Koronavirüsün neden olduğu krizden ülkeler biraz kafayı kaldırmaya başladığında, yepyeni bir gündemle hayatımıza devam edeceğiz. Yeni dönemin ilk sinyalleri ABD ve İngiltere’den gelmeye başladı bile. Krizin en önemli iki aktörü Çin Halk Cumhuriyeti ve Dünya Sağlık Örgütü topun ağzında. Faturanın bu iki aktöre kesilme ihtimali var. Süreci izleyip sonuçlarını her beraber göreceğiz.
Ülkemiz gündemi ise şu an için kendi mücadelemize odaklanmış vaziyette. Tabi ki en büyük önceliğimiz bu salgını el birliğiyle yenmek. Buna karşın içinde bulunduğumuz süreçte Dünya gündemini daha iyi kavramak için bazı bilgilere sahip olmamız gerekli. Krizin başından günümüze, söz konusu iki aktöre yöneltilen önemli suçlamaları bu yazıda bulacak ve süreci daha iyi anlamlandırabileceksiniz. Vakit kaybetmeden Çin Hal Cumhuriyeti ile başlayalım.
İlk Vakanın Belirsizliği ve Koronavirüs Salgının Erken Evresinde Doktorların Açıklamalarının Örtbas Edilmesi
İlk koronavirüs vakasının 10 Aralık tarihinde tespit edildiği düşünülüyordu. Bu tarih Wei Guixian adlı kişi hakkında basına yansıyan haberlere dayanıyor. 57 yaşındaki deniz mahsulleri tüccarı Wei Guixian kendini ilk hasta hissedenlerdendi. Wuhan şehrinin Huanan Güney Çin Deniz Ürünleri Pazarı’nda çalışan tüccar, yerel bir kliniğe başvurduktan sonra kendisine bir takım tedaviler uygulandı ve evine gönderildi. 16 Aralık tarihinde Wuhan Merkez Hastanesine kabul edildiğinde iki akciğerinde de enfeksiyon vardı. Söz konusu enfeksiyonun gribal enfeksiyonlar için kullanılan ilaçlara dirençli olduğu görüldü. 18 Aralık tarihinde hasta bilincini kaybetti.
Tarihler ilerledikçe ilk vakanın çok daha önce gerçekleşmiş olabileceğine ilişkin şüpheler arttı. Dünya Sağlık Örgütünün raporlarında bu tarih 8 Aralık olarak yer alıyor. İlk vakanın 1 Aralık’ta görüldüğüne dair ayrıca Çinli bilim adamlarına ait bir makale de mevcut. Ancak sürpriz olan, İngilizcesi South China Morning Post olan gazeteye sızdırılan belgelerde ilk vakanın Hubei bölgesinde yaşayan 57 yaşındaki bir kişi olduğunun görülmesi oldu. Vaka tarihi 17 Kasım olarak düşülmüştü. Bu belgeler doğrulanamasa da, eğer iddialar doğruysa, Çin Halk Cumhuriyeti’nin olaya müdahale için bu zamana kadar bildiğimizden daha fazla zamanı olduğu sonucuna varıyoruz.
Wuhan’da Aralık ayının ortasından itibaren yüksek ateş, öksürük ve nefes alma güçlüğü çeken hastaların başvuru sayısındaki artış, sağlık çalışanları arasında dedikoduların başlamasına neden oldu. Takvimler 26 Aralık’ı gösterdiğinde, bazı Çinli haber sitelerine ismini vermek istemeyen bir laboratuvar çalışanın açıklamaları düştü. Wuhan’daki hastanelerle anlaşmalı bir şirkette çalıştığı ifade edilen kişinin ifadelerine göre, hastalardan toplanan örnekler üzerinde yapılan analizler, dedikodusu yapılan hastalığın SARS ile benzeş olduğunu gösteriyordu. Bu bilginin Wuhan’da görevli sağlık otoritelerine raporlandığı bilgisi ise açıklanan bilgiler arasında yer alıyordu.
Dedikodular devam ederken Aralık ayının sonlarına doğru iki doktorun ismi ön plana çıktı: Wuhan Merkez Hastanesinin Acil Servis Yöneticisi Doktor Ai Fen ve hastalığı sosyal medyada duyuran ancak sonra kendisi de hastalığa yenik düşen Göz Doktoru Li Wenliang. Ai Fen aldığı laboratuvar test sonuçlarında gördüğü SARS benzeri virüsü sosyal medyadan sağlık çalışanı çevresine duyurdu. Mesajı alanlar ve aynı şekilde mesajı iletenler arasında Li Wenliang de yer alıyordu. Ai Fen o dönemde tüm çalışanların maske takmasını ve çeşitli koruyucu tedbirler almasını istedi. Ai Fen’in bu konuyla ilgili olarak Renwu isimli dergiye verdiği röportaj ve bu röportaja ilişkin sosyal medya paylaşımları çok hızlı bir şekilde sansürlenerek ortadan kaldırıldı.
