ÖZ
Türkiye ekonomisi 1990’lı yıllarda kriz- krizden çıkış- kriz sarmalının içinde kalmış, söz konusu sarmaldan çıkmak için IMF’nin mali ve fikri desteğini alarak istikrar programları uygulanmaya çalışılmış ve ancak uygulanan programlar kısa sürede başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Programlarda yer alan hedefler ulaşılması durumunda ekonomiyi istikrara kavuşturacak hedefler olmasına rağmen, hedeflere ulaşmada seçilen yöntem ve teşhisler doğru olmadığı için ilgili programlar hüsranla uygulama dışı kalmıştır. Çünkü Türkiye ekonomisinin çözüm bekleyen sorunları ekonominin çalışma biçiminden kaynaklanan sorunlar olduğundan geçici çözümler içeren programlar başarı noktasında zayıf kalmıştır.
Bu çalışmada 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri üzerinde durulmuş; öncesi, sonrası ve krizlerin neden-sonuç ilişkisi konusunda açıklamalar yapılmış ve eleştiriler getirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: IMF, Ekonomik Kriz, Yapısal Sorun, Döviz Çıpası, İthalat, Cari Açık, Tasarruf, Enflasyon.
1.GİRİŞ:
Türkiye’de 1990-2001 yılları arasında yaşanan krizlerin temelinde finansal gerekçeler olduğu kabul edilse de; özünde krizlerin temelinde daha çok yapısal sorunların olduğunun kabul edilmesi daha gerçekçi olacaktır.
Söz konusu yapısal sorunlara göz attığımızda şu gerçekleri ifade etmek gerekmektedir. Türkiye’de hane halkı ve üretici kesiminin tasarruf eğilimi ve tasarruf olanaklarının düşük olması sürekli dış finansman yani dış tasarruflara ihtiyaç duyulmasına sebep olmuştur. Dış tasarruflarında Türkiye’ye gelmesi için bazı şartlar oluşturulmuş ve söz konusu şartlar bazı maliyetlere sebep olmuştur. Ayrıca yurt dışından gelen kaynakların genelde yatırım niteliğinden çok kısa vadeli amaçlar doğrultusunda gelmesi yapısal makro ekonomik sorunların daha da derinleşmesine neden olmuştur. Diğer taraftan ilgili dönemlerde ekonomik aktör olma açısından özel sektörün yeterince büyümemiş ve derinleşmemiş olması kamu kesiminin ekonomide ana oyuncu (istihdam oluşturma, yatırım, transfer harcamaları vs…) olmasına neden olmuş ve söz konusu durum kamu maliyesine kronik yük (bütçe açığı, yatırım vs…) getirmiştir. Ayrıca IMF tarafından verilen yanlış reçeteler söz konusu yükün daha da ağırlaşmasına sebep olmuştur.
Bu çalışmamızda yukarıda özet olarak bahsettiğimiz olaylar çerçevesinde Türkiye’de yaşanan 2000 Kasım ve 2001 Şubat Ekonomik Krizleri irdelenecektir.
2. 2000 KASIM VE 2001 ŞUBAT KRİZLERİ ÖNCESİ VE SONRASI GENEL GÖRÜNÜM
1999 yılının Aralık ayında enflasyonu düşürmek ve sürdürülemez boyutlara ulaşan kamu borçlarını kontrol altına almak amacıyla IMF’ye gönderilen niyet mektubunda 2000 yılı Enflasyonu Düşürme Programının[1] genel çerçevesi üç başlıkta şu şekilde belirlenmiştir:
a) Faiz dışı bütçe dengesinin fazla vermesi,
b) Döviz kuru ve para politikalarının yeniden belirlenmesi,
c) Sosyal güvenlik, özelleştirme, vergi ve tarım konularında yapısal reformlar gerçekleştirilmesi.
Programın yukarıda belirtilen başlıklarına bakıldığında kamu maliyesinin disipline edilmesi yani kamu kesimi açığının kapatılması; bunun sağlanmasının enflasyonunun yumuşamasına sebep olacağı ifade edilmiştir. Bu amaçla, bir yandan kamu harcamalarını azaltmak, bir yandan vergi gelirlerinin arttırmak amacıyla kararlar alınmıştır. Bunlara ek olarak, IMF ve Dünya Bankası’ndan sağlanacak uzun vadeli ve düşük maliyetli kredilerle, kısa vadeli ve yüksek reel faizli iç borçlanmanın azaltılması hedeflenmiştir.
