YAZARLARIMIZ
Murat Kalyoncu
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
Bilim Uzmanı
mkalyoncu2002@yahoo.com



Vergi Kavramına Tarihsel Ölçekte Genel Bir Bakış

VERGİ KAVRAMINA GİRİŞ

BATI DÜNYASININ VERGİ KAVRAMINA BAKIŞI

Vergi konusu, insanlık tarihi kadar eskidir. Dolayısıyla olan bu konu üzerinde çok tartışmalar olmaktadır.  İnsanlığın değişip gelişmesiyle, vergi de zaman içerisinde değişmiştir. Gönüllülükten, zorunluluğa, dış dinamiklerin ve iç dinamiklerin etkisiyle, kılıç gücünden yasa gücüne, tek bir kişiye, bir aileye bağlılıktan toplumsal bir bağıta değin, isyanların ve savaşların başlı başına nedeni olan vergi, süreç içerisinde uzun bir yolculuk yapmıştır.

Bununla birlikte Batı dünyasının vergi kavramına bakışı ile Türk dünyasının bakışı birbirinden farklı olmuştur. Batı dünyasında vergi bir yük olarak görülmüştür. Çünkü siyasal otoritenin vergiler konusundaki sınırsız yetkileri yapılan çalışmalar vergilerin nasıl azaltılabileceği ve sınırlandırılabileceği yönünde olmuştur. Örnek vermek gerekirse;

-1215 tarihli Magna Carta Libertatum ile kral, din adamları ve baronlara danışmadan herhangi bir cezai ya da vergilendirme durumu yapmama adına yetkileri kısıtlanmış,

-1776’da Adam Smith, “Ulusların Zenginliği” adlı yapıtında, vergilerin, adaletli, belirli, uygunluk ve iktisadi olması gerektiğini belirtmiş,

-1929 büyük ekonomik buhrandan çıkış yolu olarak ise John Maynard Keynes, vergilerin düşürülmesini ortaya koymuş,

-1952 yılı Birleşmiş Milletler, devletlerin vergi uygulamalarının temel hak ve özgürlüklerine aykırı olmaması ifade edilmiştir.

Bu çerçevede Batılı anlamda vergi kavramını, geçmişten günümüze, türleri, adları, sayıları, alınış biçimleri, alınış amaçları değişmiş olsa da, temel olarak siyasi otoritenin (oymak başı, derebeyi, imparatorluk ya da batılı anlamda ulus devlet olabilir) varlığını sürdürebilmesi için egemenlik altında tuttuğu ekonomik aktörlerden karşılıksız, egemenlik gücüyle aldığı iktisadi değerlerin parasal karşılığı olarak tanımlayabiliriz.

Bu anlamda, “Halk devlet içindir” anlayışının Batı dünyasında daha baskın olduğunu görebiliriz.

Geçmişte özellikle güvenlik, ordu temelli  ve yönetimde bulunan soyluların makamsal gereksinimlerini karşılamak için toplanan vergiler, 20. Yüzyılda ekonomik, sosyal ve kültürel bir niteliğe bürünmüştür. “Sosyal Devlet” ya da “Sosyal Refah Devleti” kavramı Batı dünyasının parlayan yüzü olmuştur.

TÜRK DÜNYASININ VERGİ KAVRAMINA BAKIŞI

Oysaki; Türk dünyasında Batı dünyasının aksine “Devlet halk içindir” anlayışının egemen olduğunu görmekteyiz. Kırk yıla kadar zengin ve yoksul eşit olur, atasözünden hareketle sınıflar arası eşitsizlikleri azaltmaya çalışmayı temel felsefe olarak belirleyen Türk yönetim anlayışı söz konusudur. Çünkü siyasal otoriteye karşı “can borcu” olduğu inanan ve inanılan, bu açıdan siyasal otorite üzerinde hak sahibi olduğu düşünülen halkın bu borcuna karşılık siyasal otoritenin üzerine düşen görevleri yapması bir zorunluluktur.  Örnek vermek gerekirse;

-Magna Carta Libertatum’dan yaklaşık 500 yıl önce yazılı olan Orhun anıtlarında Bilge Kağan’ın “Ölecek halkı dirilttim, aç halkı doyurdum, çıplak halkı giydirdim, yoksul halkı zengin kıldım.” diyerek yaptıkları,

- Magna Carta Libertatum’dan 145 yıl önce yazılı olan Yusuf Has Hacib’in “Kutadgu Bilig” adlı yapıtında us ve zekayı temsil eden vezir Öğdülmüş’ün hükümdara verdiği,

“Zenginlerin yükü orta hallilere yüklenmemeli, yoksa orta halliler bozulur ve büsbütün sarsılır,

Orta hallilerin yükünü yoksullara yüklememeli, yoksa yoksul açlıktan kırılır, mahvolur;

Yoksulu korursan, o orta halli olur, orta halli kendini biraz toplarsa zengin olur;

Yoksullar orta halli olursa orta halliler zenginleşir, orta halliler zenginleştikçe memleket zengin olur”  ile, halktan isteyeceğin vergi için;

“Halkının senin üzerine üç hakkı vardır, bu hakları öde ve zorluğa düşürme: Bunlardan biri memleketinde gümüş temiz kalsın, onun ayarını koru. İkincisi halkı adil kanunlarla idare et, birinin diğerine baskı kurmasına meydan verme, onları koru. Üçüncüsü bütün yolları emin tut; yol kesici ve haydutların hepsini ortadan kaldır” diyerek önce halka karşı bu görevlerini yap, ondan sonra vergiyi hak et öğütleri bu anlayışı desteklemiştir.

