Malumunuz, dünyanın bu aralar gündemi Koronavirüs nam-ı diğer Covid-19. En son olayın adını Dünya Sağlık Örgütü “Pandemi” olarak koyduktan sonra tabiri caizse tüm dünyada gerek vatandaşlar, gerekse de devlet yetkilileri ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar. Gözle görülmeyen, elle tutulmayan, sesi duyulmayan, kokusunu alamadığımız ancak var olduğundan şüphe duymadığımız bu virüsün nereden, nasıl ve durup durup neden bugün çıktığı konusunda çok da inandırıcı cevapları sanırım hiçbir zaman tam olarak bulamayacağız. Tüm dünyayı eve kapatan bu virüsün ailemize ve kendimize daha fazla zaman ayırmamızı sağlamak gibi bir faydası da olmadı değil aslında. Üzerine bir de daha az zamanda daha düşük maliyetlerle iş yapmaya imkan veren home office çalışma şekline alışmamızı da ekleyecek olursak, mevcut iş modellerindeki diğer değişim ve teknolojik dönüşümlerle birlikte uzun vadede faydasının daha fazla olmasını beklemek dahi mümkün. Farklı şekillerde daha uzun süreyle devam edeceğini de bilerek bu yeni sürece en hızlı ve profesyonel şekilde adapte olan ülke ve işletmelerin rakiplerini elemesi ve daha da güçlenerek çıkabilmesi mümkün. Bu anlamda uzun süredir filmlerde görmeye alıştığımız bu tarz biyolojik salgınların dünya gündeminde bundan sonra zuhur etme olasılığının da yüksek olduğunu düşünürsek sağlık alanındaki yatırımların uzun vadeli yapılması, hastalığın yayılmasını önlemek üzere toplu şehir hastaneleri yanında lokal, izole ve mobil hastanelere de yatırım yapılması güzel bir olay. Yine mümkün mertebe insanların bir araya gelmesini gerektirmeyen iş modellerinin –başta denetim, danışmanlık, iletişim, yönetim ve organizasyon olmak üzere- bu sürece kalıcı olarak uyum sağlaması da çok önemli.
Bu konularda söylenebilecek çok şey var ama uzmanlık alanımız olmadığı için şimdilik bu kadarıyla yetinip konumuza dönelim. Geçmeyen bir hafta yok ki yerel ve uluslararası hükümetler salgınla mücadele için yeni veya ek bir tedbir açıklamasın. Ülkeler çok hızlı ve kararlı tedbirler alarak sağlık yönüyle salgının büyüme hızını düşürmeye çalışırken ekonomi yönüyle de kamu maliyesine olumsuz etkisini minimize etmeye gayret ediyorlar.
Lafı uzatmadan konuyu vergiye getirelim, verilen bu mücadeleyi başlangıç, pandemi, geçiş ve pandemi sonrası dönem şeklinde 4 döneme ayırdığımız durumda bu dönemlerde de hükümetler açısından en fazla kullanılması gereken ve kullanılan argüman vergi olmaktadır. Bu manada vergi politikasının maliye politikası içerisindeki önemi tartışılmaz. Doğrudan verilen parasal teşvikler, sektörel kredileri ve ertelemeleri bir kenara bırakırsak geriye en önemli politika aracı olarak vergi politikası kalıyor. Malumunuz henüz vergi oranlarında havayolu sektörü haricinde ciddi bir vergi indirimi göremedik. Alınan tedbirler genelde beyan ve ödeme sürelerinin uzatılmasına dönük düzenlemeler. Bu aralar KDV iadelerinin hızlandırılması gündemde olmakla beraber nasıl sorusuna da henüz bir yanıt bulunabilmiş değil. Temcit pilavı misali Devreden KDV’nin iadesi de gündemimize yine girmekle beraber kağıt üzerindeki 200 milyarlık bir devreden KDV iadesinin yapılmasını da çok mümkün görmüyoruz. Çünkü ihtiyacı olan olmayan ayrımı yapmaksızın sadece Devreden KDV’si olan sektörlere yapılacak bu kadar yüklü bir desteğin verimsizliği tartışmasız olacaktır.
Bizim Temel uluslararası bir toplantıya ülkemizi temsilen katılır. Devletin topladığı vergilerin kriz döneminde nasıl dağıtılması gerektiği tartışılmaktadır... Konuşmacılardan biri Amerikalı, biri İngiliz, biri de bizim Temel. Amerikalı vatandaş söz alır ve der ki:
“Bizim ülkemizde önce yere bir çizgi çizeriz ve sonra topladığımız vergileri havaya atarız. Çizginin soluna düşen paraları halka veririz, sağ tarafta kalan devlete kalır.”