Enflasyonla mücadele programının ikinci önemli başlığı döviz kuru ve para politikalarındaki değişiklikler oluşturuyordu. Döviz kurlarının nominal çıpa olarak kullanılması kararlaştırılıyor ve bu şekilde oluşturulan kur sepetinin ( 1 Dolar + 0.77 Euro ) 2000 yılı sonuna kadar beklenen enflasyon oranını kadar (%20 TEFE’ ye göre) arttırılması planlanıyordu. Ayrıca kurlardaki değişmenin çapraz kurlardaki hareketliliğe göre belirlenmesi ve aylık olarak kurun sabit kalması planlanmış ve 2001 Haziran ayında kurun kademeli olarak dalgalanmaya bırakılması kararlaştırılmıştır. Para politikası alanında ise Merkez Bankasının net iç varlıklarına sınırlama getirilmiştir. Net iç varlıkların sınırı 1.2 Katrilyon TL olarak belirlenmiş ve net iç varlıkların döviz girişi oranında arttırılması kararlaştırılmıştır. Böylece Merkez Bankasının para basımı sınırlandırılmıştır.
Programın son aşamasında yapısal reformlar ve özelleştirme programları yer almıştır.
Yukarıda yer alan program uygulamaya konduktan sonra birtakım sıkıntılar hasıl olmuştur. Ayrıca çalışmanın başında asıl sorunun yapısal olduğu konusu ifade edilmiştir. Söz konusu programda yer alan hususlar ise geçici çözümler sunmaktan öteye geçememiştir.
Dövizi çıpa yapan istikrar programının IMF tarafından yapılan anlaşma çerçevesinde uygulanmaya başlamasından itibaren başarısı konusunda tereddütler ortaya çıkmıştır. Çünkü dövizi çıpa yapan benzer programlar 1990’larda Brezilya, Meksika, Rusya ve Tayland gibi ülkelerde finansal krizlerle sona ermiştir.[2]
Bu dönemde Türkiye’ye hızlı dış kaynak girişi olmuş; ancak söz konusu dış kaynak girişinin hemen hemen tamamı borçlanma şeklinde olmuştur. Yabancı paranın bu şekilde ülke piyasalarına girmesi, parasal genişlemeye, talep artışına, enflasyonun inmemesine, yerli paranın reel değer kazanmasına ve ithalat talebinin artmasına neden olmuştur. İthalatın artmasının sebebi, sabit döviz kurunda enflasyonun kur artışına göre yüksek olması TL’nin suni olarak değerlenmesi ve ithalatın bununla birlikte ucuzlamasıdır. Bunun sonucunda cari açık hızla yükselmiştir. Öyle ki; Cari Açık/GSYİH oranı 1999 sonunda %0.7 iken, 2000 Haziran ayında bu oran %3.5’i aşmıştır. 2000 sonunda bu oran yaklaşık %4.9’u aşmıştır.[3]
TL’nin suni olarak değerlenmesi ve ithalatın artmasıyla birlikte iç talep aşırı bir şekilde artmış, bunun sonucunda 2000 yılının sonbaharında enflasyon % 27’lere (TEFE) ulaşmıştır. İthalatla birlikte cari işlemler açığının artması, yükselen enflasyon, yabancı kaynakların borç şeklinde gelmesi sonucu dış borç artışı, devalüasyon beklentisinin oluşmasına sebep olmuştur. Sonuç olarak yabancı yatırımcılar kaynaklarını Türkiye’den çekmeyi başlamıştır. Oluşan panik ortamından dolayı yaklaşık 4.8 milyar dolar yabancı kaynak ülkeden çıkmış ve devalüasyon beklentisi içindeki bankalar açık pozisyonlarını kapatmak amacıyla döviz taleplerini arttırmışlar ve piyasa da döviz sıkıntısı başlamıştır. Merkez Bankası, döviz talebindeki bu artışı dizginlemek amacıyla piyasaya döviz vermek yerine, faiz oranlarını arttırarak çözüm bulmaya çalışmıştır. Faizlerin aşırı olarak yükselmesi sonucunda bünyesinde çok fazla DİBS (Devlet İç Borçlanma Senetleri) bulunduran Demirbank’a el konulmuş ve banka TMSF’ye devredilmiştir.
