Vergi sistemimizde üç temel USUL YASASI bulunmaktadır. Bunlar;
Hukukun genel ilkelerinden biri, “Usulün esasa takaddümüdür” . Yani, usul esasın önünde gelir. Yasalarla düzenlenmiş usule uygun olmayan durumlarda yapılacak idari işlemler, haklı olunsa bile hukuka aykırı kabul edilir. Zira hukukta “usul” işlemin de yargılamanın da biçimini ifade etmektedir.
Amiyane tabirle, “Eğri bacanın dumanı doğru tütmez.”
Vergilemeye ve tahsilata bağlı idari işlemler (ki bu işlemler, öncelikle, Anayasal bir hak olan “Mülkiyet Hakkını” etkilediğinden) hukukun bu temel esasına aykırı olamaz.
Konuya bu açıklama ile girmemizin nedeni, son zamanlarda amme alacağının tahsili adına yapılan bazı idari işlemlerin usule uygun olmadığına dikkat çekmek içindir.
6183 sayılı Yasa, esas olarak, verginin usul hukukunun devamı niteliğindedir. Vergi Usul Kanununa göre tahakkuk etmiş, ödenmesi gereken hale gelmiş, ödeme süresi geçmiş vergi ve cezalarla bunlara ait zam ve faizlerle, vergi dışı olmasına rağmen tahsilat yetkisi vergi idaresine bırakılmış diğer amme alacaklarının tahsil usulünü düzenlemektedir.
6183 sayılı Yasada, henüz tahakkuku sağlanmamış amme alacaklarını ilgilendiren tek düzenleme, amme alacağını koruma amaçlı “ihtiyati tahakkuk” uygulamasıdır. Bunun da özel şartları vardır. İhtiyaten tahakkuk sağlandıktan sonra bunun, “ihtiyati haciz” yoluyla “tahsilat hukuku içine alınmaması ve uzun süre bekletilmesi mükellef hukukuna/haklarına aykırılıktır. Bir nevi “İdari Mobing” durumu ortaya çıkmaktadır.
6183 sayılı Yasa, esas olarak “cebri icra” dediğimiz zorlamayla tahsilat yöntemini düzenler. Verginin Usul Hukukunda olduğu gibi pişmanlık, ceza indirimi, uzlaşma vs. yöntemleri bu Yasada yoktur. Sadece, zorlamayla tahsilat yapılırken borçlunun hukukunun da dikkate alınmasını şart kılar. Bunlar, tecil, taksitlendirme, bazı mal, hak ve alacakların haczedilmemesi, hacizli malların tasfiyesi, üçüncü şahıslar nezdinde yapılacak hacizlerin usulü gibi düzenlemelerdir.
Amme alacaklarının tahsilinde “zora dayalı” uygulama ödeme emri ile başlar. Ödeme emri, amme alacağının muhatabını belirler yani amme borcunu kişiselleştirir.
Çoğu zaman yanlış anlaşıldığı gibi, haciz uygulaması ödeme emrinin önünde bir işlem değildir. Zira, Yasanın, haczi düzenleyen 62. Maddesine göre, ödeme emrinde belirtilen amme alacakları haciz yoluyla tahsil edilir.
Haczin temel uygulama biçimi “haciz tutanağı” düzenlemek suretiyle yapılmasıdır. Her halükarda, amme alacağının bir ödeme emrine bağlanmış olması gerekmektedir.
Ödeme emrinden önce yapılabilen iki tür haciz işlemi vardır. Bunlar, İhtiyati Haciz (amme alacağının korunması maksadıyla yapılan haciz) ve Haciz Bildirisi ( üçüncü kişilere amme borcundan sorumlu olduğunu bildirmek amaçlı haciz yazısı) dir. Her ikisi de “tedbir amaçlı” haciz uygulamasıdır.
Bizim bu çalışmada üzerinde durmak istediğimiz konu, üçüncü kişilerin nezdinde olan amme borçlusuna ait mal ve/veya hakların haciz bildirisi yoluyla haczedilmesidir.
Amme alacağının tahsili için son derece katı biçimde düzenlenmiş olan 6183 sayılı Yasa, üçüncü kişiler nezdinde yapılacak haciz işlemleri için oldukça hassastır ve üçüncü şahısların amme alacağından müteselsil borçlu/sorumlu hale getirilmesini özel şartlara bağlamıştır.
