YAZARLARIMIZ
Mücteba Onurhan Özmumcu
Bilim Uzmanı
iletisim@muctebaonurhanozmumcu.com



Vergileme İlkeleri

Vergileme İlkeleri ve Gelişimi

Toplum halinde yaşayan insanların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla oluşturmuş oldukları en önemli organizasyon devlettir. Devlet kendisinden beklenen fonksiyonları yerine getirebilmek için finansal kaynaklara ihtiyaç duymaktadır. Söz konusu finansal kaynakların en önemlisi vergilerdir. Buradan hareketle vergiler için devlet varlığının temel koşuludur ifadesi kullanılabilir (Şentürk, 2006: 16).

Vergiciliğin anayasası olarak da ifade edilen vergileme ilkeleri, vergiden beklenen fonksiyonların gerçekleşebilmesi için vergilerin seçiminde, tekniğinde ve uygulanmasında göz önünde tutulması gereken hususlardır (Nadaroğlu, 2000: 299).

Vergileme ilkeleri ile vergileme amaçlarının gerçekleştirilebilmesi için uygulanan vergilerin kamusal hizmetlerin finansmanı için gerekli gelirleri sağlama ilkesinden başka ne gibi normlara tabi olduğu hususu açıklanmaktadır. Vergileme ilkeleri bir yandan ekonomik ve sosyal düzen ve ideolojilerin gelişmesine, diğer yandan vergi kurumunun nitelik ve amaçlarında meydana gelen değişikliklere paralel olarak zamanın akışı içinde önemli değişmelere uğramıştır (Turhan, 1998: 190). Gerçekten, vergileme ilkeleri, zamanla ve iktisadi sosyal düzen ve ideolojilerin gelişmesine bağlı olarak değişmiş ve gelişmiştir. J.F. Due’nin deyişi ile, “Vergileme ilkelerinde meydana gelen gelişme esasında refah teorisinin bir uygulamasıdır ve yeni gelişmeler büyük ölçüde bu kuramdaki ilerlemelere bağlı olacaktır. Refah teorisi ise, zamanımızdaki durumu ile, ancak çok genel vergileme ilkelerinin geliştirilmesine yardım edebilir”. (Edizdoğan, 2004: 227).

Vergilemeden beklenen mali, iktisadi ve sosyal fonksiyonların gelişmesine paralel olarak vergileme ilkeleri de değişmiştir. Eski devirlerde vergilemeden beklenen; sadece devlete ihtiyaç duyduğu finansman kaynağını sağlamaktan ibaret iken daha sonraları ekonomik ve sosyal hayatta meydana gelen değişmeler, vergilerin ekonomik ve sosyal bir kısım hedeflere ulaşmak için etkili bir araç olarak kullanılabileceğini ortaya çıkarmıştır (Pehlivan, 2009: 144). Bilindiği gibi, her ekonomik sistemin gerçekleştirmeye çalıştığı, çeşitli hedefler vardır. Bu hedefler, kaynak dağılımında etkinlik, gelir ve servet dağılımında adalet, ekonomik istikrar ve büyüme şeklinde sıralanabilir. Bu temel ekonomik hedeflere ulaşabilmek için rasyonel ve etkin bir vergi sisteminin kurulması gerekmektedir. İşte, herhangi bir ekonomik sistemin toplumca kabul edilmiş olan hedeflerin gerçekleşmesi için, vergilerin ve vergi sistemlerinin sahip olması gereken nitelik ve özelliklerin, yani vergileme prensiplerinin belirlenmesi lazımdır (Aksoy, 1998: 221).

Vergilemede belirli bir amaç için geçerli olabilecek bir ilke, başka bir amaç için geçerli olmayabilmektedir. Dolayısıyla, farklı amaçların gözetilmesi halinde farklı vergileme ilkelerinin hakim kılınması nedeniyle “ilkeler arası çatışma”ya yol açılabilmektedir. Ancak uygulamada hiçbir vergi sisteminde bütün ilkelere aynı anda tam olarak uyulması beklenmemektedir. Bütün bunlara rağmen, günümüzde aşırılıklara kaçmayı engelleyen ilkeler vergilemenin anayasal normları haline gelmiştir. Bu normlara uygun hareket edilmesi gerek mevzuat, gerekse uygulama açısından başarılı sonuçların alınmasına yardımcı olmaktadır (Şenyüz, 1993:208). Genel olarak ifade etmek gerekirse, değişmez nitelikte olmayıp zamana ve şartlara göre yeniden değerlendirilebilen vergileme ilkelerinin temel özellikleri şunlardır (Turhan, 1998: 190; Karabulut vd., 2009: 112; Aksoy, 1998: 221-222)

Vergileme ilkeleri, uyulması gerekli normatif ilkeler niteliğindedir. Bu nedenle bu ilkeler “olanı” değil, “olması” gerekeni ifade eder.