Derken İngiliz sözü alır ve “İngiltere’de biz de ona benzer bir uygulama yaparız. Önce yere bir daire çizeriz. Halktan toplanan vergileri havaya atarız. Dairenin dışında kalan halka verilir, dairenin içine düşenleri devlet için kullanırız.”
Sıra bizim Temel’e gelir ve başlar anlatmaya, “bizde daha kısa oluyi. Bi kere öyle yere çizgi çizmezzük. Bizde devlet halktan toplar paralari... Atar havaya. Yere düşenleri devlet alır... Havada kalanları halka dağıtiruz..”
Sorun çok boyutlu olduğu gibi çözüm ve tedbir imkânlarının da çok boyutlu olması gerekiyor ki sadece maliye politikası değil para politikasının da Merkez Bankası öncülüğünde eşgüdümlü olarak kullanılması gerekmektedir. Bunların hepsinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmekle beraber konuyu daha da sınırlı tutarak lokal alanda vergi yönüyle yapılabilecekler konusunda birkaç örnek verelim.
Gelir vergisinin ilk maddesi vergiye tabi olacak gelirin tanımına ilişkindir ve tüzel kişiler açısından da Kurumlar vergisinde benzer ilkeler söz konusudur. İlgili madde “Gelir, bir … kişinin bir <takvim yılı> içerisinde elde etmiş olduğu kazanç ve iratların safi tutarıdır.” der. Özetle gelir “yıllık olarak hesaplanır” der Kanun, der demesine de… sonra başlar ama “unut o söylemi, ben geçici vergi diye bir şey çıkardım, sen kazancını 3’er aylık hesaplayıp beyanı ver ve öde hemen” der. Sonra bu da yetmez stopaj denilen bir uygulama ile daha kazanç oluşmadan hasılatı elde ederken vergisini keser, anında tahsil eder… Bunlar tabi ki mükellef aleyhine.
Ama bir de mükellef lehine olarak bu yıllık olma ilkesi bozulur: Örneğin yıllara sari inşaat işlerinde vergilendirme dönemi iş uzadıkça uzar. Sanki devlet vergiyi işin sonunda alacakmış gibi Kanun yazmıştır. Lakin stopaj yoluyla bırakın yıllığı anlık olarak bu vergiyi fazla fazla alır devlet. İş işten geçtikten yıllar sonra da “Fazla ödedik” der iadesini istersiniz, size bir güzel incelemeye alırlar… Eğer ki sağ salim çıkarsanız bu incelemeden, neticesinde fazla ödediğiniz bu parayı stopaj yoluyla ödedikten birkaç sene sonra nominal değeri ile faizsiz olarak geri alabildiğinize şükredersiniz.
Bir de gelir ve kurumlar vergisinde zarar taşıma diye bir olay vardır. Ama bunun az veya çok mükellef lehine olduğu tartışmasızdır. “Bu yıl zarar ettin, zarar senin zararın seneye kar ettin vergini alırım..” demez, devlet baba. Babalığını gösterir ve der ki “Zarar ettiğin zaman sonraki 5 yıl içerisinde tekrar kar edecek olursan ettiğin bu zararı gelecek yılların karından düşebilirsin.” Örneğin 2 yıl 100x2=200 TL zarar ettiniz, ancak 3. yıl 200 TL kar ettiğiniz durumda devlet sizden geçmiş zararlarınız dolayısı ile 3. yılınızdaki karınızdan vergi istemez.
Nasıl yani demeyin. Şöyle ki işler önce iyi gitti 3 yıl kar ettiniz ve devlete verginizi tıkır tıkır ödediniz. Daha sonra uluslararası piyasalardı, Suriye savaşıydı, kur atağıydı, Rusya’ydı, ABD’ydi, virüstü derken… zararlarınız arka arkaya gelmeye başladı… Likidite ve borç ödeme krizine girdiniz… Şimdi ne olacak?
Bu durumda Kanunun bu hükmü der ki “Geçmiş geçmişte kaldı cancağızım, geleceğe bakmak lazım. Toparlan kar et, o zaman eksik vergi ödersin.” Mükelleflerimiz de bu durumda haklı olarak derler ki “iyi de, krizden çıkıp kar etmeye başladıktan sonra vergimi zaten öderim, krizdeyken neden yanımda bulamıyorum seni Ey Devlet!”
Öğrenegeldiğimiz şekilde düşünmeye alışkın olduğumuz için bu basit çözüm nedense aklımıza bir türlü gelmez. 5 ileri vites gibi ileri taşınabilen bu zararlar neden geri vitese alınıp da geriye taşınmasın? Öyle ya şanlı Osmanlı bile mehter marşında 2 ileri gittikten sonra 1 geri gitmiştir.