Türk-Moğol Hanı Ogeday Han’ın, “her yıl yemek (vergi) için, halkın her yüz koyundan bir koyun alınarak yoksul kesime dağıtılacaktır” buyruğu ile yapılmaya çalışılan bir anlamda yeniden gelir dağılımıdır.

Ne var ki; Türk ülkelerinde sınıflar arasındaki fark azaltılamadığı gibi; halkın siyasi otoriteye olduğu inanılan can borcu anlayışı ağırlıklı olarak tek taraflı kullanılmaya başlanılmasıyla birlikte, Batı dünyasındaki gibi siyasal otoritelerde yetki azaltımına gidilmiştir.

“Padişahın adil ve eşit vergi alacağı ve aşırı vergi konmayacağı” maddesinin yer aldığı “Senedi İttifak” ile başlayan süreç, Osmanlı Devleti’nin Magna Carta’sı sayılan “Tanzimat Fermanı” ile ileri bir noktaya taşınmıştır.

GÜNÜMÜZDE TÜRKİYE’DEKİ DURUM

Geçmiş tarihimizden gelen bu söylemler ve öğütlerin yansıması anayasamızda da görülmektedir.  Anayasamızın değiştirilemeyecek 2. Maddesinde belirtilen “Sosyal Devlet” ilkesi, ekonomik hükümler başlıklı ikinci bölüm tam da buna yöneliktir. (166-173)[1]  Özellikle 166. maddede düzenlenen “Planlama -Ekonomik ve Sosyal Konseyin-” görevleri olarak kalkınma girişimleri ortaya belli bir plan içerisinde devletin görevleri sıralanır.

 “Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak ile, oluşturulacak planla milli tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler öngörülür; yatırımlarda toplum yararları ve gerekleri gözetilir; kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır.”   

 Anayasamızda da vergi konusu da, “Siyasi Haklar ve Ödevler” adlı dördüncü bölümde 73. maddede bir yurttaşlık ödevi olarak düzenlenmiştir. Buna göre; kamu giderlerini karşılamak üzere herkes “mali gücüne göre” vergi ödemekle yükümlüdür.

Aynı madde; “Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır.” düzenlemesini içererek devlete de bir görev verilmiştir. Buna ek olarak “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlıklı üçüncü bölümde yer alan, aile, eğitim, çalışma, sosyal güvenlik,  konut sağlama vb. alanlarda devlete görev vermiştir.  Bu görevlerin tümü doğal olarak halktan toplanan vergilerle yapılacaktır.

Bu noktada karşımıza anayasamızın “Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sınırları”nı düzenleyen 65. madde çıkmaktadır. Bu madde ile devletin, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir düzenlemesi yer almaktadır.

MADDE 65’İN GEREKÇESİ GERÇEKTE NE OLABİLİR?

a) Yeterli vergi toplayamamak,

Ülkemizde insanları vergi ödemeye teşvik etmek için akılda kalacak nitelikte;

“Ödediğiniz vergiler, size yol, su, elektrik olarak geri dönecek” biçiminde yayınları yapılırken,

Hatta biraz daha uhrevi nitelik de katılarak

“Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır.” denilmiştir.

b) Toplanan vergilerin doğru yerlere harcanmaması,

 c) Siyasi hükümetlerin uyguladığı yanlış maliye ve para politikalarının kısır döngüye yol açması,

olarak birkaç neden sıralayabiliriz.  Bu gibi nedenler hem başlı başına hem de birbirini tetikleyici niteliktedir.

Temel neden ise;  anayasanın 166. maddesindeki temel görevin yani planlamanın eksik yapılması ve/veya yeterince üzerinde durulmamasıdır.

SONUÇ YERİNE

Devlet bu noktada hazinede yeterli kaynağın olmadığını gerekçe gösterip görevlerini yapamadığının açıklamasını yapabilir. Hatta bunun üzerinde yasa yoluyla seçenekler ortaya koyabilir.  Var olan vergileri arttırmak/yeni vergiler üretmek, iç-dış borç gibi.

Diğer bir nokta ise; temin edilecek yeni kaynağın doğru biçimde kullanılacağının güvencesi de olmaması. Güven bir kere kayboldu mu bir daha geri gelmez. Dolayısıyla anayasanın kendine görevleri yapamayan devlete karşı, onu var eden halk için vergi, ülkemizde de tıpkı Batı dünyasında olduğu gibi bir “yük” anlamına gelmesi kaçınılmazdır.

Bu çerçeveden bakıldığında kanımca anayasamızdaki devlete görev veren maddelerin sıralama olarak 166-173. maddeleri içeren ekonomik hükümler bölümü olarak diğer maddelerden teknik olarak önce olmalıydı. Çünkü hem doğru bir planlama olmadan doğru adım atılamaz hem de tarihsel gelenek bize bunu yapmamızı gerektirirdi.

Dolayısıyla maliye politikası aracı olarak vergi kavramı ile ilgili ortaya konan tartışmaların, kendisinden öte, vergiye yönelik bakış açısından ve uygulama farklılıklarından kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Kaynaklar

-Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982)


[1] 167. madde Piyasaların denetimi ve dış ticaretin düzenlenmesi, 168. madde Tabii servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi, 169. madde Ormanların korunması ve geliştirilmesi, 170. madde Orman köylüsünün korunması, 171. madde Kooperatifçiliğin geliştirilmesi, 172. madde Tüketicilerin korunması, 173. madde Esnaf ve sanatkarların korunması 

17.08.2023

Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)

>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.

>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.


GÜNDEM