Tescile tabi mal ve haklar konusunda, tescil makamlarına (Tapu, trafik İdaresi, Saklama Bankaları gibi) haciz bildirisi gönderilerek, amme alacağının korunması sağlanmaktadır.
Amme borçlusunun özel hukuk kişileri nezdindeki haciz işlemleri ise 79. Maddede ayrı bir biçimde düzenlenmiştir. Bu şekilde bir düzenlemenin amacı sadece amme alacağının tahsili için zorlayıcı yöntemler kullanılması değil, müteselsil borçlu haline getirilen üçüncü kişilerin hukukunun da korunmasıdır.
Bu şartları esas olarak şu şekilde kategorize edebiliriz;
Kanunun 79. Maddesindeki düzenleme doğrudan HACİZ TATBİKİ DEĞİL, ASIL BORÇLU HAKKINDAKİ HACİZ İŞLEMİNİN ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE YAZILI OLARAK BİLDİRİMİDİR.
Bu nedenle, Haciz Bildirisine karşı gerekli cevabı veren, açıklamayı yapan ve belgeleri ibraz eden kişiler için aynı haciz bildirisine dayanılarak ödeme emri düzenlenemez.
Zira;
6183 sayılı Kanunun, ödeme emrini düzenleyen 55. Maddesine göre “ Borcunu vadesinde ödemeyenlere ait malları elinde bulunduran üçüncü şahıslardan bu malları 15 gün içinde bildirmeleri istenir.”
62. maddesinde ise “ Borçlunun, mal bildiriminde gösterilen veya tahsil dairesince tespit edilen borçlu veya üçüncü şahıslar elindeki menkul malları ile gayrimenkullerinden, alacak ve haklarından amme alacağına yetecek miktarı tahsil dairesince haczolunur. “ denilmektedir.
Bu genel düzenlemeler de gösteriyor ki, üçüncü kişilere karşı, sadece haciz bildirisi göndermekle yetinilmeyecek, ödeme emri de düzenlenerek, amme alacağı için cebri icra başlatılacaktır.
(Burada kafa karıştıran bir husus vardır. 79. Maddeye göre haciz bildirisine karşı 7 gün içerisinde cevap verilecek/açıklama yapılacaktır. Ancak 55. Maddeye göre ödeme emrine karşı 15 günlük sürede mal bildiriminde bulunulacaktır. Haciz bildirisi üzerine ayrıca ödeme emri düzenlenmesi bir zorunluluk olduğuna göre her iki sürenin de ayrı ayrı dikkate alınması gerekmektedir. Mali İdare bu konuda, sorun çıkmaması için haciz bildirisi ekinde ödeme emri de tebliğ ederek sorunu çözmeye çalışmaktadır.)
6183 sayılı Yasanın 79. Maddesinde; “ Üçüncü şahıs, haciz bildirisi üzerine yedi gün içinde alacaklı tahsil dairesine itiraz ettiği takdirde, alacaklı amme idaresi bir yıl içinde, üçüncü şahsın yaptığı itirazın aksini genel mahkemelerde açacağı davada ispat ederek,.. amme alacağının ödenmesini …ve cezalandırılmasın isteyebilir.” Denilmektedir.
Bu hükme göre, haciz bildirisine veya tutarına YAZILI OLARAK itiraz/açıklama yapıldıktan sonra, üçüncü kişilerin artık “haciz yükümlülüğü” kalkmaktadır.
79. Maddenin bu açık ifadesine rağmen vergi dairelerinin, yasal sürede gerekli açıklamayı yapan üçüncü kişiler için ödeme emri düzenleyerek takip işlemini 6183 sayılı Yasa kapsamında sürdürmeye çalıştığı görülmektedir.
Halbuki;
6183 sayılı Yasanın 79. Maddesi kapsamında, haciz bildirilerinin, üçüncü kişi nezdinde önceden belirlenmiş, varlığı kesin olan ve hemen haczi kabil bulunan mal ve haklarla ilgili olduğu göz ardı edilmemelidir.
Varlığı, niteliği ve tutarı önceden kesin biçimde belirlenmeyen bir mal ve hak için üçüncü kişi nezdinde haciz bildirisinde bulunulamaz.