Şöyle ki aslında kazanç denilen hadise bir dönemle sınırlı değildir. Gerçek kişi açısında bu gerçek kişinin ömrüyle, tüzel kişi açısından ise tüzel kişiliğin başlangıcından sonuna kadar geçen süreye mahsustur ve kazançtan bahsedebilmemiz için gerçek ve tüzel kişinin tüm hayatı boyunca elde ettiği gelire bakılması da çok mantıksız olmasa gerek. Konuyu uzatmadan söyleyelim: “Eğer geçen sene devlete fazla vergi ödediysem ve bu sene zarar ettiysem devleti kötü günümde de yanımda göreyim, en azından ödediğim vergi kadarını bana iade etsin” talebi haklı olduğu kadar makul bir taleptir aslında…
Gayet basit sistemi tersten düşünelim ve “Eğer 2 yıl kar ettiysem eğer mükellef olarak, örneğin 2x100=200 TL bunun üzerinden de 44 TL vergi ödediysem, 3. yıl 200 TL zarar ettiğimde devlet bu benden aldığı 44 TL’yi bi zahmet beyannamemi verdiğim gün bana geri versin, üstelik mahsuben de değil nakden! Eğer bir denetim ve kontrol yapmak istiyorsa da paramı geri verdikten sonra yapsın bir zahmet. Çünkü ben devlete vergiyi verirken bu parayı acaba gerçekten hakettiler mi diye bakmadım!”
Devlet açısından ise sahtekârlığın ve sistemi suistimalin önüne geçerek iyiniyetli ancak krizden etkilenen esnafı korumanın güzel bir yöntemi. Çünkü mükellefe vereceğiniz iade mükellefin size nakit olarak ödemiş olduğu paradan daha fazla olamaz. Üstelik uzun vadede de eğer işletme ayakta kalabilirse gelecekteki bu mahsup imkanını bugünden kullanarak kendisine finansman sağlarken, kriz sonrası dönemde ise bu uygulama devlet açısından otomatik stabilizatör etkisi göstererek gelir ve kurumlar vergisi yönüyle matrah azaltıcı bir unsuru aradan çıkarmış ve daha stabil bir gelir elde etmiş olur.
Aynı mantıkla Devlet, Ödenecek KDV’niz çıktığı durumda sizden bir sonraki ay hemen ödemenizi isterken Devreden KDV’niz çıktığı durumda ise -ihracat, indirimli oran vb. istisnalar hariç olmak üzere- “İlerde çıkacak KDV’lerine mahsup et!” der. Özellikle piyasanın durması nedeniyle elinde stokları şişen mükelleflerin kanayan yarasıdır bu. Devlet bu zor günlerinde yanlarında değildir ve “Sen kendini kurtar ilerde toparlarsan hesaplaşırız.” der. Burada da aslında sırf mevcut kriz dolayısı ile malını satamayan veya ucuza satan mükelleflere benzer bir işlem yapılabilir. Devreden KDV’nin tümünü iade etmek devlet açısından hem bütçeye fazla yük getirir, hem de Kaçakçısı-Göçekçisi demeden hepsi iade alabilir. Bu da yetmezmiş gibi bir de bu kadar çok sayıda mükellefin gerçek durumunun tespiti çok zordur. Ama geçmiş 5 yılda KDV ödemiş olan bir mükellefin nakit ödediği KDV kadar Devreden’inin iadesine izin verilmesi toparlanma sürecindeki mükelleflere çok ciddi bir hayat suyu olacaktır. Üstelik hesabı da basittir.
Arka arkaya ekonomik krizler yaşayan ülkemizde bu krizler yetmezmiş gibi bir de Global Pandemik Krizin etkisi sürerken ihtiyacı olan işletmelere dönük selektif ve verimli teşviklerin bulunabilmesi ve kriz yüzünden batmak zorunda kalan şirketleri kurtarırken zaten mali yapısı sağlam olmayan ve/ya kaçakçı şirketlerin de doğal seleksiyona tabi tutulmasını sağlamak mantıklı bir hedef olarak belirmektedir. Bu konuya çok sayıda çözüm bulunabilmekle beraber bizim önerimiz:
mümkün hale getirilmesi krize vergi politikası ile müdahalenin güzel iki örneği olabilir. Bu önerilerin sadece krize karşı alınacak tedbir olarak değil aynı zamanda yaşanmakta olan vergisel sorunlardan bir kısmına da kalıcı ve uzun vadeli bir çözüm getirebileceğini düşünüyoruz.
NOT: Makalemiz www.vergisorunlari.com.tr adresinde yayınlanmıştır.
27.04.2020
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.