Doktor Ai Fen, giderek daha fazla insanın hastaneye başvurduğunu, gelenlerin önemli bir kısmın canlı hayvan pazarıyla ilgisinin bulunmadığını ve hastalığın insandan insana geçtiği konusunda ciddi belirtilerin olduğunu görmüştü. Hastane yönetimi tarafından asılsız dedikodular yaymak ve halkı paniğe sevk etmek suçlamasıyla kendisine kınama cezası verildi.
Mesajı yayan diğer sağlık çalışanları ile beraber Doktor Li Wenliang de sansür ve baskıya maruz kaldı. Ancak ismi Ai Fen’e nazaran daha fazla bilinir hale geldi. Bunun arkasında yatan neden hastalığı süresince Çin Halk Cumhuriyeti makamlarının uyarılarına rağmen hastalıkla ilgili paylaşımlarını devam ettirmesiydi. Ölümünün ardından söylediklerinin doğruluğunun anlaşılması halk arasında büyük öfke yarattı.
Buraya kadar verilen bilgiler itibariyle basit bir değerlendirmede bulunabiliriz. Buna göre, Çin Halk Cumhuriyeti makamlarının en kötü ihtimalle Aralık ayının ortalarından itibaren hastalıktan, hastalığın ciddiyetinden ve insan insana geçme potansiyelinden haberdar olma ihtimalinin yüksek olduğunu anlıyoruz. Buna karşın 31 Aralık’ta Dünya Sağlık Örgütüne yapılan raporlamada, kaynağı bilinmeyen ve teşhis edilemeyen bir hastalıkla karşılaşıldığı, 21 kişinin hastalıktan etkilendiği, hastalığı yaydığı düşünülen bir pazarın kapatıldığı, insandan insana geçiş görülmediği, hasta sağlık çalışanı bulunmadığı ve konuya ilişkin araştırmaların devam ettiği bilgileri yer alıyordu.
Hastalığın İnsandan İnsana Bulaşma Yeteneğinin Geç Açıklanması
Dünya Sağlık Örgütü tarafından Ocak ayının ortasına kadar yapılan basın açıklamaları incelendiğinde, hastalığın insandan insana bulaştığına dair ciddi bir açıklama yapılmadığını görüyoruz. Elbette, bunun arkasında Çin Halk Cumhuriyeti’nden böyle bir bilgi alınamaması da yatıyor. Bu noktada işin ilginç tarafı Çin Halk Cumhuriyeti dışındaki vakalar.
Çin Halk Cumhuriyeti dışındaki ilk vaka Tayland tarafından 13 Ocak’ta raporlanıyor. Hasta 61 yaşındaki Çinli bir kadın ve kendisi aslında Wuhan’da yaşıyor. Hasta olduğunu hissettiği 6 Ocak tarihinden önce Wuhan’daki yerel bir balık pazarını ziyaret ettiğini ancak Huanan Güney Çin Deniz Ürünleri Pazarını (canlı hayvan pazarını) ziyaret etmediğini beyan ediyor.
14 Ocak’ta Wuhan Sağlık Komisyonu’nun Kamu Forumunda, hastalığın insandan insana bulaştığına ilişkin kanıt bulunmadığı, bulaşmanın imkân dâhilinde ve fakat düşük ihtimalli olduğu bilgisine yer veriliyor. Söz konusu açıklamayı, konuya ilişkin olarak Çin Halk Cumhuriyeti makamlarının tutumlarında ilk yumuşama olarak görebiliriz.
İkinci vaka 15 Ocak tarihinde Japonya’da tespit ediliyor. İkinci vaka da Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşı olmasına karşın bu kişi de canlı hayvan pazarına gitmediğini buna karşın hasta olan bir kişi ile temas ettiğini açıklıyor. 20 Ocak’ta üçüncü vaka Güney Kore’de görülürken Çin temaslı bu kişi hiçbir pazarı ziyaret etmediğini ve hasta kimselere temas etmediğini dile getiriyor.
Çin Halk Cumhuriyeti dışında gerçekleşen bu üç vakanın ortak özelliği, bu kişilerin hastalığın kaynağı olduğundan şüphelenilen Huanan Güney Çin Deniz Ürünleri Pazarını ziyaret etmemiş olmaları. Ayrıca vakalar virüsün insandan insana geçebildiğine işaret ediyor. Hastalığın insandan insana geçebildiği bulgusunun, hastalığın ihraç edildiği diğer ülkeler olan Japonya ve Güney Kore tarafından da yapılabileceğini görüyoruz. Yani bu ülkelerin tıp ve laboratuvar teknolojileri bakımından Çin Halk Cumhuriyeti’nden aşağı kalır bir yanı yok.
İşte Çin Halk Cumhuriyeti’nden beklenen açıklama da bu tarihlerde geliyor. 20 Ocakta SARS ile mücadelede önemli başarılar gösteren ve ülkede önemli bir figür olan Doktor Zhong Nanshan tarafından devlet televizyonunda; hastalığın insandan insana geçebildiği, oldukça bulaşıcı ve tehlikeli olduğu açıklanıyor.
Salgınla Mücadele İçin Tedbir Almakta Gecikilmesi
İnsandan insana bulaşma durumunun saklanması çok önemli bir suçlama çünkü ilk tedbirler alınana kadar Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki birçok insan hastalığın insandan insana geçmediğini düşünüyor. 6 -11 Ocak tarihleri arasında Komünist Parti’nin Hubei Bölgesindeki yıllık toplantısı gerçekleşiyor. Bu tarz organizasyonların virüsün yayılma hızını katladığını biliyoruz.
