Gelir dağılımını belirleyen başat faktörler arasında; sermaye, beceri, eğitim, miras, risk, şans ve yaş unsurları sayılabilir. Muhasebe sektöründe üretilen toplam hasılânın yüzde 77 gibi önemli bir kısmının bağımsız denetim firmalarınca üretildiği, kalan kısmın çoğunun ise yeminli mali müşavirler (YMM) tarafından dermahzen edildiği bilinen bir olgudur. Mali müşavirler, iç denetçiler ve muhasebe uygulamacıları ise, geriye kalan küçük pasta üzerinde bir takım! paylaşım gayreti içinde debelenmektedirler.
Genel olarak incelediğimizde, tüm dünyadaki audit piyasalarında “Big four” olarak adlandırılan Price Waterhouse Coopers, Ersnst &Young, Deloitte Touche Tohmatsu ve KPMG isimli dört şirketin hakimiyeti göze çarpmaktadır. Türkiye’de de bu şirketlerin sektördeki etkinlikleri dikkat çekmektedir.(1)
Halen bu dört muhasebe firması, FTSE 100 (Financial Times and the London Stock Exchange) listesinde yer alan firmalardan yüzde 99’unu, FTSE 250 listesinde bulunan şirketlerin ise yüzde 95’ini denetliyorlar. İngiltere sanayi sektörünce ödenmekte olan denetim ücretlerinin yaklaşık yüzde 85’i bu dört firmaya gidiyor.(2)
Ekonomi teoriğinde “ithal ikâme” adıyla tanımlanmış olan ve 1948-1980 yılları arasında uygulanan ekonomik yaklaşım tercih edilerek, “birikim modeli”ne uygun yaklaşım yoluyla; sermaye belli ailelerin elinde toplanacak, gelişmiş batıda olduğu gibi toplumda bir burjuva sınıf oluşturulmaya çalışılmıştır. Sermaye birikimi oluşturan bu şirketler (aileler), Ar-ge harcamalarını artıracak, ülkenin hızlı kalkınmasında lokomotif görevi üstleneceklerdi. Avrupa modeli benzeri burjuva sınıfı aileler oluşturuldu. Koç Grubu, Sabancı Grubu, Eczacıbaşı Grubu belli başlı örneklerdir.
Ancak, bu ailelerin birikimlerinden ülkeye beklenen fayda sağlanamadığından 1980 yılından sonra yurtiçi talebe dönük, dış ticarette koruma rantları ile beslenen, bu yoğun koruma ve kaynak aktarımına rağmen uluslar arası alanda rekabet edebilme gücüne sahip olmayan, Ar-Ge’ye yatırım yapmayan, teknolojiyi dışarıdan transfer etmek zorunda kalan bir ulusal sanayi ortaya çıkmıştır.(3)
Bu satırları okuyan meslektaşlarımızın, “big four” lakabıyla maruf dünyanın önde gelen muhasebe şirketlerine gösterilen teveccüh ve hoşgörünün ardında yatan esrarın, bu şirketlerin olağanüstü kalitedeki hizmetleriyle bir illiyet bağı olmayıp, daha önce tecrübe edilen “birikim modeli”nin basit bir taklidi olduğunu zannetmelerini garipsememek icap eder.
Öte yanda, bağımsız denetim firmaları, muhasebe mesleğinin şımarık çocuklarıdır. On yıllar oldu, herhangi bir stada gitmeyeli daha doğrusu futbol izlemeyi bırakalı. Acemilikten ilk maç biletimi numaralıya almıştım. Kapalının göbeğindeki çarşı grubu bizim tribünü ayağa kaldırıp tezahürat yaptırmak istiyordu. Ama benim gibi birkaç aykırı tip dışında ayağa kalkan da yoktu. Bir davet iki davet derken, fanatikler başladı dalga geçmeye, “Sosyete, sosyete, şıngır mıngır sosyete!”
Nereden aklıma geldi, bu yıllanmış hikâye, bilemedim şimdi.
Her birimiz yaklaşan yeni Türk Ticaret Kanunu, UFRS, Bağımsız Denetim uygulamalarının mesleğimize neler getireceğini neler götüreceğini tartışırken, bir yandan da acemisi olduğumuz yaygın mevzuata hakim olmak için çaba sarf ediyoruz. Bu satırların yazarı, yaklaşan belirsizliği dağıtmak için kıstas alabileceğimiz ciddi bir malzemeye sahip olunduğunu düşünüyor. Dünyanın en büyük denetim firmalarını bu konuma taşıyan pek çok etken olmakla birlikte, dikkatleri özellikle insan yani “yetişmiş eleman” faktörüne çekmek istiyorum.
