Alacağın temliki konusu 6098 sayılı Borçlar Kanununun 183 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
B.K. 183’üncü maddesine göre, kanunla getirilmiş bir kısıtlama, sözleşme ile konulmuş engelleyici bir durum veya işin kendisinden kaynaklanan engeller söz konusu değilse alacaklı /hak sahibi, borçlunun rızası olup olmadığına bakmaksızın bu hakkını ya da alacağını üçüncü bir kişiye devredebilir. Bu durum, mülkiyet hakkının kullanımına ilişkin, “özgür irade ile tasarrufta bulunabilme” kolaylığının bir sonucudur.
Alacağın temlikinde ortaya çıkan ilk sonuç alacaklının değişmesidir. Temlik olunan alacak hakkı devralana yani üçüncü kişiye geçer. Mülkiyet hakkını devralan kişi doğmuş ya da doğacak alacaklar üzerindeki mülkiyet hakkını, temlik eden de dahil olmak üzere herkese karşı ileri sürebilir. “Alacaklı” sıfatını kazandığından, o alacak için var olan her türlü hukuki haktan yararlanabilir.
Bir alacağı veya hakkı devralan (temellük eden) kişi doğmuş ya da doğacak olan alacaklar üzerindeki hakları kesin olarak iktisap edeceğinden bu alacaklar üzerinde “tasarruf etme” hak ve yetkisini de kazanmaktadır. Dolayısıyla, temlik yoluyla elde edilen bu alacaklar bir başkasına da temlik edilebilir.
Temlik işlemi ile temlik eden yani alacağını devreden kişi borç-alacak ilişkisinden çıkmakta ve onun yerine “alacağı devralan” 3. Kişi geçmektedir.
Gerek tarhiyatın usulüne ilişkin düzenlemelerin yer aldığı Vergi Usul Kanun'unda gerekse tahsilat kurallarını düzenleyen 6183 sayılı “Tahsilat Usulüne ilişkin Yasa”da vergi iade alacaklarının üçüncü kişilere temlikini engelleyen herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Dolayısıyla doğmuş veya doğacak vergi iade alacakları da temlikname konusu olabilmektedir.
6183 sayılı Kanunun 21.maddesinde yer alan düzenleme, amme alacaklarına öncelik tanımayı (rüçhan hakkı) ve amme alacaklarının korunmasını düzenlemektedir. Bu maddeye göre, “Üçüncü şahıslar tarafından haczedilen mallar paraya çevrilmeden evvel o mal üzerine amme alacağı için de haciz konulursa bu alacak da hacze iştirak eder ve aralarında satış bedeli “garameten” taksim olunur. Genel bütçeye gelir kaydedilen vergi, resim, harç ile vergi cezaları ve bunlara bağlı zam ve faizler için tatbik edilen hacizlerde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 268 inci maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi hükmü uygulanmaz”
Bu madde, esas itibariyle, kamu alacağı için haczedilen mallar üzerine, haczedilen malların satış sırasında bile alacağın tahsili için “müdahil” olması halinde, amme alacağına bir rüçhan (öncelik) hakkı tanımakla beraber, düzenlemenin amacı ve usulü farklıdır.
6183 sayılı Yasanın 21. Maddesine göre garameten (oransal olarak) hacze iştirak edebilmek için ortada 3.kişilerce uygulanmış bir haciz olması gerekmektedir. Vergi iade alacağının temlikinde her zaman bir haciz uygulaması söz konusu değildir.
Ayrıca, madde, birinci sıradaki temlik gibi hacizden önce tesis edilmiş bir hakkın bulunması durumunda ne olacağını açıkça belirtmemektedir. Bu nedenle genel esaslara gidilmesi tavsiye edilmektedir.
Dolayısıyla, “haczedilen malların” satış bedelinden öncelikle temlik alacaklısının alacağının ödenmesi, temlik alacağından sonra bir tutar kalması ve kalan bu tutarın da amme alacağı ile birlikte diğer haciz alacaklarını bütünüyle karşılamaması durumunda, kalan tutarın amme alacağı ile temlik alacaklısından sonra gelen ilk üçüncü kişi haczi arasında garameten paylaştırılması gerekmektedir. Şu halde, temlik konusu alacağa - hacizlerden önce olması koşuluyla- öncelik verilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Vergi iadesinden doğan alacakların temliki konusunda vergi usul yasalarında özel bir düzenleme olmadığı için bu alacaklar için 2004 sayılı İcra İflas Kanununa baş vurulmaktadır.
İcra ve İflas Yasasına göre doğmamış alacakların temlikinin de mümkün olması nedeniyle, vergi dairesinden, henüz kesinleşmemiş ancak “doğacak olan” iade alacakları da üçüncü kişilere devredebilmektedir.
Bu durum özel bir konudur. Zira, İcra ve İflas Hukukuna göre “Doğmamış Alacak” için icra takibi başlatılamayacak ancak doğmamış alacak temlik edilebilecektir.
Dolayısıyla henüz doğmamış ya da kesinleşmemiş alacaklar için icra takipleri hukuken geçersiz kabul edilecek ancak kesinleşmemiş vergi iade alacağının temliki hukuken geçerli kabul edilecek ve sıralamada öncelik temlikin olacaktır.
Bu durum, vergi dairesinden alacağı olanların iade alacağını temlik ederek icraya/hacze engel olup olamayacağı tartışmasına yol açmaktadır. Verginin tarh yada tahsil usulü hukukunda bu konuda bir düzenleme olmaması, İcra ve İflas Yasasında da aksine bir düzenleme bulunmaması öne sürülerek bu durumun mümkün olabileceği -yaygın şekilde- ileri sürülmektedir.
