapmış oldukları borçlanmalar üzerinden oluşan faiz gideri, kur farkı ve benzeri giderlerini kurumlar vergisi yönünden gider olarak dikkate alınmasını sağlayacaktır.
Ayrıca 1 Temmuz 2015 tarihinden itibaren yürürlüğe giren Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10 ncu maddesi (ı) bendine göre ; finans, bankacılık ve sigortacılık sektörlerinde faaliyet gösteren kurumlar ile kamu iktisadi teşebbüsleri hariç olmak üzere sermaye şirketlerinin ilgili hesap dönemi içinde, ticaret siciline tescil edilmiş olan ödenmiş veya çıkarılmış sermaye tutarlarındaki nakdi sermaye artışları veya yeni kurulan sermaye şirketlerinde ödenmiş sermayenin nakit olarak karşılanan kısmı üzerinden Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından indirimden yararlanılan yıl için en son açıklanan "Bankalarca açılan TL cinsinden ticari kredilere uygulanan ağırlıklı yıllık ortalama faiz oranı" dikkate alınarak, ilgili hesap döneminin sonuna kadar hesaplanan tutarın %50'si kurum kazancından indirim yapılacaktır. Yani nakit sermaye artışları şirketler için kurumlar vergisi yönünden ayrıca bir avantaj daha sağlamaktadır.
C ) Sonuç ;
Hem ticaret kanunu hem de kurumlar vergisi kanunu açısından izah etmeye çalıştığımız sermaye ve özsermayenin önemi ortadır. Sermayesi, dolayısıyla özsermayesi kuvvetli olan şirketlerin yönetim kurulları ve yöneticileri Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre sermaye kaybı ve borca batıklık halleriyle karşılaşmayacakları için sorumluluk açısından daha huzurlu olacaklardır. Ayrıca nakit sermaye artışı ve özsermayenin güçlendirilmesi kurumlar vergisi açısından da şirketlere vergi indirimi şeklinde avantaj sağlamaktadır. Bu çerçevede önerimiz tüm şirket yönetim kurulu ve idarecilerinin hesap dönemi kapanmadan önce sermaye kaybı, borca batıklık ve örtülü sermaye durumlarını bir kez daha gözden geçirerek durumu değerlendirmeleri ve gerek görülmesi halinde sermaye artırımını bir an evvel yapmalarıdır.
Kaynaklar
- Türk Ticaret Kanunu
- Kurumlar Vergisi Kanunu
- Vergi Usul Kanunu
29.12.2016
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.