Ortalama bilgi işçisi ortalama işveren kuruluştan daha uzun ömürlü olacaktır. Örneğin otuz yıldan daha uzun bir süre başarılı olan çok az şirket vardır. Ama bilgi işçilerinin ortalama çalışma ömrü beklentisi muhtemelen elli yıl olacaktır. O nedenle, tarihte ilk kez olmakla birlikte, kendilerini istihdam eden kuruluşlardan daha uzun süre yaşayacak insanların sayısı giderek artacaktır. Ve bu tamamen yeni ve beklenmedik bir şey demektir: Bilgi işçileri kendilerini yönetmenin sorumluluğunu üstlenmek zorundadır. Böylesi bir özerkliği ve sorumluluğu geçmişte –sözgelimi bir Mozart bir Einstein ya da bir Edison gibi, çok az sayıda süper başarılı kişi dışında –kimse hayal bile edebilmiş değildir.(4)
Kaliteli bir ekiple, güçlü sermayesi ve vizyonu ile yerli sermayeli uluslararası denetim şirketi neden olmasın? Zaten, yukarıda isimleri andığımız uluslararası denetim şirketleri, yukarıdaki genel gidişatı kırmış olduklarından aşağıda ifade etmeye çalıştığımız haklı başarılara imza atmaktadırlar.
Üyelerinin benzer başarılara imza atılabileceğine inanan ve meslektaşlarını sürekli motive eden İstanbul SMMM. Odası Yön. Krl. Bşk. Yahya Arıkan’ın işaret ettiği gibi, dağın ardındaki (big four) güçlü şirketlerin varlığına rağmen söz sahibi olabilmek aslında bizlere bağlı. Zira dağın arkasındakileri piyasa kendiliğinden talep ediyor. Bu firmalar müşterilerine zorla sözleşme imzalatmıyorlar. Aynı hizmeti daha yüksek kalitede ve daha ucuz bedelden verecek olmayı garanti etseniz de yine Price, Deloitte, Ernst veya KPMG gibi firmaları tercih ediyorlar. Şirketlerin bu firmalarda ne bulduklarını sorgulamak lazımdır. Aksi halde tekil düzeydeki değerlendirme sarmalına takılacağımız gibi, ölçülebilir birçok faydadan mahrum kalabiliriz.
Somut örnekler vermek gerekirse, uluslararası denetim firmalarının ana iştigal konuları dışında ortaya çıkardığı birbirinden değerli raporları, gerek Türkiye gerekse yurtdışı internet sitelerinden takip edebilirsiniz. Daha da doğrusu, bu raporlar kaçınılmaz olarak takip edilecek niteliktedir. İlgili şirketlerin küresel çaptaki araştırma ve bildirileri incelendiğinde, daha varlığından haberdar olmadığımız sorunlar üzerine çalışmalar yapan, insanlığın ortak endişelerine çözümler üreten, bunun için kaynak ayıran, emek ve zaman harcayan big four ile aramızdaki makası kapatmak için soluksuz çalışmanın gereği daha iyi anlaşılabilir. Yoksa, mücerret lafla bu işin başarılamayacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Kısaca söylemek gerekirse, Papyonu ancak üçüncü nesil takabilirken, önceki iki neslinde ne yaptığını bilerek çalışmalıdır. Yoksa, Tolstoy “Savaş Barış”ı tam yedi kere niye baştan yazsın. Her bebek bile, yürümeye başlayana kadar en az iki bin kere yere düşüp tekrar kalkıyor. Gerekirse, bebeklerden ders almalıyız. “Düştüğümüz yerden tekrar ayağa kalkmalı”, yılmadan usanmadan, ödünsüz çalışmalıyız.
Söylemek istediğimize sosyo-psikolojik açıdan yaklaşarak, kişisel olarak nelere dikkat edilmesi gerektiğine de bir örnek verilmesi uygun düşer kanaatindeyim.
Geçmişte benzeri görülmemiş fırsatlar çağında yaşıyoruz. Eğer tutku ve zekânız varsa, nereden başlamış olursanız olun seçtiğiniz mesleğin en tepesine yükselebilirsiniz. Ama fırsatlarla birlikte sorumluluk da gelecektir. Kendi yerinizi belirlemek, ne zaman yön değiştireceğinizi bilmek ve yaklaşık elli yıl sürebilecek bir çalışma yaşamı boyunca bilgili ve üretken kalabilmek kendi elinizdedir. Bunları iyi yapabilmek için kendinizi çok iyi tanımanız gerekir –sadece güçlü ve zayıf yanlarınız değil, nasıl öğrendiğinizi, başkalarıyla birlikte nasıl çalıştığınızı, değerlerinizin neler olduğunu ve en büyük katkıyı nerede yapabileceğinizi bilmeniz gerekir. Çünkü hakiki mükemmelliğe ancak güçlü yanlarınıza dayandığınızda ulaşabilirsiniz.(5)
Peki, öncelikle taşın altına elini koyması gerekenler kimler acaba?
