“Toplumların yaşamlarında krizler asıl, dengeler istisnadır” Paul Krugman
1990 Sonrası Ekonomik Krizler, Vergilendirme ve Beklentiler
Devlet, faaliyetlerini yerine getirirken doğal olarak finansman ihtiyacı duymaktadır. Sözkonusu faaliyetlerin temel girdisi vergiler, temel çıktısı ise kamu harcamalarıdır.
Halen gelişmekte olan ülke sınıfında anılan Türkiye’de; toplam gelir (özellikle vergi gelirleri) ve toplam harcamalar (özellikle faiz harcamaları) arasındaki dengesizlik, ulusal ve uluslararası ekonomik konjonktürün olumsuz yansımaları ve diğer bazı finansal problemler nedeniyle 1990 sonrası 3 önemli ekonomik kriz yaşanmıştır. 1994, 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan ekonomik krizlerin birçok nedeni olmakla birlikte, en temel nedenlerinden birisi vergi gelirleri / faiz ödemeleri dengesizliğinin körüklediği kamu açıkları olmuştur. Enflasyon ve faiz oranlarının artmasına neden olan kamu açıkları, diğer taraftan borç stokunun sürdürülemez bir hal almasına neden olmuştur. İstikrar programları da buna yönelik hazırlanmıştır. Kamu harcamalarını kısıcı, kamu gelirlerini artırıcı maliye politikaları izlenmiştir.
Yüksek enflasyon ve yüksek kamu borç stokunu düşürmek için uygulanan bütçe politikalarından belki de en önemlisi vergi politikasıdır. Bu amaçla 1994 Ekonomik Krizi akabinde bir nev’i ek vergi olan “Ekonomik Denge” ve “Net Aktif Vergi”leri uygulanmıştır. 1998 yılında 4369 sayılı kanunla; ekonomiyi kayıt altına almak suretiyle vergi gelirlerini artırmak için “Mali Milat” düzenlemesi[1], sözkonusu amaca katkıda bulunmak üzere gelirin tanımında genişletici değişiklik ve götürü usul kaldırılarak yerine basit usulde vergilendirme uygulamaları getirilmiştir.
1999’da ise, zaten varolan ekonomik problemlere, bir de deprem nedeniyle oluşan maddi kayıplar eklenmiştir. Söz konusu maddi kayıpların neden olduğu etkinin en aza indirilebilmesi amacıyla gayrimenkul sermaye iratları ve serbest meslek kazançları üzerine uygulanan stopaj %15’ten %20’ye çıkartılmış; KDV’nin genel oranı %15’ten %17’ye çıkartılmış ve bazı ek vergiler getirilmiştir.
2001 Ekonomik Krizi sonrası ise “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” benimsenerek uygulamaya konulmuş ve bir dizi tedbirler alınmıştır. Bu programla vergi gelirlerini artırıcı uygulamalara devam edilmiştir. Akaryakıt Tüketim Vergisi enflasyon ölçüsünde ayarlanmış ve GSMH’ya oranı %2,8 seviyesinde tutulmuştur. İthal ürün fiyatlarındaki artışlar hemen iç fiyatlara yansıtılmıştır. Vergi kimlik kullanımının yaygınlaştırılması, vergi denetimlerinin artırılması (artırılamamıştır), gecikme zam ve cezalarının enflasyonla uyumlu şekilde artırılarak kararlı bir şekilde uygulanması[2] ve kamu kağıtlarına talebin artırılarak iç borçlanmanın kolaylaştırılması amacıyla beyan dışı bırakmalar ve istisnalar getirilmiştir. 2002’de ise 16 adet vergi, harç, fon ve pay birleştirilerek “Özel Tüketim Vergisi” uygulamaya konulmuştur.
Görüldüğü üzere 1990 sonrası yaşanan ekonomik krizler akabinde izlenen vergi politikası ve alınan önlemler, sorunların çözümünden ziyade mali kaynak sağlama amacına yönelik kısa vadeli tedbirlerdir. Fakat ekonominin yarıya yakını vergilendirilemeyen bir yapı arzettiğinden, sürekli kayıtlı mükellefler üzerine yüklenilmiş, vergi yükü ve gelir dağılımı adaleti çok olumsuz etkilenmiştir. 2003 yılında gerçekleştirilen “Vergi Barışı” uygulamasıyla da geçmiş vergi borçları, yeni vade ve ödeme planlarıyla kolaylaştırıcı düzenlemeler yapılmıştır. Söz konusu düzenlemeler bu şekilde gerçekleştirilirken, vergi gelirleri ve kamu harcama rakamlarının ne yönde geliştiği aşağıda sunulmuştur.