Komünist Parti Yönetimi halka açık şekilde ilk kez 21 Ocak tarihinde konuyu gündemine taşıyor. Devlet gazetesi the People’s Daily’nin ikinci sayfasında Xi Jinping’in konuya ilişkin açıklamalarına yer veriliyor. Bu açıklamalardan en ilginci vakaları örtbas etmeye çalışan bürokratların sonsuz utanç kaynağı olacağının ifade edilmesi. 21 Ocak tarihinde ülke genelinde tespit edilen vaka sayısı 224 ve hastalık Japonya, Tayland ve Güney Kore’ye sıçramış vaziyette.
Merkezi hükümetin tedbirleri alması ise bu tarihten sonraya denk geliyor. Wuhan Karantinası olarak bilinen ve Wuhan dahil Hubei Bölgesindeki diğer şehirlerde uygulanan karantinanın geliş tarihi ise 23 Ocak. Yeni yıl kutlamaları nedeniyle çok ciddi seyahat kısıtlamaları getiriliyor. Ayrıca 24 Ocak tarihinde karantina kapsamı genişletilerek başlangıçta 5 Milyon olan kapsama alanı 36 milyon insana çıkarılıyor.
Kaybedilen zaman yaklaşık olarak bir ay. İlk vakaya ilişkin daha önce açıkladığımız bilgiler doğruysa daha uzun bir zaman diliminden bahsediyoruz. Yani hastalığın ilk kez anlamlandırılmaya başlanmasından ilk tedbirlerin alınmasına kadar ciddi bir zaman kaybı söz konusu. 24 – 30 Ocak tarihleri arasında milyonlarca insanın ülke içinde yer değiştireceği yeni yıl tatili kutlamalarının yapılması planlanıyordu. İnsanların çalıştığı şehirlerden ailelerinin, akrabalarının yanına gittiği bir dönem. Kaybedilen bir aylık sürede Çin Halk Cumhuriyeti’nde halkın ciddi şekilde hareket halinde olduğu tahmin ediliyor ve Komünist Parti Yönetiminin müdahalede geç kalarak 5 milyon insanın bölgeden hareket etmesine izin verdiği iddia ediliyor.
Ayrıca Çin Halk Cumhuriyeti’nin olaya müdahalesini ele alan ve oldukça ses getiren Southampton Üniversitesi’ne ait bir çalışma mevcut. Söz konusu çalışma, (erken teşhis, seyahat kısıtlamaları, karantina, güvenlik kordonu gibi) ilaç dışı müdahaleler olmaksızın (Şubat sonu itibariyle 114.325 kişi olarak öngörülen) Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki vaka sayısının yaklaşık 65 kat daha fazla olacağını ortaya koyuyor. Aynı çalışma bir hafta, iki hafta veya üç hafta öncesinden tedbirlerin alınması durumunda vaka sayısının %66, %86 ve %95 oranında azalacağını gösteriyor. Bu yüzden Çin Halk Cumhuriyeti’nin vakalara geç müdahalesinin tüm dünyaya pahalıya patladığı düşünülüyor.
Çin Halk Cumhuriyeti’nin Vaka ve Ölüm Sayısını Saklaması
Çin Halk Cumhuriyeti vaka ve ölüm sayısını saklamakla da suçlanıyor. ABD ve İngiltere cephesinde kılıçlar çekilmiş vaziyette. İngiliz bilim adamlarının Johnson hükümetine verdiği bilgiler Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki gerçek vakaların 15 ile 45 kat daha fazla olması gerektiği yönünde. ABD tarafında da farklı bir gündem bulunmuyor. Son açıklanan CIA raporu vaka ve ölüm sayının Çin Halk Cumhuriyeti tarafından düşük gösterildiğini dile getiriyor.
Bu iddiaları destekleyen bazı ilginç tespitler de var. Bunlardan birisi, Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki halkın kendi bilgi toplama süreci ve bu konudaki sosyal medya paylaşımlarını özetleyen Özgür Asya Radyosu’nun haberi. Haberde bazı basit matematik işlemlerden yola çıkılarak ölü sayısının tahmin edilmeye çalışıldığından bahsediliyor. Wuhan’da bulunan 7 ölü yakma merkezinden sadece birisi olan Hankou Funeral Home işletmesi tarafından satın alınan ayaklı vazo sayısı 5.000 adet. Bu tespit halktan kişiler tarafından fotoğrafları ile beraber gerçekleştiriliyor. Bu bile Çin Halk Cumhuriyeti tarafından açıklanan 3.329 ölü sayısını tek başına aşıyor.
Aynı hesaplamalar cenaze evlerinin toplamda günlük 3.500 kişinin küllerini teslim ettiğini söylüyor. Cenaze evlerinin yakınlarını kaybeden aileleri, 12 gün içinde küllerin teslim edileceği konusunda bilgilendirmesine dayanılarak, toplam rakamın 42.000 kişi olduğu tahmin ediliyor. Küller verildiğinde ailelere devlet memurlarının eşlik ettiği, tüm defin sürecinin gözlem altında tutulduğu ve cenaze için toplanmaların yasaklandığı bilgisi basına yansımış durumda.