Son yıllarda, sermaye, iş hacmi, nitelikli personel ve pazar payı açısından şeytanın bacağını kıracak büyüklüğe erişen yerli sermayeli mali müşavirlik firmalarımızın sayısı artmaya başladı. Hepimizi sevindiren bu şirketlerin sadece internet sitelerine baktığımızda, bırakın dünyanın ortak sorunlarını daha mesleki sorunlarımıza çözüm üretecek, hadi bunu da geçelim meslektaşların yetişmesine, mesleğin itibarına katkı sağlayacak tek bir satırlık çalışma, rapor, düşünce kırıntısı, çaba, katkı, yatırım göremeyeceğiniz bir seviyesizlike karşılaşmanız oldukça düşündürürcüdür. Öncelikle bu sığ anlayışın, “hep bana hep bana” aymazlığının terk edilmesi, meslekten kazanılan fonlarının bir kısmının bu şirketlerce, imaj, vizyon, eleman ve diğer yapısal sorunlarının çözümleri için kullanılmasını bekliyor olmanın, her serbest meslek mensubunun haklı talebi olduğuna inanıyorum.
İster nitelikli personel yetiştirirken, isterseniz uluslararası arenada söz sahibi ve yetkin bir şirket markası oluşturmak için aşağıdaki formüllerin uygulama alanı bulması adına “paradigma değişikliğine” ihtiyaç bulunduğunu hatırlatalım.
Yeri gelmişken de, bireysel veya ekip çalışmasında, bu satırların yazarı başta olmak üzere, çok sık düştüğümüz ortak bir hatamıza değinmek istiyorum.
Yeterliliğin az olduğu alanları geliştirmeye mümkün olduğunca az çaba harcanmalıdır. Yetersizlikten vasatlığa doğru bir gelişim göstermek, birinci sınıf performanstan mükemmelliğe doğru bir gelişim göstermekten çok daha fazla enerji ve çalışma gerektirir. Buna rağmen, çoğu insan –özellikle çoğu eğitimci ve çoğu kuruluş- yetersiz insanları vasat hale dönüştürmeye yoğunlaşır. Enerji, kaynaklar ve zaman bunun yerine yeterli bir insanı bir yıldıza dönüştürmek için kullanılmalıdır.(6)
Sonuç
Ülkelerarası mal, sermaye ve hizmet akışının giderek yoğunlaşması nedeniyle artık ne sermaye ve teknolojinin ne de insan gücünün tek bir devlete bağlılığından söz edilmektedir.(7)
Yaklaşan yaygın düzenlemelerin getireceği iklimi iyi değerlendirirsek, değişimi fırsata dönüştürebiliriz. Amerika’nın büyük denetim firmaları çıkarmasının ardında, ekonomisi, kültürü, teknolojisi, bilim ve sanat insanları, sineması, savaş gemileri velhasılı sahip olduğu imaj ve katma değerler kişisel başarı değil ortak bir aklın sonucudur. Bunun yanında kimsenin babasının malı olmayan medeniyetin bu seviyelere gelmesinde önemli katkıları olmuş bu topraklardan çıkacak ortak sağduyunun, yerel ve küresel manada yapılmış eski yanlışların tedavisi ve aynı zamanda insanı merkeze alan “Yeni Normal” konseptinin gerek kavramsal gerekse kuramsal içeriğini zenginleştirerek, küresel ölçekteki sanayi şirketlerimize destek olacak nitelikte ve donanımda muhasebe, hukuk ve vergi hizmetlerinde öncü şirketlerimizi dünya sahnelerine taşıyacağından kuşku duymamak gerekir.
Batının fotokopi odasında doğan aydınlarımızın yerini almaya namzet pırıl pırıl yeni kuşaklar her alanda boy gösterirken, iki kişilik düşünmesi ve çalışması gereken muhasebeci aydınlarımızın da kendilerinden beklenen toplumsal mesuliyetleri yerine getirmeleri için doğru zamanın yaklaştığına inanıyorum.
Yeter ki, meslektaşlarımız kendilerini yönetmenin sorumluluğunu üstlensin ve yerli sermayeli şirketlerimiz ise bu sektörden elde ettikleri kaynakların bir kısmını, “big four” örneğinde olduğu gibi, mesleğimizin, ülkemizin ve insanlığın ortak yapısal sorunlarının çözümüne yönelik değerlendirme yüceliğini gösterebilsin.
(1) Bilgen ÖZKAN, Bağımsız Dış Denetimde Rekabet Stratejileri, muhasebetr.com, Son Erişim Tarihi: 30 Temmuz 2011.
(2) Financial Times, 29 Eylül 2011, John Gapper, The best way to tackle the Big Four.
(3) Bartu SORAL, Türk Ekonomisinde Değişim, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, Haziran 2011, s. 19, 20.; Mümtaz ZEYTİNOĞLU, Ulusal Sanayi, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1981.
(4) Peter Joseph Drucker, Etkin Yöneticinin Seyir Defteri, Çeviren: Zülfü Dicleli, Optimist Yayınları, Haziran 2007, İstanbul, s. 139.
(5) Peter F. Drucker, Kendini Yönetmek, Harvard Business Review, Ocak 2005, s. 100.
(6) P. Drucker, a.g.e., s. 86.
(7) Billur YATLI, Uluslararası Vergi Anlaşmaları, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1995, s. 1.
20.02.2012
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.