Tablo 1: 1995-2005 Konsolide Bütçe Özet Gerçekleşmeleri ve GSMH Payları
(tablonun gerçek boyutlarını görmek için TIKLAYIN)
Tablo 1, 1995-2006 yılları arası Konsolide Bütçe özet gerçekleşmelerini, 2006 tahminlerini ve bu gerçekleşme ve tahminlerin GSMH’ya oranlarını vermektedir. 1995’ten 2006’ya gelirlerde istikrarlı artışlar gözlenmektedir. 2001 yılına kadar harcamalar da istikrarlı artmış, fakat 2001 ekonomik krizi sonrası harcamalarda rakamsal artma gözükse de göreceli düşüş yaşanmıştır. Faiz harcamaları ise 2003’ten bu yana rakamsal olarak da düşmektedir. Burada, ekonomik kriz yaşanan 2000 ve 2001 yıllarına dikkat çekmek gerekmektedir. Çünkü GSMH’ya oranı itibariyle 2000 yılı harcamaları 2001’de %8,47 artarken, gelirler %2,58 artmıştır. Dolayısıyla harcamalar lehine %5,89’luk bir fark sözkonusudur. Aynı dönemde faiz harcamaları %7 artarken, vergi gelirleri ise sadece %1,42 artmıştır. Yani faiz harcamaları 5,58 puan daha fazla artış kaydetmiştir. 2001 krizinin atlatılmasından sonra hem harcamalar hem de gelirler açısından istikrarlı bir süreç gerçekleşmiştir. 2005 sonu itibariyle toplam harcamaların GSMH’ya oranı %29,72; toplam faiz harcamalarının %9,39; toplam gelirlerin %27,71; toplam vergi gelirlerinin ise 21,98 olarak gerçekleşmiştir. 2005 bütçe açığı, hedeflenen rakam olan GSMH’nın %6,5inin çok altında %2,00 olarak gerçekleşmiştir.
Türkiye’nin 2005 sonu itibariyle vergi kompozisyonuna baktığımızda, toplam vergi gelirlerinin yaklaşık %70’inin dolaylı, %30’unun ise dolaysız vergilerden oluştuğu görülmektedir[3]. Grafik 2’de görüldüğü üzere, 2005 yılı sonu itibariyle dolaylı vergilerde KDV (%13), ÖTV (32,4) ve Uluslararası ticaret ve muamelelerden alınan vergiler (%19,0); dolaysız vergiler de ise Gelir (%19,0) ve Kurumlar Vergisi (%10,3) tahsilat yükünü taşımaktadırlar. Bu istatistiki durum çok eleştiri almakta ve anayasal suç işlendiği yorumları yapılmaktadır. Çünkü Anayasa’nın vergilendirme ile ilgili hükmünde (Md. 73), “Herkes ödeme gücüne göre vergi öder” denilmektedir. Halbuki dolaylı vergiler özelliği itibariyle bireylerin ödeme gücünü dikkate almayan vergilerdir. Dolayısıyla Türkiye’de bireyler ödeme güçleri dikkate alınmaksızın vergilendirilmektedir. Söz konusu çıkarım, belki ekonomik değil ama sosyal bir krizin habercisidir. Burada telaffuz edilmesi gereken başka bir sorun ise, herkes ödeme gücüne göre vergi ödemesi gerekirken, Türkiye’de ödeme gücü olanların vergi ödememesidir. Yani vergi tabanındaki darlıktır. Bu, kayıt dışı ekonominin ortadan kaldırılamaması nedeniyle Türk Vergi Sistemi’nin yıllardır aşamadığı yegane çıkmazdır. Seçmen sayısıyla orantılı olması gereken mükellef sayısı, malesef Türkiye’de çok düşük seviyededir. Oysaki, İngiltere’de ve Almanya’da seçmen sayısının yarısı, Japonya’da ise üçte biri vergi mükellefidir. Vergi tabanındaki darlık uzun dönemde vergi sisteminde krize neden olabilir.
Kaynak: T.C. Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü, Kamu Hesapları Bülteni.
Türkiye’de 1995 ve sonrası incelendiğinde sadece 2003 yılında hedeflenen vergi geliri rakamlarına ulaşılamamıştır. Diğer tüm yıllarda hedeflenen ve gerçekleşen rakamlarda uyum sağlanmıştır. 2001 ekonomik krizinden sonraki dönemde ise toplam vergi gelirleri tahsilatında istikrarlı artışlar yaşanmıştır.
Tablo 1’den de takip edileceği üzere, eğer 2006 tahminleri tutarsa Türkiye; harcamalarını disiplin altına almış, gelirlerinde önemli artışlar sağlamış, toplam faiz ödemeleri / toplam vergi gelirleri olumsuz orantısından kurtulmuş ve bütçe açığını Maastricht Kriteri olan %3’ün de altına çekmiş istikrarlı bir ekonomik yapı haline gelecektir. Çok yıllı bütçe uygulamasına geçilmesi nedeniyle 2007 ve 2008 temel ekonomik göstergelerine ilişkin tahminler de yapılmıştır. Sözkonusu tahminler de göstermektedir ki, ekonomide ki istikrarlı süreç iyileşerek devam edecektir. Zaten ekonominin 3 yıllık tahminler yapabilecek düzeye gelmesi, yani artık geleceğin satınalınabilmesi, sağlıklı ekonomik yapının bir başka göstergesidir.