Diğer bankalara el konulacağı beklentisi paniğe yol açmış ve 22 Kasımda bankalar arası piyasalarda ortalama gecelik faiz % 110.8’e çıkmış ve % 210’a kadar yükselmiştir. Panik havasını dağıtmak isteyen Merkez Bankası piyasaya mecburen döviz sürmek zorunda kalmıştır. 17 Kasım 2000 tarihinde 24.43 milyar dolar olan Merkez Bankası brüt döviz rezervi, 1 Aralık tarihinde 18.94 milyar dolara kadar gerilemiştir.[4]
Kısa dönemde programın başarısız olmasına rağmen ‘Kur Çıpası’ programı uygulanmaya devam etmiştir. Merkez Bankasının piyasaya döviz sunması kısa vadede piyasaları rahatlatmış, 2001 Ocak ayında kriz ortamından nispeten çıkılmıştır. 2000 Aralık sonunda İnterbank gecelik faiz oranları % 199 iken 2001 Ocak ayında % 42’ye gerilemiştir. Ancak 2000 Kasım dönemi öncesinde var olan olumsuz hava söz konusu dönemde oluşan siyasi istikrarsızlıkla birleşince kriz bulutları tekrardan ortaya çıkmıştır. 19 Şubat 2001 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu toplantısında dönemin Cumhurbaşkanı ile Başbakanı arasında yaşanan tartışmanın dışarıya yansıması sonucunda piyasalar altüst olmuş ve piyasa aktörlerinin dövize hücum etmesi sonucu kriz ortamı oluşmuş, Merkez Bankası mevcut rezervlerini eritmek pahasına piyasaya döviz sunmak zorunda kalmış ve bir günde 5 milyar dolar rezerv azalması gerçekleşmiştir. Artan döviz talebi faiz ile durdurulmaya çalışılmış ve gecelik İnterbank faiz oranları % 6200’lere yükselmiştir. Merkez Bankası bu durumun sürdürülebilir olmadığını düşünerek, 22 Şubat 2001 tarihinde dalgalı kura geçildiğini ilan etmiştir. Dalgalı kura geçilmesinden sonra dolar 688 bin TL’ den 962 bin TL’ye yükselmiştir.
3. SÜRECE İLİŞKİN ELEŞTİRİLER:
Türkiye ekonomisinde 1990’lı yıllarda giderek artan kamu açıklarının finansmanı, ağırlıklı olarak yurtiçi mali piyasalara borçlanma yoluyla sağlanmaya çalışılmıştır. Artan iç borçlanma gereksinimi nedeniyle faiz oranları yükselmiş ve bu da faiz ödemelerinin ve kamu sektörü açıklarının artmasına neden olmuştur. İç borç faiz ödemelerinin GSMH’ye oranı 1980’lerde %1,1 iken bu oran 1990’larda önemli bir artış göstererek %6,3’e ulaşmıştır. Buna ek olarak iç borçlar çoğunlukla kısa vadeli olmuştur. 1990 yılında iç borçların GSMH içindeki payı %15.3 iken bu oran kriz öncesi 1993’te %17.9’a yükselmiştir. Aynı dönemlerde dış borçların oranı ise sırasıyla %30.8 ve %44.1 şeklinde gerçekleşmiştir.
Ayrıca o dönemde var olan istikrarsızlıklar ve hane halkının tasarruf yetersizliği neticesinde kamu açıklarına kapatmaya yönelik DİBS senetleri bankalar tarafından alınmış ve bankaların aktifinde DİBS stoğu artmıştır. Bu durumda artan Konsolide Bütçe açıkları bankaların özel sektörü fonlamak yerine, kamu kesimine kredi veren kurumlar haline gelmesine yol açmıştır. Diğer taraftan bankalar finansmanlarını yurt dışından döviz cinsinden kredi alarak sağlamıştır. Bu durum bankaların para ve vade uyumsuzluğu ile karşı karşıya kalmasına sebep olmuştur. Para uyumsuzluğun anlamı bankaların gelirleri ile giderlerinin farklı para biriminden olmasıdır. Bankalar tarafından elde edilen DİBS faiz gelirinin TL cinsinden olması, ancak finansmanının yani borçlanmasının döviz cinsinden olması bankalarda döviz açık pozisyonu oluşmasına sebep olmuştur. Vade uyumsuzluğunun anlamı ise; bankaların gelirlerinin uzun vadeye yayılması borçlarının ise kısa vadeli olmasıdır. Bankalar tarafından yurt dışından sağlanan krediler kısa vadeli olmuştur. Özet olarak; 1990’lı yıllarda bankalar özel sektörü ve hane halkını fonlamak yerine, devlete kredi veren kurumlar haline dönüşmüştür.