Asemptomatik(Semptomsuz) Hastaların Bilinmesi Ancak Vaka Sayısına Dâhil Edilmemesi
Hastalığın tüm Dünyaya yayılması bir kâbus olsa da bilgi akışı daha kuvvetli ülkelerin aynı mücadeleye dâhil olması bizim gibi virüsle geç tanışan ülkeler için bir şans oldu dersek yanlış olmaz. İzlanda, Güney Kore, Japonya, ABD gibi ülkelerin yaptığı araştırmalar hastalığın yayılma sürecinde önemli bir kırılımı gün yüzüne çıkarmış bulunuyor: Asemptomatik(Semptomsuz) hastalar.
Diğer ülkelere göre nüfusunun önemli bir çoğunluğunu teste tabi tutan İzlanda, sonuçları pozitif çıkan hastaların yarısının herhangi bir semptom göstermediğini keşfetti. Benzer şekilde Güney Kore’de hastalık önleme ve kontrol merkezlerine rapor edilen asemptomatik vakaların %20’sinde hastanede tutulma sürecinde herhangi bir belirti görülmediği tespit edildi.
Bunlara ek olarak bazı araştırmalar virüsün hastada ateş, öksürük ve baş ağrısı gibi belirtiler görülmesine neden olmadan önce bulaşıcı olma potansiyeline sahip olduğunu gösterdi. Japonya’da gerçekleştirilen bir araştırma enfekte olan bir kişinin hastalığı diğer bir kişiye en erken 4,6 günlük zamanda geçirebileceğini ortaya koydu. Yani yeni bulaşmaların önemli bir kısmının hastalık belirtileri ortaya çıkmadan önce gerçekleşebildiği anlaşıldı. Asemptomatik hastalarla beraber bu bulgu hastalıkla mücadele etmenin ne derece zor olabileceğini de ortaya çıkarmış oldu.
Bu çalışmalar önemliydi çünkü daha öncesinde asemptomatik hastaların bulaştırma gücünün olası olmadığı ve çok düşük olduğu düşünülüyordu. Dünya Sağlık Örgütüne ilişkin değerlendirmelerimizi gerçekleştirdiğimiz kısımda bu konuya dönüş yapacağız. Çin yönetimi de bu gerçeği kabul etmek zorunda kaldı ancak ülkede salgınla mücadeleyi yürüten Sağlık Komisyonu asemptomatik vaka sayısını toplam vaka sayısından 7 Şubat itibariyle hariç tutmaya başladı.
Hong Kong merkezli South China Morning Post Gazetesi’nin hazırladığı, basına sızdırılan dokümanlara dayalı haberde, Şubat sonuna kadar Çin Halk Cumhuriyeti’nde 43.000 kişi kadar asemptomatik vaka tespit edildiği ancak bu vakaların toplam sayıya dâhil edilmediği kamuoyuna açıklandı. Bu hastalarla beraber Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki toplam vakanın 120.000’ini geçmiş olması gerekiyordu.
Hastalığın Öldürme Gücünün Saklanması
İspanya ve İtalya’daki ölüm oranlarının görece yüksek olması virüsün öldürücülük oranın düşük gösterildiğini akla getirdi. En başta bu oran %1 -2 arasında kamuoyuna yansımıştı. 5 Nisan tarihi itibariyle açıklanan vaka sayısı açısından ele alırsak bu oran Çin Halk Cumhuriyeti için (3.329/ 81.669 =) %4,7; İtalya için (15.362/124.632=) %12,32; İspanya için (12.418/130.759=) %9,49; ABD için (8.466/312.152 =) %2,71 şeklinde ölçümleniyor. Dünya genelinde ise %6’ya yakın bir oran ortaya çıkmış durumda.
Tabi ki ölümlü vaka sayısını etkileyen erken teşhis, (sıtma ilacı)farklı tedaviler uygulanması, nüfusun yaş ortalaması, kronik hastalıklara yatkınlık, yeterli sağlık hizmeti alınamaması gibi pek çok sebep var. Ayrıca tespit edilen oranlara pek çok ülkede asemptomatik hastalar dâhil değil. Bunların da dâhil edilmesi ile oranın çok daha düşük olacağı açık. Mart sonu gibi yapılan (The Lancet Çalışması gibi) araştırmalar öldürücülük oranının asemptomatik vakalar da dahil olmak üzere halen %1,3 -2 civarında olduğunu gösteriyor.
Çin Halk Cumhuriyeti hali hazırda toplam vaka sayısını gizlemekle suçlandığından ortaya çıkan ölüm oranına da şüphe ile yaklaşıldığını söylemek yanlış bir ifade olmayacaktır. Ölüm oranını düşük göstererek dünya kamuoyunu yanılttığına yönelik bir suçlamanın Çin Halk Cumhuriyeti’ne doğrudan yöneltilmesi zayıf görüyor. Bu fikir giderek destekçi bulsa da muhtemelen resmi bir ağızdan bunu duyamayacağız. Çünkü bu oranı etkileyen fazlaca değişken var.