Haciz bildirisinde gösterilen amme alacağı/vergi borcu tutarı, üçüncü kişi nezdinde olduğu tespit edilen tutardan fazla olmamalıdır.
79. maddeye göre, hamiline yazılı çekler, cirosu kabil çek ve senetler haciz bildirisine konu edilemez. Zira, bu çek ve senetler, alacaklıya verildikten sonra akıbetinin ne olduğu bilinemez. Bunlar içinde vadeli çekler bile bulunsa, muhatabına verildikten sonra geri çekilemez. Bankayı sorumlu tutmak da doğru olamaz. Nama yazılı bile olsa çekler nakit hükmündedir. Ayrıca, çekin karşılığını bankadan alacak kişi farklı ise bankanın da yapabileceği bir şey yoktur.
Şu konunun üzerinde de biraz durmak istiyoruz. Bazı olaylarda, haciz bildirisine karşı açıklama yapılırken, “şimdi yok ama daha sonra olursa borçluya değil size ödeme yaparız.” Mealinde ifadeler kullanılmaktadır. Bu ifade gereksizdir ve mali idareye de sürekli takip hakkı vermez.
Haciz bildirisi, idareye, üçüncü kişiler nezdinde sürekli bir talep ve takip hakkı yaratmaz.
Üçüncü kişilerin, o tarihte vermekle ya da ödemekle zorunlu olduğu tutarlar üzerine haciz uygulanabileceğinden, daha sonraki zamanlarda doğacak ödemeleri de kapsayacak şekilde ve süresiz biçimde haciz bildirisi düzenlemez.
Haciz bildirisi bir TEMLİKNAME değildir. Gelecekte yapılabilecek ödemeleri kapsamaz. (Ücret, tazminat, kar payı gibi mahiyeti ve zamanı önceden belli ödemeler konusunda haciz bildirisi ileriye dönük olabilir ama bunun da sürekliliği yoktur. )
Konuyla ilgili Danıştay Kararları ile Danıştay Vergi dava Daireleri Kurulu Kararlarında (örneğin, DVDDK E.2007/336, K. 2008/168 sayılı, E.2020/1066 K. 2020/1609 sayılı Kararları) konu değerlendirilirken temel ilke olarak “idarenin zorlama yöntemlerle değil, objektif ve iyi niyet kuralları çerçevesinde araştırma yapması” üzerinde durulmaktadır.
Buna göre;
“ asıl borçlu ile üçüncü kişi arasında gerçekleşen bir ticari alışverişe dair ödenmemiş bir alacak ve hakkın varlığının tespiti için İdarece objektif İyi niyet kuralları çerçevesinde üzerine düşen araştırma yükümlülüklerini yerine getirmesi, alacak ve hakkın bulunduğu ve henüz ortadan kalkmadığı konusunda önemli bulgulara ulaşması ve ancak bu aşamadan sonra üçüncü kişiye haciz bildirisi ile yönelmesi gerekmektedir. “
Somut olarak alacağın kendisi, tutarı ve tarihi ortaya konulmayan ve bir hak ve alacağın doğduğu yönünde kuvvetli veriler bulunmayan bir ticari ilişki nedeniyle üçüncü kişilerin sonuçta haklı çıksalar dahi yargı sürecine maruz kalmaları idarenin yaptığı işlemler ve eylemler bakımından hukuka bağlı olduğunu gösteren ve Anayasanın 2. maddesinde önemle vurgulanan hukuk devleti ilkesi, idarenin somut bir ticari ilişki ortaya konulmadan haciz bildirisi düzenleyemeyeceği gereğini önemli bir şekilde ortaya koymaktadır. (Bu açıklamalar, Bs formlarından hareketle haciz bildirisi düzenlenmesinin hukuksuz olduğunu açıklamak için yapılmıştır.)
Konuyla ilgili Danıştay kararlarında İdarenin her ilişki emaresi gördüğü durumlarda haciz bildirisi düzenleme yoluna gitmesinin Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde vücut bulan "Objektif İyiniyet" ilkesine aykırı olduğu ve iptal sebebi olduğu vurgulanmaktadır.
18.03.2025
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.
>> YILIN KAMPANYASI: Muhasebecilere Özel Web Sitesi 1.249 TL + KDV Ayrıntılar için tıklayın.