• Vergilemenin normatif yönü olarak kabul edilen vergileme ilkeleri her çağa ve her ülkeye göre değişebilmektedir. Vergileme ilkeleri, ülkelerin ekonomik ve sosyal şartları, teknolojik imkanları, toplumun dünya görüşü ve zihniyeti, hukuk bilincinin oluşum seviyesi ve kamu hukukunun durumu ile yakından ilgilidir.

• Verginin niteliği, tekniği zaman ve mekana göre değiştiği gibi “olması” gerekeni ifade eden vergileme ilkeleri de değişebilmektedir. Bu nedenle vergileme ilkeleri belirli ekonomilere ya da belirli dönemlere göre farklı olabilmektedir.

Vergileme ilkelerinin nisbi bir önemi vardır. Her bir ilkenin önemi ve değeri diğerlerinin önem ve değerleri ile çok sıkı bir ilişki içindedir. Dolayısıyla vergileme ilkelerinin her biri tek tek değil, birlikte ele alınmalı ve değerlendirilmelidir. Maliye ilmi hakkında yapılan çalışmalarda ilk zamanlardan beri dikkat çekmiş olan vergileme ilkelerine ilişkin merkantalistler ve fizyokratlar bir takım doktrinler kurmuşlardır. Adam Smith, günümüzde de yararlanılan vergi ilkelerini belirlemiş, McCullock ve J. S. Mill daha sonraları Edgeworth, Dalton ve Pigou vergileme ilkeleri ile ilgilenmişlerdir (Akdoğan, 2009: 197).

Bu düşünürlerden sonra Mozzola, Sax, Wicksell, Lindahl, Viti de Marco ve F.Y. Edgeworth da vergileme ilkeleri üzeründe ayrıntılı bir şekilde durmuşlardır. Çok yakın zamanlarda da bu konu ile ilgilenmiş olanlara rastlanmaktadır. Bunlara örnek olarak, W. Gerloff, H.M. Groves, J.F. Due, F. Neumark ve daha başkaları gösterilebilir (Edizdoğan, 2004: 226).

Vergileme ilkeleri, tarihsel süreçte toplumların bütçe hakkıyla birlikte gelişen bir kurumdur. Bu açıdan, vergileme yetkisinin kimde olacağı ve bu yetkinin nerelere kullanılacağına yönelik ilk önemli belgelerden biri Magna Carta’dır. Adam Smith’in 1776 yılında yayımlanan eserinde, eşitlik, belirlilik, uygunluk ve iktisadilik olmak üzere dört vergileme ilkesinden bahsedilmiştir. H. Haller ise vergilemenin mali, özgürlük, adalet ve refah amaçlarıyla alınmakta olduğunu belirtmiş ve bunları birden sekize kadar giden talepler şeklinde sıralamıştır (Cansız, 2014: 34).

Türk anayasalarında vergileme ilkelerinin gelişimi ise aşağıdaki şekillerde gerçekleşmiştir (Gerçek vd., 2014: 87-90);

Vergileme ilkeleri, anayasal hareketlerin miladı kabul edilen Sened-i İttifak’la başlamıştır. 1808’de imzalanan Sened-i İttifak’la birlikte, iktidarın yetkilerini sınırlayan adalete uyma anlayışı “verginin yasallığı ilkesinin” ve halkın temsilcileri olmamalarına karşın ayanların onaylayıcı görevi üstlenmeleri “temsilsiz vergi olmaz” kuralının oluşumuna bir adımdır.

• 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanında vergilemede ödeme gücü ilkesi, eşitlik ilkesi ve kanunilik ilkesine yer verilmiştir.