Bulaşma Gücünün Düşük Gösterilmesi
Hastalığın bulaşıcılık oranı ile ilgili bir açıklamalar Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından yakın tarihlerde ve birkaç kez yapıldı. Bir kişinin en fazla iki kişiye bulaştırdığı düşünülürken Türkiye’nin kendi tecrübelerinin farklı bir yöne evrildiğini anlıyoruz. Çünkü Sağlık Bakanımız tarafından yapılan açıklamalarda, hastalığın oldukça bulaşıcı olduğu ve bir kişinin 16 kişiye kadar hastalığı bulaştırabildiği ifade edilmiş durumda. Bu oldukça yüksek bir rakam.
Bulaşıcılığın ölçümlenmesi için R0 sayısı kullanılıyor ve basit bir ifade bir vakanın kaç yeni vaka yarattığını gösteriyor. Hastalığın gündemi zorlamasıyla beraber çok sayıda bilim adamı ekipler halinde hastalığının bulaşıcılık oranını da ölçen çeşitli analizleri yürütmüştü. Bu ekiplerin arasında Dünya Sağlık Örgütü çalışanları da bulunuyordu.
Ocak sonuna gelindiğinde koronavirüsün bulaşıcılık oranını açıklayan birden fazla çalışma kamuoyuna duyuruldu. Çalışmalar R0 sayısının 2 ila 3 arasında seyrettiğini ortaya koyduysa da Dünya Sağlık Örgütü bu rakamı 24 Ocak tarihinde 1,4 ila 2,5 arasında hesaplamıştı. İşte Sağlık Bakanı tarafından öyle bilindiği açıklanan bir kişinin en fazla iki kişiye bulaştırdığı bilgisi bu kaynağa dayanıyor.
Oysa aynı tarihlerde Çinli bir ekip bu sayıyı 3,3 ila 5,47 arasında hesaplamıştı. Yine Büyük Britanyalı bir ekip, daha sonra hesapladığı rakamı düşürse de, söz konusu sayıyı 3,8 olarak öngörmüştü. Bu ekipler farklı metodolojiler kullandı. Ancak ortak özellikleri o tarihler itibariyle ağırlığı Çin Halk Cumhuriyeti tarafından sağlanan bir veri seti ile çalışmalarıydı. Çin Halk Cumhuriyeti’nden kaynaklı sağlıksız bu veri seti nedeniyle virüsün bulaşma gücünün yanlış hesaplanmış olabileceği gündeme gelmeye başladı bile.
Bilinmesi gereken R0 rakamının değişken olduğu ve zaman içerisinde uygulanan tedbirlere ve koşullara bağlı olarak değişebildiği. Bu değişkenliği kızamık üzerinden açıklayabiliriz. Normalde bu hastalık için verilen rakam 15. Buna karşın kızamık için farklı koşullarda R0 rakamının 3,7 ve 203 arasında değişebildiğini gösteren araştırmalar mevcut. İkincisi ve en önemlisi süper bulaştırıcıların varlığı ve R0 rakamının ortalama bir değer olduğu. Yani bir süper bulaştırıcının hastalığı 10’larca kişiye bulaştırma olanağı bulunmakla beraber 10’larca hastanın hastalığı hiç kimseye bulaştırmama imkânının da var olması.
Sağlık Bakanlığı tarafından tespit edilen ve açıklanan kişinin süper bulaştırıcı olma ihtimali mevcut. Ayrıca Bakanlığın bu konuda kendi çalışmalarını yürüteceği de Sağlık Bakanı Fahrettin Koca tarafından açıklandı. Diğer ülkelerden ve ülkemizden yeni araştırma sonuçları elde edene kadar bu konuda Çin Halk Cumhuriyeti’ne doğrudan bir eleştiri yöneltilmesi kolay değil.
Çin Halk Cumhuriyeti’ne Virüsü ABD Yaydı Tartışması
Yukardaki başlıklar Çin Halk Cumhuriyeti yönetimine yöneltilen suçlamalardan sadece bazıları. Aynı süreçte birçok suçlamanın daha gerçekleştiğini söylemek mümkün. Örneğin Çinli Bilim Adamlarının virüsün genetik yapısını 2 Ocak’ta çözmesi fakat bunu Dünyaya ancak 9 Ocak’ta açıklaması bu suçlamalardan birisini oluşturuyor. Bildiğiniz gibi günlerin ve hatta saatlerin değerli olduğu bu mücadelede tüm gecikmeler insan hayatı ile ölçülüyor. Bunun gibi çeşitli iddialar mevcut. Buna karşın daha zayıf suçlamalara girmeden bir tartışmayla bu kısmı tamamlamak istiyorum.
ABD Başkanı Donald Trump’ın attığı bir tweet ve brifinglerde koronavirüsü “Çin Virüsü” olarak tanımladığına şahit olmuştuk. Benzer şekilde yine bazı ABD’li politik figürler Wuhan Virüsü gibi tanımlamaları kullandılar. Olayın arka planından habersiz olan pek çok kişi olayı bir başka komik Trump Gafı olarak algıladı. Oysa arka planda bu tutum Çin Halk Cumhuriyeti eksenli ithamlara cevap niteliğindeydi.