2000 yılı Enflasyonu Düşürme Programı yapılırken kamu finansmanına odaklanılmıştır. Ancak yukarıda ifade edildiği üzere finans kurumlarının döviz pozisyonu göz ardı edilmiştir. Diğer taraftan özelleştirmelerde ve yapısal reformlarda da başarı sağlanamamıştır. Ayrıca para birimi güçlü olmayan ülkelerde döviz çıpası ve sabit döviz kuru şeklinde uygulanan programların başarısızlıkla sonuçlanması birçok örnekle karşımıza çıkmıştır. Örnek vermek gerekirse; Güneydoğu Asya Krizi, Brezilya, Rusya krizleri gibi…
Çünkü sabit döviz kuru sisteminde, döviz kuru çıpasının ulusal para için istikrar unsuru olarak görülmeye başlandığında, kişi ve kurumları döviz cinsinden borçlanmaya ve yüksek oranlarda döviz kuru riski almaya teşvik etmektedir. Yabancı yatırımın ülkeye gelmesi dövizin bollaşmasına, ulusal paranın suni olarak değerlenmesine, ithalatın ucuzlamasına, ithalatın artmasına ve sonuç olarak cari açığın yükselmesine neden olacaktır. Diğer taraftan yabancı yatırım diye adlandırdığımız kaynak ülkemize genel olarak spekülatif amaçlı gelmektedir. Yani kısa vadede yüksek kazanç sağlamaya yönelik olan bu yatırım ülkenin makro ekonomik gelişimine katkıdan çok zarar vermektedir. Çünkü herhangi bir olumsuzlukta ülkeden çıkma ihtimali ekonomideki kırılganlığı arttırmaktadır.
Ulusal paranın bu şekilde değerlenmesi ihracat yapanlar açısından rekabet gücünü azalmakta, bu durum da cari işlemler açığına olumsuz yansımaktadır. Cari işlemler açığının artması döviz kuru üzerinden baskı yapmakta ve devalüasyon beklentisi oluşmaktadır. Bu beklentinin artması ülkeden yabancı yatırımcının çıkmasına neden olur ve kriz ortamı oluşmuş olmaktadır.
Sonuç olarak döviz kuru sabitlenerek oluşturulan enflasyon programı kısır döngü içerisinde kalmakta ve başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Bu program uygulanan her ülke de Türkiye’de dahil olmak üzere başarısızlıkla son bulmuştur.
4. SONUÇ:
Sabit döviz kuruna dayalı oluşturulan enflasyonu düşürme programlarında başarılı olunabilir. Ancak bankacılık sistemi zayıf, sürekli cari açık veren ve döviz borç stoku yüksek olan ülkelerde söz konusu programın başarıya ulaşması zordur.
Bu çalışmada, Türkiye’de yaşanan 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizlerinin neden-sonuç ilişkisi üzerinde durulmuştur. Ayrıca 1990’lı dönemlerde Türkiye’nin genel ekonomik görünümü üzerine tespitler yapılmıştır.
KAYNAKÇA:
- www.tcmb.gov.tr
- Uygur, Ercan. Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri
- Öztürk, Salih. Sabit Döviz Kuru Politikasının Finansal Krizlere Etkisi: 1997 Güneydoğu Asya ve 2000-Kasım – 2001 Şubat Türkiye Krizleri
[1] http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/0b15b4cf-454b-4c7a-a0b9-ac22fab419e9/baskan_ParaPol00.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=0b15b4cf-454b-4c7a-a0b9-ac22fab419e9
[2] Uygur, Ercan. Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri
[3] www.tcmb.gov.tr
[4] Öztürk, Salih. Sabit Döviz Kuru Politikasının Finansal Krizlere Etkisi: 1997 Güneydoğu Asya ve 2000-Kasım – 2001 Şubat Türkiye Krizleri
19.01.2016
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.