Şu halde vergi iadesinden doğan alacağın temlikinin, iade alacağının kesinleşmesi ya da ödenebilir safhaya gelmesinden önce yapılması önem taşımaktadır. Zira, kesinleşen bir iade üzerinde temlik işlemi ve haciz talepleri varsa bu taleplerin vergi dairesine giriş önceliğine bakılmaktadır.
Bir çok alacaklı, borçlunun vergi dairesinden olan iade alacağını takip etmekte ve iadenin yapılabilir hale gelmesi durumunda, alınan haciz kararlarını temlik yazılarından önce idareye vermeye çalışmaktadır.
Ancak, temlik gibi haciz kararının (veya bildirisinin) vergi dairesine ibraz edilmesi durumunda, vergi idaresi, o sırada kesinleşmiş bir vergi alacağı yoksa, örneğin inceleme veya işlemler devam ediyorsa, ortada iadesi kesinleşmiş bir alacak olmadığı için haciz taleplerini işleme koyamamaktadır. Özellikle haciz kararları anlık bildiri ve kararlar olduğu için sonuçsuz kalmaktadır.
Mahkemelerce verilmiş olan tedbir kararları ise haciz kararına göre daha kalıcı bir etki yaratabilmektedir. Tedbir kararları niteliği itibariyle geleceğe dönük eylem ve işlemleri de kapsadığı için, henüz kesinleşmemiş iade alacaklarının ödenebilir hale gelmesine kadar etkili olacağı düşünülmektedir.
Temlik işlemi ise bir anlık işlem talebinin ibrazı niteliğinde değil, bir hakkın vergi idaresine bildirilmesi olduğundan, idarenin bu bildirimi reddetmesi söz konusu olmamaktadır. Temlik yazısı mükellef dosyasına konulacak ve İade işlemi kesinleştiğinde, asıl iade hakkı sahibine ödenecek olan tutar temlik hakkı sahibine ödenebilecektir.
Temlikname bir haciz, tedbir ya da başka bir cebri tahsilat yöntemi değildir. Temlik, asıl alacaklının yerine geçildiğini gösteren bir işlemdir. Haciz işlemi asıl borçluya karşı yapıldığından ve temlik hakkı sahibine karşı bir alacak iddiası bulunmadığından, temlik alan hakkında herhangi bir haciz kararı yoksa asıl borçlunun borçları hakkındaki haciz kararları etkin olmayacaktır. Tedbir kararları ise şahısları değil, doğrudan ödeme konusu işlemi hedef aldığından ve ödemeye engel olduğundan haczin ve temlikin önüne geçebilmektedir.
Vergi İadesinden doğan alacağın temliki konusunda özellik taşıyan husus bu temlik işleminin noter tasdikli olmasıdır. Borçlar Kanununda temliğin yazılı şekilde yapılması yeterli görülmekle birlikte, Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliğinin 8 inci maddesinin (g) bendinde, “Herhangi bir alacağı temellük eden kişilere yapılacak ödemelerde noterce onaylanmış alacak temliknamesi” aranacağı düzenlenmiştir.
Bu nedenle, vergi iadesi konusunda kullanılacak “temliknamelerin” öncelik kazanabilmesi için mutlaka noter tasdiki taşıması gerekmektedir. Adiyen düzenlenmiş temliknameler, alacağın devri konusunda öncelik (rüçhan) hakkı tanımaz.
Buraya kadar anlatılanlar, vergi iadesinden doğan alacağın normal bir temlik uygulamasına tabi tutulması ile ilgilidir.
Alacağın, muvazaalı olarak temliki, borçlunun alacaklısından mal kaçırmak amacı ile yapılması durumunda 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’ nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen iptal davaları açılabilmektedir.
Tasarrufun iptali davası denilen bu yargı yolu, borçlu tarafından alacaklısını zarara uğratmak kastıyla gerçekleştirilen tasarruftan zarar gören alacaklının, borçlunun mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen kıymetlerin, tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlamak ve bu yolla alacağını elde etmek amacıyla açtığı davadır. Ancak belirtmeliyiz ki, noterden yapılan ve haklı bir amaca dayalı temlik işleminde yapılan tasarruf, temelinde geçerli bir tasarruftur. Açılan dava kanıtlandığı takdirde tasarruf tamamen iptal edilmez. Sadece dava konusu mal borçlunun malvarlığından hiç çıkmamış addedilerek, alacaklı bu malı haczettirerek sattırıp, satış bedelinden alacağını elde etme olanağını bulur.
Temlik konusu vergi işleminde takip alacaklısı, alacağını tahsil etme ihtimalinin tehlikeye girmesi ve hatta alacağını tahsil edemeyeceği düşüncesiyle muvazaa iddiası ile vergi dairesi nezdinde şikayette bulunmaktadır. Halbuki vergi dairesinin bu muvazaa durumunu araştırmak ya da değerlendirmek hakkı/yetkisi yoktur. Sadece Vergi Dairesinin temlik verenden alacaklı olması halinde, muvazaa iddiasına dayanarak idare olarak tasarrufun iptali davası yahut sıra cetveline itiraz davası açabilecektir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Vergi Dairesinin, temlik edenden, alacağının olup olmaması hususudur.
Muvazaalı temlik nedeniyle sıra cetveline itiraza ilişkin davalarda verilen kararlara göre muvazaanın olmadığını ispat yükü davalı tarafa/temellük edene düşmektedir.
03.02.2020
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.