Çin Halk Cumhuriyeti’nde sosyal medyada virüsün Çin’e ABD’li askerler tarafından getirildiği dillendirilmeye başlanmıştı. İddiaya göre virüsü Wuhan’a Kasım ortasında askeri oyunlar için Çin’e gelen 300 ABD’li asker yaymıştı. Çin Halk Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı Sözcüsü Zhao Lijian attığı bir tweetle bu iddiaya üstü kapalı olarak resmiyet kazandırdı. ABD daha sonra bu 300 askerin testlerinin negatif olduğunu açıklamak ve Çin Virüsü söylemini hayata geçirmek zorunda kaldı.
Her iki söylem de çok mantıklı değildi. Virüsün askerler tarafından getirildiğini gösterir mantıklı bir kanıt sunulamadığı gibi virüsün bu şekilde isimlendirilmesi de yanlıştı. Dünya Sağlık Örgütü 2015 yılında bir rehberlik yayınlayarak yeni hastalıkların ne şekilde isimlendirilmesi gerektiğine açıklık getirmişti.
Hastalıklar isimlendirilirken (Orta Doğu Solunum Sendromu, İsponyol Gribi gibi)coğrafi yer adları, (Creutzfeldt-Jakob hastalığı, Chagas hastalığı) gibi kişi isimleri; (Domuz Gribi, Kuş Gribi gibi) tür, hayvan ve yiyecek isimleri; (lejyoner hastalığı gibi)kültürel, endüstriyel, mesleki ve nüfusa dayalı referanslar ile (salgın, ölümcül gibi) korku uyandıracak sözcüklerin kullanılmaması gerektiği kamuoyuna duyurulmuştu.
Hastalıklar isimlendirilirken semptomlara, hastalığın kendini nasıl gösterdiğine, kimleri etkilediğine, şiddetine, mevsimselliğine, hastalığa neden olan patojene göre bir isimlendirme yapılması daha uygun görülmüştü. Covid-19 (Coronavirus Disease 2019 - Koronavirüs Hastalığı 2019)ismi de zaten bu rehberliğe uygun olarak bulundu.
Dünya Sağlık Örgütünün süreci oldukça kötü yönettiği iddiası ilerleyen dönemlerde daha yoğun bir şekilde tartışılacaktır diye tahmin ediyoruz. Ocak ayının ortalarına kadar Ebola hastalığının Dünya Sağlık Örgütü’nün gündemini çok daha fazla meşgul ettiğini söylersek abartmış olmayız. Örgütün basın açıklamalarından bu hususu görebilirsiniz.
Çin Halk Cumhuriyeti hastalığın insandan insana bulaştığını açıklayana kadar Örgütten bu şekilde bir uyarı gelmemişti. 14 Ocak’ta Dünya Sağlık Örgütü çalışanı bir Epidemiyolog Doktor’un hastalığın sınırlı da olsa insandan insana geçebildiğine ilişkin attığı ve sonrasında silmek zorunda kaldığı bir tweet vardı.
Aynı tarihde Dünya Sağlık Örgütü bir tweet atarak açıklama yapmak zorunda kaldı. Bu açıklamada Örgüt Çin Makamları tarafından gerçekleştirilen ilk incelemelerde hastalığın insandan insana geçebildiğine ilişkin net bir kanıtın olmadığını dile getirmişti. İşte mevzu bahis tweet, Örgütün Çin Halk Cumhuriyeti yanlısı tavırlarına örnek olarak gösteriliyor ve Örgüt kendisinin bir tespiti olmamasına karşın Komünist Parti propagandasını dile getirmekle suçlanıyor.
Bulaşıcılık konusundaki en sarsıcı iddia ise Tayvan tarafından dile getirildi. Tayvan, hastalığın insandan insana bulaşabildiğini Aralık ayı sonunda Dünya Sağlık Örgütü’ne bildirdiğini ancak bu bilginin Örgüt tarafından dikkate alınmadığı ve Dünyaya açıklanmadığını kamuoyuna duyurdu. Tayvan’ın iddası doğru ise bu tarihlerde gerekli adımlar atılsaydı binlerce hayat kurtarılabilirdi.
Tayvan toprakları Çin Halk Cumhuriyeti tarafından kendi topraklarının bir parçası olarak görüldüğünden Tayvan, Çin Halk Cumhuriyeti’nden fazlaca baskı görmektedir. Aynı baskı dolayısıyla Tayvan birçok uluslararası örgütte doğrudan temsil edilemiyor. Bunlardan birisi de Dünya Sağlık Örgütü. Dünya Sağlık Örgütü’nün Tayvan’a karşı tutumunu anlamak için Kanadalı Epidemiyolojist Doktor Bruce Aylward ile Hong Kong’un RTHK kanalının yaptığı röportajı izlemenizi tavsiye ederim.