Türkiye'de son dönemde yapılan en önemli vergi düzenlemeleri; serbest bölgelerdeki vergi avantajının 31.12.2008'de sona erdirilmesi, bazı menkul sermaye iratları ile menkul kıymetlerden elde edilen gelirlere %15 stopaj getirilmesi, ücretlilerde vergi indirimi sisteminde yapılan değişikler ve emekliler için uygulanan vergi iadesi sisteminin kaldırılması olarak sayılabilir. Ayrıca, Kurumlar Vergisi oranında 10 puanlık indirim, yatırım indiriminin kaldırılması, 30.03.2006 tarihinde kabul edilen 5479 sayılı Kanunla Gelir Vergisi'nde en yüksek oranın 5 puan aşağı çekilmesi ve vergi dilimlerinin sayısı 5'ten 4'e düşürülmesi yapılan diğer önemli düzenlemelerdir.
Kamuoyunda bir kesim, Kurumlar Vergisi’nde oran indiriminin yerli ve yabancı firma ve yatırımcıları özendirici ve rahatlatıcı bir adım olduğunu savunmakta, diğer bir kesim ise oran indiriminin olumlu bir adım olmakla beraber yatırım indiriminin kaldırılmasının beklenen etkiyi ortadan kaldıracağını savunmaktadır. Bizce de oran indirimi yerinde olmakla beraber, yatırım indiriminin ani olarak kaldırılmasının, uluslararası yatırımlar açısından cazibe merkezi haline getirilmeye çalışılan ülkemizi olumsuz yönde etkileyecektir. Fakat burada belirtilmesi gereken bir başka nokta da; oran indiriminin yürürlüğe girmesinden sonra Türkiye’nin Orta ve Doğu Avrupa’daki birçok rakip yatırım ülkesinden daha cazip bir ülke haline geleceğidir.
Menkul sermaye iratlarından, özellikle hazine bonosu ve devlet tahvili faiz gelirlerinden %15 stopaj alınmaya başlanmasının, bu kağıtlara olan ilgiyi azaltacağı ve iç borçlanmada hazinenin zorlanacağı değerlendirmesi yapılmıştır. Fakat 2006’nın ilk hazine bonosu ve tahvil ihalesinde hedeflenen ihale rakamına ulaşılması endişeleri ortadan kaldırmıştır.
Türkiye’de son dönemde en büyük önem atfedilen vergilendirme mevzuu da denetimdir. IMF ile yürütülen program çerçevesinde de yer alan denetim kadroları hızlı bir şekilde güçlendirilmektedir. Maliye Bakanlığı, kayıt dışı ekonomiyle mücadeleden taviz vermeyeceğini ve vergi inceleme oranlarının artırılacağını her fırsatta dile getirmektedir. Fakat devletin vatandaşını vergilendirme açısından denetlemeden önce, yaptığı harcamaların hesabını şeffaf bir şekilde ortaya koyması, vergi mükelleflerinin ve vatandaşların vergi bilincini ve motivasyonunu olumlu etkileyecektir[5].
Yukarıda ortaya konulan veriler ve yapılan yorumlar göstermektedir ki; Türkiye Ekonomisi’nde toplam harcamaların (özellikle faiz harcamaları) ve toplam gelirlerin (özellikle vergi gelirleri) yakaladığı denge ve istikrar endişe edecek bir durum bulunmadığını göstermektedir. Dolayısıyla kısa dönemde herhangi bir ekonomik kriz beklenmemektedir.
Fakat Türk Vergi Sistemi’nde yapılan vergi düzenlemeleri; artık ekonomik ve siyasi konjonktüre göre yapılan, yama niteliğinde geçici ve sık değişen palyatif önlemler şeklinde değil, çağdaş demokratik hukuk devletini temsil eden basiretli devlet yönetimince yapılan uzun vadeli ve istikrarlı bir yapı arzetmelidir. Bu tarzda icraat anlayışı, her alanda istikrar vadeden ve bunu da büyük ölçüde yakalamakta olduğunu ifade eden hükümetin boynunun borcudur.
NOT: Bu makale “VERGİ SORUNLARI DERGİSİ, SAYI:211”de yayınlanmıştır.
[1] “Nereden Buldun” yasası diye de adlandırılan bu düzenleme kamuoyu baskısı ve politik nedenlerle uygulanamadan önce ertelenmiş, sonrasında ise tamamen kaldırılmıştır.
[2] Enflasyon düşme eğilimine girdiği için gecikme zammı ve faizi oranı kademeli olarak azaltılmıştır. Fakat kararlı bir şekilde uygulanması çıkarılan af kanunları nedeniyle sekteye uğramıştır.
[3] Danimarka’da ise toplam vergi gelirlerinin %62,7’si dolaysız vergilerden, %37,3’ü dolaylı vergilerden elde edilmektedir (OECD, Revenue Statistics of OECD Member Countries, Paris, 2004).
[4] Martin Feldstein, “Economic and Financial Crises in Emerging Market Economies: Overview of Prevention and Management”, Nber Working Paper 8837, March 2002, p.9.
[5] Sedat Yalçın, “Vergi Dünyamız”, Dünya Gazetesi, Yorum-İnceleme Köşesi, 03.01.2006.
15.05.2006
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.