• Vergileme alanında geçerliliğini sürdüren ilkelerin temellendiği diğer bir belge de 1856’da yayınlanan Islahat Fermanı’dır. Fermanı’nın önemi, çeşitli alanlarda olduğu gibi vergi alanında da eşitlik ilkesine vurgu yapılmasıdır.

• Tarihteki ilk Türk anayasası olan 1876 tarihli Kanun-i Esasi’de kanun önünde eşitlik, ödeme gücüne göre vergileme ve vergilemede kanunilik ilkeleri açıkça düzenlenmiştir.

• 1924 Anayasası’nın 85. maddesinde “Vergiler ancak kanunla salınır ve alınır” hükmüyle vergilemede kanunilik ilkesi düzenlenmiştir.

• 1961 Anayasası’nda vergileme konusuna “Siyasi Haklar ve Ödevler” bölümü içinde “Vergi Ödevi” başlığı altında 61. maddede yer verilmiştir. Bu maddede vergilemede genellik, karşılıklılık, mali güç ve kanunilik ilkelerine yer verilmiştir.

• 1982 Anayasası’nda vergileme konusu 1961 Anayasası’na benzer bir şekilde “Siyasal Haklar ve Ödevler” içinde “Vergi Ödevi” başlığıyla 73. maddede düzenlenmiştir. Madde metninde açıkça vergilemede genellik, karşılıklılık, mali güç, kanunilik ilkelerinin düzenlendiği görülmektedir. Ayrıca Anayasa’nın kabul ettiği “sosyal hukuk devleti” olma anlayışının bir uzantısı olarak vergilemede adalet ilkesi bir yenilik olarak ortaya çıkmıştır. Bunun yanında 1961 Anayasası kanunilik ilkesini sadece vergilerin konulmasında kabul etmişken; 1982 Anayasası kanunilik ilkesinin vergilerin değiştirilmesi ve kaldırılmasında da aranacağını vurgulamıştır..

KLASİK VE MODERN VERGİLEME İLKELERİ

17 yüzyıldan itibaren bir çok iktisatçı tarafından vergileme ilkeleri konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Fakat, mali literatürde vergileme ilkelerinin tartışılması, özellikle A. Smith ve A.Wagner tarafından ileri sürülen kuralların açıklanması ile başlamış ve yoğunlaşmıştır (Gökbunar, 1998: 181). Günümüzde dahi vergi politikası ve vergi tekniğinin kısmen temelini oluşturan bu ilkeler, modern mali literatürde F. Neumark ve H. Haller tarafından geliştirilmiş ve bilimsel açıdan gerekçelendirilmiştir (Turhan, 1998: 190-191).

Zaman içerisinde iktisat ve maliye teorisyenleri etkin bir vergi sistemine ilişkin ilkeleri çoğaltma eğilimi içine girmişlerdir (Şentürk, 2006: 16).

Klasik Vergileme İlkeleri

İlk iktisatçılar vergi konularını, yazdıkları iktisat kitapları içinde incelemişlerdir; iktisat ilminin kurucularından Adam Smith vergileme ilkelerini (prensiplerini) “Milletlerin Serveti” adlı kitabında ortaya atmıştır (Türk, 2002: 136).

Vergilemenin klasik ilkeleri günümüzde de geçerliliğini koruyan temel vergileme ilkeleridir. Bunlar: adalet, belirlilik, uygunluk ve iktisadilik ilkeleridir (Pehlivan, 2009: 145).

Adalet İlkesi

Vergide adalet; verginin tarafsızlığı yada düzenleyici olması bakış açılarına göre değişik şekillerde ele alınabilmektedir. Vergi adaleti; kişilerin vergi ödeme güçlerine göre vergilendirilmesi şeklinde ele alınabileceği gibi, sosyo ekonomik düzenlemelere de olanak sağlayabilecek bir uygulamanın sağlanması olarak da değerlendirilebilir (Akdoğan, 2009: 201).

Nihayetinde Adam Smith “Milletlerin Serveti” adlı kitabının ikinci bölümünde şöyle demektedir: “Her devletin vatandaşları, devlet harcamalarına mümkün olduğu kadar, vergi ödeme güçleri göz önünde tutularak, yani devletin koruması altında elde ettikleri gelirle orantılı olarak katkıda bulunmalıdır” (Türk, 2002: 137).