Bruce Aylward eski Dünya Sağlık Örgütü Başkan Yardımcısı ve şu an için kıdemli bir danışman olarak görev yapıyor. Görüntülü bağlantı şeklinde gerçekleştirilen röportajda Yvonne Tong tarafından Tayvan’ın koronavirüs ile mücadelesi hatırlatıldıktan sonra Dünya Sağlık Örgütü’ne üye olup olamayacağı dile getirildiğinde, Aylward’ın soruyu duymamazlıktan gelmesi ve mavi ekran vermesi takdire şayan.
Tayvan, koronavirüsle mücadelede oldukça başarılı sonuçlar almış bir ülke. Bu konudaki çabalara çok fazla katkı sağlayabilecekken, ABD ve Japonya’nın talebine rağmen, Tayvan Dünya Sağlık Örgütü tarafından gözlemci statüsünde dahi kabul görmüyor. İşte Dünya Sağlık Örgütü’nün bu tutumu ve Tayvan’ın iddiaları Örgütün eleştiri aldığı başlıklar arasında yer alıyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün koronavirüs konusunu ele alışı ise baştan sona bir gecikmeler zinciri oluşturuyor. 20 Ocak tarihi itibariyle insandan insana bulaşma teyit edilmesine ve Güney Kore, Japonya, Singapur ve Tayland gibi ülkelerde ilk vakalar görülmesine rağmen Örgüt, Uluslararası Kamu Sağlığı Acil durumu ilan etmek için henüz erken olduğunu açıklıyor.
Koronavirus için uluslararası kamu sağlığı acil durumu ilan edildiği tarih 30 Ocak. Kamu sağlığı acil durumu, bir hastalığın uluslararası yayılımı nedeniyle diğer ülkelerin kamu sağlığı açısından risk oluşturan ve bu tehdide uygun bir cevap verilebilmesi için koordineli bir uluslararası çabayı gerektirebilen sıra dışı bir durum olarak tanımlanıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün bu çabayı koordine etmesi ve alınacak tedbirleri önermesi önem arz ediyor.
Çin Halk Cumhuriyeti dışındaki 23 ülkedeki ilk vakaların tamamına yakını Çin Halk Cumhuriyeti temaslı kişilerden oluşmasına karşın Örgüt Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus 30 Ocak’ta yaptığı basın açıklamasında ülkelerin Çin Halk Cumhuriyeti’nden gelen insanlara kapılarını kapatmamalarını söylüyor. Çin Halk Cumhuriyeti’nden gelen yolculara bazı seyahat tedbirlerinin uygulanması salgının gidişatını değiştirebilirdi. İçinde bulunduğumuz tarih itibariyle Çin Halk Cumhuriyeti tüm dünyaya kapılarını kapatmış vaziyette.
Başkan ayrıca salgınla birlikte Çin Halk Cumhuriyeti’ne ilk giden ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin mücadelesini ilk övenler arasında yer alıyor. Salgının başlarında Çin Halk Cumhuriyeti’nin konuyu ele alışına yönelik güven arz eden açıklamalar, hastalığın kontrol altında tutulduğuna ilişkin olarak Dünya ülkelerinde bir algı oluşmasına neden oldu diyebiliriz.
Şubat ayının ilk haftalarında iki haftalık bir ortak görev için Dünya Sağlık Örgütü Çin Halk Cumhuriyeti’ne bir bilim adamı ekibi göndermiştir. Ekibin başında daha önce bahsettiğimiz Doktor Bruce Aylward bulunuyordu. Ekibin çalışmalarını bitirmesi ile beraber Doktor Bruce Aylward tüm Dünyaya, Çin Halk Cumhuriyeti’nin vaka sayısını manipüle ettiğine dair bulguya rastlanılmadığını, asemptomatik vakalarda bulaştırma ihtimalinin oldukça düşük olduğunu açıklamıştır. Bugün bunların tam tersi bir tablo oluştuğunu görüyoruz.
Tayvan’ın koronavirüs ile mücadelesini görmezden gelen Doktor Aylward de Çin Halk Cumhuriyeti’nin mücadelesini övmüştür. Eğer koronavirüs bulaşsaydı, Çin Halk Cumhuriyeti’nde tedavi olmak isterdim gibi iddialı da bir sözü var. Çin Halk Cumhuriyeti’nde ne olup bittiğine dışardan bir gözle bakan nadir kişiler olduğundan, bu ekibin çalışmaları oldukça önemliydi. Alanında uzman kişilerin çalışma ve açıklamaları bazı ülkelerin bir miktar rehavete kapılmasına neden oldu.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bulaşıcılık konusunda yapılan tespitlerde en ılımlı çalışma Dünya Sağlık Örgütü’ne aittir. Bugün içerisinde yer aldığımız tabloda bizim ülkemiz dâhil olmak üzere pek çok ülke koronavirüsün tahmin edildiğinin çok daha üzerinde bulaşıcı olduğunu dile getiriyor. Planlamada kullandıkları referans olan Dünya Sağlık Örgütü’nün çalışması ise tartışılır hale gelmiş durumda.
Önceki yazılarımızda domuz gribinde Dünyayı ayağa kaldıran Dünya Sağlık Örgütü’nün Koronavirüsü pandemi olarak tanımlamakta geciktiğini aktarmıştık. Söz konusu yazıları hazırladığımızda beklenen duyuru henüz Örgüt’ten gelmemişti. Örgüt 11 Mart tarihinde hastalık 114 ülkeye yayıldıktan ve vaka sayısı 118.000 kişiye ulaştıktan sonra koronavirüsü salgın olarak ilan etmiştir. Bu oldukça geç kalınmış bir hamle olarak değerlendirilmektedir.
