Devletlerin en önemli gelir kaynaklarının başında vergi gelirleri gelmektedir. Vergiler hem ekonomik istikrar hem de gelir dağılımını belirleyen en önemli mali araçlardan biridir.
Vergilerin iki tarafı bulunmaktadır.
Birinci tarafı geliri elde eden devlet; ikinci tarafıysa vergi gelirini ödemekle yükümlü olan devlet vatandaşlarıdır.
Devletlerin gelir istikrarının sağlanmasının en birinci koşulu vergi gelirlerinin düzenli tahsil edilmesiyle olacaktır.
Ancak devletlerin gelir istikrarının sağlanabilmesi için devlet vatandaşlarının devlete karşı en önemli sorumluluklarından biri olan vergi ödevini yerine getirmesi için vatandaşı olduğu devlete güveni esastır.
İşte bu güveni esas alan yaklaşımlardan biri de Kaygan Zemin Teorisi dir.
Teoriye göre;
İdarenin gücünün ve idareye duyulan güvenin; mükelleflerin vergiye karşı algı, tutum ve davranışları üzerindeki etkisi Kirchler, Hoelzl ve Wahl (2008) tarafından kaygan zemin yaklaşımı çerçevesinde incelenmiştir. Kirchler, Hoelzl ve Wahl’a göre vergi idaresinin tutumu mükelleflerin vergi ödeme kararları üzerinde kişisel ve sosyal faktörlere nispetle daha etkilidir. Vergi idaresine duyulan güven ve idarenin gücü arasındaki denge vergi uyum düzeyinin temel belirleyicisi olmaktadır.
Yani devlet idaresine olan güven ; hem vergi gönüllüğü hem de devletlerin en önemli gelir kaynaklarının başında olan vergi gelir istikrarı için çok ama çok önemlidir.
Bu konuya Türkiye özelinde bakacak olursak;
Öncelikle Türk Vergi Sistemimizin %99’u beyana yani vatandaşların devlete kendi beyanatlarıyla sundukları gelir özelinden vergilenen bir sistem içerisinde vergilenmekteyiz.
Eksik beyan edilen veya beyan edilmeyen gelir ya da servetler vergi kaybına, vergi kaybı da gelir adaletsizliğine ve çarpıklaşan bir vergi düzenine neden olmaktadır.
Ülkemizde uygulanan vergi sistemi aslında Kaygan Zemin Teorisi’nin çıktılarından oldukça etkilenen bir vergi sistemidir.
Ülkemizde özellikle son günlerde vergi denetimlerinin artırıldığı haberleri oldukça dikkat çekmektedir.
Vergi denetimlerinin artırılması devlet vergi gelir istikrarı ve gelir adaletinin sağlanması açısından olumlu bir durum olarak gözükse bile mevcut vergi gelirlerinin daha aşağıya düşmesi ve kayıt dışı ekonomi riskinin daha fazla artma riskini de beraberinde getirmektedir.
Geçtiğimiz yılda ki vergi tahsilat rakamları açısından duruma baktığımızda da dolaylı vergi gelir kalemlerinin toplam vergi tahsilatı kaleminin %51,71 ini oluşturduğu göze çarpmaktadır.
Yani gelir vergilerinden ziyade harcama vergileri vergi gelirlerimizi oluşturuyor.
Bu durum da vatandaşların vergiye gönüllük ve gelirlerini beyan etme konusundaki hassasiyetinin azaldığını bize göstermektedir.
Bu duruma bir başka örneklemle örnek verecek olursak; son 25 senedir 1999 yılındaki yaşadığımız acı Marmara Depreminden sonra alınmaya başlanan Deprem Vergisi (Özel İletişim Vergisi) topluyoruz. Şu ana kadar toplanan deprem vergisi yaklaşık 139 milyar TL civarındadır.
Ancak son 25 senede toplanan Deprem vergileri depreme karşı alınacak önlemlerde maalesef kullanılamadı.
10.12.2003 tarihinde kabul edilen 5018 sayılı KAMU MALÎ YÖNETİMİ VE KONTROL KANUNU ile bütçe denetim sisteminde tanıştığımız “adem-i tahsis” ilkesiyle deprem vergilerinin genel bütçe gelir kalemine girmesinden dolayı işbu vergi geliri kaleminin özel bir amaca değil genel amaçlar hususu doğrultusunda kullanılması gerektiği göze çarpmıştır. Ayrıca deprem vergisi (Özel İletişim Vergisi) de dolaylı bir vergidir yani harcama vergisidir.
Vergi gelirleri karşılıksız ve genel amaçlar üzerine toplanan cebri bir gelir türü olsa da vatandaşların vergi ödeme gönüllüğü açısından vergi gelirlerinin hassas ve vatandaşların refahını artırıcı şekilde kullanılması önemli bir husustur.
Eğer adaletli bir vergi dağılımı istiyorsak, eğer daha fazla vergi gönüllüğü istiyorsak gelir adaletinin sağlanmasını amaçlıyorsak “Servet Beyanı” benzeri uygulamanın geri getirilmesinde de fayda vardır.
Servet Beyanından kısaca bahsetmemiz gerekirse;
31 Aralık 1960 tarihinde kabul edilen 193 Sayılı GVK ‘nun 114, 115 ve 116. Maddeleri Servet Beyanı nı kapsamaktaydı Özellikle bu maddelerde tam ve dar mükellefiyet ayrımı ve de aile fertlerinin her birinin servet unsurlarının ayrı ayrı beyan edileceği hususundan tutun da hangi servetlerin beyana tabi olacağına kadar net açıklamaların olduğu bir uygulamaydı. 18 Nisan 1984 tarihinde 2995 sayılı kanunla kaldırılan Servet Beyanı; benzer bir uygulamayla 1998 yılında 4775 sayılı “Nereden Buldun” Yasası ile gündeme gelse de iş bu uygulama da 9 Ocak 2003 tarihinde 4783 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılmıştır.
Kısacası;
Vergiye gönüllükte gelir dağılımı esastır. Gelir kıstası ele alınarak düzenlenen vergi sistemi esastır.
Vergi gelirlerinin vatandaş refahını artırmak üzere kullanılması esastır.
Ancak bu amaç doğrultusunda vergi gelirleri artar ve vatandaşın devlete güveni yeniden sağlanır.
KAYNAKÇA
12.02.2025
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.
>> YILIN KAMPANYASI: Muhasebecilere Özel Web Sitesi 1.249 TL + KDV Ayrıntılar için tıklayın.