Belirlilik İlkesi

“Kesinlik” adı da verilen bu ilkeye göre, her vatandaşın ödemek zorunda olduğu vergi; tutar, çeşit, ödeme zamanı, şekli, vb. bakımlardan keyfi değil kesin, açık ve belirli olmalıdır. (Edizdoğan, 2004: 228).

Vergi kuralları verginin ne zaman, nasıl ödeneceğini ve ödenecek tutarın nasıl hesaplanacağını açıkça belirlemelidir. Bununla birlikte vergi sistemi kuralları mükelleflere, neyin vergiye tabi olup olmadığını ve vergi oran veya oranlarının ne olduğu konusunda bilgi sağlamalıdır (Sağbaş, 2008: 209-210).

Uygunluk İlkesi

Uygunluk ilkesine göre vergi, mükelleflerden en uygun zamanda ve şekilde alınmalıdır. Mükellefler vergilerini öderken, vergi idaresinden kendilerine çeşitli kolaylıkların sağlanmasını istemektedir. İşte, bu isteklerin yerine getirilmesi sırasında “mümkün olduğu kadar kolaylık, gerektiği kadar sertlik” gösterilmesi gerekmektedir (Aksoy, 1998: 223).

Vergilemede İktisadilik İlkesi

Vergilemede iktisadilik ilkesi, vergilemenin maliyetinin mümkün olduğunca düşük olmasını ve vergilerin iktisadi hayatın işleyişini bozmamasını ifade eder. Vergilemenin maliyetinin düşük olması, toplanan vergilerin büyük bir bölümünün devlet hazinesine girmesini sağlamakla mümkün olur. Bu nedenle, vergi toplamak için yapılan giderlerin olabildiğince düşük tutulması gerekir.

Ayrıca iktisadilik ilkesi gereği, vergilemenin iktisadi hayatın işleyişini bozmaması ile vergilerin bireylerin karar ve tercihlerinde rasyonel olmayan sapmalara neden olmaması amaçlanır (Pehlivan, 2009: 145-146).

Modern Vergileme İlkeleri Mali İlkeler

Verimlilik İlkesi:

Vergilemede verimlilik (yeterlilik) ilkesi, vergilerin devlet tarafından yapılacak harcamaların finansmanının büyük bir kısmını karşılayacak düzeyde olmasını gerektirmektedir.

  • Esneklik İlkesi: Vergiler devletin gelir ihtiyacında meydana gelebilecek değişikliklere cevap verebilecek özellikte olmalıdır. İktisadi İlkeler Bu ilkeler, vergilemenin temel iktisadi amaçların gerçekleştirilmesine katkı sağlayacak nitelikte olmasını ifade eder. Devletin temel iktisadi amaçları, iktisadi büyüme ve gelişmenin sağlanması yanında, tam istihdam ile birlikte fiyat istikrarının sağlanması şeklinde özetlenebilmektedir.

Adalet İlkeleri

  • Eşitlik İlkesi: 1982 Anayasası’nın “Vergi Ödevi” başlıklı 73. maddesinde “Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır” denilmek suretiyle, vergilemede eşitlik ilkesinin önemi vurgulanmıştır. Yani, yükümlülerin vergi borçlarının tespitinde sahip oldukları ödeme güçlerinin dikkate alınması ifade edilir.
  • Genellik İlkesi: Vergilemede genellik ilkesi, hem vergi kanunlarında hem de anayasamızda hükme bağlanmıştır. 1982 Anayasası’nın “Vergi Ödevi” başlıklı 73.maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi vermekle yükümlüdür” denilmek suretiyle, “herkes” ifadesiyle vergilemede genellik ilkesine vurgu yapılmıştır.-
  • Yararlanma İlkesi: Bu ilkeye göre vergiler, devletin sunduğu hizmet karşılığı ödenen bir “bedel” veya “fiyat” olarak görülmekte ve bunların, kamu hizmetlerinden sağlanacak faydaya göre ölçülmesi öngörülmektedir. Günümüz itibarıyla, vergilendirmeyi tamamen yararlandırmak devletin adalet ilkesiyle bağdaşmaz.-
  • Ödeme Gücü İlkesi: 1982 Anayasası’nın “Vergi Ödevi” başlıklı 73. maddesinde “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi vermekle yükümlüdür” denilmek suretiyle, genellik ilkesinin yanı sıra, “mali güç” ifadesiyle ödeme gücü ilkesine vurgu yapılmıştır.