İngiltere’de faaliyet gösteren Henry Jackson Derneği’nin koronavirüs krizinin yarattığı ekonomik etkiden Çin Halk Cumhuriyeti’nin sorumlu tutulmasına yönelik bir rapor hazırladığı basına yansıdı. Benzer çaba ve düşünceler ABD tarafında da bulunuyor. Bu ilk kıvılcımların zaman içinde daha fazla destekçi toplayacağını düşünüyoruz. Çin Halk Cumhuriyeti’nin koronavirüsle mücadele eden ülkelere gerçekleştirdiği yardımların arkasında biraz da bu endişenin yattığını düşünen kişilerin sayısı az değil.
Şöyle de bir gerçek var ki, Çin Halk Cumhuriyeti ve Çinli Şirketler geçtiğimiz 20 yıllık dönemde ABD’den kalan alanları oldukça iyi doldurdular. Çok fazla finansal yapıldı ve iyi iş ilişkileri kuruldu. Çin Halk Cumhuriyeti birçok ülkeyi içeren derin ekonomik ilişkiler ağına sahip oldu. Basit bir örnek vermek gerekirse ilk kıvılcımların görüldüğü ülke olan İngiltere’de 5G telekomünikasyonunu kuracak şirket bir Çin Halk Cumhuriyeti şirketi olan Huwaei.
Bu nedenle Çin Halk Cumhuriyeti aleyhine genel bir konsensüs oluşması mümkün görünmüyor. Batılı ülkeler yine de bu kartı oynayacak gibi. Ülke olarak bizim ne şekilde bir tutum sergileyeceğimiz fevkalade önem arz edebilir. Umarım çok duygusal davranmadan durumu doğru değerlendirebiliriz.
Dünya Sağlık Örgütü ise bir kader kurbanı. Örgütün finansmanı üye ülkelerin zorunlu ödemeleri ve bağışlardan oluşuyor. Zorunlu finansmanda en önemli katkı ABD’den geliyor. ABD Başkanı Donald Trump, Koronavirüs Krizinde Çin Halk Cumhuriyeti yanlısı davrandığından ötürü Örgüte ayrılan fonun verilmeyebileceğini dile getirdi bile. Fon kesintisi koronavirüs krizinden çok daha önce ABD Başkanı tarafından gündeme getirilmişti. Trump yönetimi halihazırda Örgütün faaliyetlerinden çok memnun değildi, koronavirüs krizi tuz biber ekti dersek abartmış olmayız.
Örgüte yapılan bağışlar ise genelde şartlı şekilde gerçekleşiyor. Geleneksel bazı büyük bağışçılar var. Örneğin bunlardan birisi Bill & Melinda Gates Vakfı. Vakıf tarafından yapılan yardımlar şarta bağlı olduğundan sadece çocuk felci ile mücadelede kullanılabiliyor. Bu örnekten anlaşılabileceği üzere Örgüt sahip olduğu fonların önemli bir kısmında tam bir tasarruf hakkına sahip değil.
Bağışçı ve bağış tutarına bağlı olarak politikaların etkilenme ihtimali en çok tartışılan konulardan birisi. Özellikle Domuz Gribinde ilaç şirketlerinin sağladığı finansman ve Dünya Sağlık Örgütünün süreç yönetimi ciddi şekilde sorgulanmıştı. Üye ülkeler ve bunların ekonomik nüfuzu da Örgütün başarılı politikalar üretmesini güçleştiriyor. Örgüt bir karar almadan önce katman katman bürokrasiyi de hesaba katmak zorunda kalıyor.
Kamu Sağlığı Acil Durumu, Pandemi ilan etme gibi kararlar ise oldukça zorlu kararlar. Hastalığın görüldüğü ülkeler bu kararlardan ekonomik olarak olumsuz etkilendiğinden Örgütün bu ülkeler aleyhine sürece müdahalesi güçleşiyor. Değil Çin Halk Cumhuriyeti gibi bir dev, Afrika ülkelerini etkileyen Ebola da bile Örgütün bu çaresizliği yaşadığına şahit olmuştuk. Bu yüzden Örgütün koronavirüsteki süreç yönetimi pek çok kişiyi şaşırtmadı diyebiliriz.
Geç pandemi ilan etmenin arkasındaki motivasyon açıklanabilir olsa da Örgütün bu krizde açıklamakta güçlük çekeceği ciddi bir hatalar zinciri var. Bu yüzden Örgütün bu süreçten yara almadan çıkması imkansız. İlerleyen tarihlerde organizasyon yapısının ve politika üretme sürecinin tamamen değiştiğini veya kendisine alternatif mekanizmalar üretilmeye çalışıldığını görebiliriz.
09.04.2020
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> YIL SONU KAMPANYASI: Muhasebecilere Özel Web Sitesi 1.249 TL yerine 999 TL + KDV
Ayrıntılar için tıklayın.
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.