İyi Bir Vergi Sisteminin Özellikleri

Toplumların kabul edilmiş hedeflere ulaşmak istemelerine bağlı olarak, vergi sisteminin taşıması gereken nitelikler, vergileme ilkeleri olarak bilinmektedir. Adam Smith tarafından adalet, öngörülebilirlik, uygunluk ve iktisadilik olarak sayılan vergileme ilkeleri süreç içerisinde başka iktisatçı ve maliyeciler tarafından verimlilik, esneklik, şeffaflık, basitlik gibi yeni ilkeler eklenerek genişletilmiştir. Vergileme ilkeleri, iyi bir vergi sisteminde bulunması gereken özellikler olarak da anlaşılabilir. Buradan hareketle iyi bir vergi sisteminde bulunması gereken özellikler aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir.

  • Vergi sistemi ekonomik etkinliği bozmamalıdır. Vergilerin bireylerin ekonomik faaliyetleri üzerinde bozucu etkileri bulunmaktadır ve bu bozucu etkiler göz önünde tutulmalıdır.
  • Vergi sistemi basit ve idari maliyetleri düşük olmalıdır. Yönetsel maliyetleri düşük olan vergi sistemi tercih edilmelidir.
  • Vergi sistemi esnek olmalıdır. Vergi sistemi değişen ekonomik koşullar kolay uyum sağlayabilmeli, her türlü faaliyet kavrayıcı nitelikte olmalıdır.
  • Vergi sistemi şeffaf olmalıdır. Vergi sistemi içinde kimin ne kadar vergi ödediği net bir şekilde belirli olmalıdır. Vergi sistemi şeffaf olmazsa vergilerin adil olup olmadığı tespiti güçleşir.
  • Vergi sistemi adil olmalıdır. Bireyler genellikle vergi sisteminin adil olması hususu üzerinde durur. Vergi sisteminin adil olmaması yönünde bir değerlendirme varsa beyan usulü iyi çalışmaz, vergiden kaçınma yolları aranır ve kayıt dışı faaliyetler artar.

Etkinlik Kaybı

Etkinlik kaybının temel nedenlerinden biri, verginin tüketilmek istenen mal sepetinde arzu edilmeyen bir değişiklik yaratmasıdır. Örneğin, bir mal üzerine vergi konulması halinde genellikle hem üretim hem de tüketim tercihi vergisiz mallara doğru kayar. Dolayısıyla üzerinde vergi bulunan malın üretimi ve tüketimi azalır. Bu azalma, ileride detaylı olarak açıklanacağı üzere, hem alım gücünün düşmesinden hem de vergilendirilmiş malın ikame edilmesi isteğinden kaynaklanır. Sonuç olarak, vergiler genellikle tüketici tercihlerini etkileyerek refah kaybına ve etkinlik maliyetlerine yol açar. Ek olarak, etkinlik kaybının saptanması tek başına yeterli değildir.

Bu kaybın büyüklüğünün de belirlenmesi büyük önem arz etmektedir. Zira vergi gelirlerini aynı oranda artıracak iki farklı vergi arasında tercih yapılması gerektiğinde daha az etkinlik kaybı yaratacak vergi seçilecektir. Öte yandan uygulamada, daha fazla etkinlik kaybı yaratan verginin tercih edilmesi söz konusu olabilmektedir. Zira bir verginin etkinliğinin yanında sosyal veya siyasi tercihlere yakınlığı da önemli rol oynamaktadır. Ayrıca yüksek etkinlik kaybı yaratmasına rağmen daha adil veya daha az maliyetli bir vergi vatandaşlarca kabul görebilir. Etkinlik kaybına başka bir açıdan da yaklaşmak mümkündür. Şöyle ki vergi ile bireylerin mal demeti ve bireyler arasındaki fayda dağılımında etkiler ortaya çıkar. Vergi öncesi mal demeti ve fayda düzeyindeyken, mal demetini değiştirip bu yeni demeti bireyler arasında dağıtmak suretiyle bazı bireylerin daha yüksek bir fayda seviyesine çıkması sağlanabiliyorsa (diğerleri kötüleşmeden) vergide etkinlik kaybından söz edebiliriz.

Optimal Vergileme

Vergilemede, talep esnekliği düşük malları daha yüksek vergi oranına, talep esnekliği yüksek malları ise düşük vergi oranına tabi tutarak esnekliği arttırmak mümkündür. Buna “Ramsey Kuralı” denir. Ancak bazı sakıncaları vardır:

  • Malların esnekliğini belirlemek zordur.
  • Üreticiler kendi ürettikleri mallar üzerindeki vergi oranlarını düşürmek için siyasilere baskı yaparlar.
  • Uyum maliyetlerini ve idarenin yönetim maliyetlerini arttırır.
  • Eşitlik sorunları yaratır. Zira zorunlu malların esnekliği düşük, lüks malların esnekliği yüksektir.

KAYGAN ZEMİN TEORİSİ

Vergilemede optimal bir vergileme isteniyorsa; optimal vergilemenin bir önemli unsuruda karşılıklı güven ortamanın oluşmasına bağlıdır. İş bu durumu en güzel açıklayan teorilerden biri de Kaygan Zemin Teorisi dir. Teoriye göre;

İdarenin gücünün ve idareye duyulan güvenin; mükelleflerin vergiye karşı algı, tutum ve davranışları üzerindeki etkisi Kirchler, Hoelzl ve Wahl (2008) tarafından kaygan zemin yaklaşımı çerçevesinde incelenmiştir. Kirchler, Hoelzl ve Wahl’a göre vergi idaresinin tutumu mükelleflerin vergi ödeme kararları üzerinde kişisel ve sosyal faktörlere nispetle daha etkilidir. Vergi idaresine duyulan güven ve idarenin gücü arasındaki denge vergi uyum düzeyinin temel belirleyicisi olmaktadır.

SONUÇ

Bir ülke için en önemli gelir kaynaklarından biri vergidir. Tüm ülkelerde olmazsa olmaz zorunlu bir gelir kaynağıdır. Ülkenin vatandaşları tarafından ödenen vergiler; ülkenin kalkınmasından ülkenin gelişimine, ülkenin alt yapı ve üst yapı yatırımlarından tutun da ülkenin siyasi yapısına kadar tüm etkenleri barındıran bir gelir kaynağıdır.

Vergilerin önemi bu kadar büyükken ve ödeyecek olan mükellefi de ülke vatandaşları olduğu için vergilemenin şeffaf, adil, gelir dağılımı ilkesine uygun bir şekilde olması çok önemlidir. Çünkü vergileme de adil olmayan, gelir adaletine uymayan ve şeffaf olmayan konular vergi ödeyecek olan mükellefleri; vergi ödememeye hatta vergi kaçırmaya zorlar ki bu durum da ülkenin kayıt dışı ekonomiye evirilmesine yol açacaktır. Bu durumda ekonomik açıdan ve hatta ülkenin huzuru açısından hiç iyi sonuçları olmayan olaylar yaşamasına neden olacaktır.

Önemli olan hakça hakkaniyetli, ülke ekonomisine katkı sağlayan , üretimi destekleyen ve ülkenin büyümesine ve kalkınmasına yardımcı olacak vergileme yöntemlerini mükelleflere sunmaktır.

Vergileme bir ülke için her şeydir; yeter ki vergileme ülkeler için doğru şeffaf adil, gelir adaletini sağlayıcı şekilde oluşturulsun.

Son olarak vergilemeyle alakalı en güncel teorilerden biri olan ve vergide adalet ilkesinden bahseden bir teori olan “Kaygan Zemin Teorisi (slippery slope framework)” nden bahsetmemiz gerekirse; vergi adaleti yani vergi ödeme sorumluluğu her şeyden önce devletle mükellef arasındaki güven ilişkisine bağlıdır. Bu güvenin sonucunda vergi gönüllüğünün yani vergi ödeme sorumluluğunun daha belirli bir biçimde sağlanması mümkün olmaktadır.

KAYNAKÇA

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1349980

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/226732

https://www.mevzuatdergisi.com/1999/09a/03.htm

http://www.meritymm.com/wp-content/uploads/2013/05/vergilemeetkinlik.pdf

https://www.researchgate.net/publication/358962812_IKTISADI_GELISME_VE_VERGILEME

16.10.2024

Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)

>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.

>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.


GÜNDEM