Yeryüzünde insan varlığının başlangıcından bu yana insanlar elverişli şartlara sahip yerlerde toplu yaşamaktadır. Sosyal varlıklar olarak adlandırılan insanlar, hem iç güdüleri hem de yaradılışları gereği sürekli olarak topluluk içerisinde bulunmayı seçmiş, herhangi bir toplum dışında yaşamayı tercih etmemişlerdir. En ilkel çağlardan günümüze insanlar “özgür olma” arzusu içerisindedir ve en temel ihtiyaçlarından birisi özgürlüktür. Hem topluluk içerisinde yaşamaya devam etmek hem de özgürlüklerinin kısıtlanmasını önlemek insanlar için denge kurmayı gerektirmiştir. Özgürlük ve topluluk halinde yaşamanın dengesini sağlamak her daim kolay olmamıştır. Ancak devlet kavramının çıkışı ile birlikte bu durum değişmiştir.
Devletlerin kurulması ve organize devlet yapıların oluşması toplu halde yaşayan insanların özgürlük taleplerinin daha da karmaşık bir hal olmasına neden olmuş ve bu durum hem devlet hem de bireysel ilişkilerde bir çok probleme yol açmıştır. Bu sorunun çözülmesi için devletler tüm vatandaşlara adil ve eşit hak dağıtımını esas hale getirmiş ve hak ve hürriyetler ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu hal ve hürriyetler ile insanlar kendilerine devletler tarafından verilen hakları ve hak arama yollarını kullanarak hürriyetlerini savunmuşlardır. Bu durum hak arama hakkı ve hürriyetinin günümüzdeki haline gelmesini sağlamıştır.
En genel haliyle hak arama hakkı, bireylerin sahip oldukları temel hakları özgürce kullanmaları, herhangi bir haksızlık durumunda hiçbir engelle karşılaşmadan haklarını arama hürriyetleri olmasını ifade etmektedir. Bu ödevde hak arama hakkı ve hürriyeti iki örnek olay ile birlikte aşağıda başlıklar şeklinde ele alınmıştır.
Hak arama hakkı (hürriyetinin anlaşılabilmesi için hak ve özgürlük kavramlarının ele alınması faydalı olacaktır.
Hak ve özgürlük kavramları genellikle eş anlamlı olarak kullanılmakta ve birbiri ile aynı anlamda olduğu düşünülmektedir. Ancak hak ve özgürlük kavramları birbirinden farklı anlamlar taşımaktadır. Özgürlük herhangi bir şeyi gerçekleştirme ve gerçekleştirmeme, belli bir şekilde davranış sergileme ya da sergilememe erki olup, devlet tarafından sunulan herhangi bir hukuksal temele bağlı değildir. Yani özgürlükte herhangi bir şarta bağlı olmamak, her türlü dış faktörden bağımsız şekilde bireyin kendi düşünce ve isteğine göre hareket etmesi yer almaktadır.[1]
Hak kavramı ise özgürlüğe daha geniş bir anlam içermekte ve özgürlüğü de kapsamaktadır. Haklarda genellikle topluluğa ve diğer bireylere olumlu bir davranışı kabul ettirme erki ön plandadır ancak özgürlükte topluluk ve diğer bireylere herhangi bir kabul ettirme gerekmemekte, bireyin kendi davranışını özgürce seçmesi bulunmaktadır. Yani özgürlük de her insana tanınmış bir hakkı ifade etmekte ve özgürlük bir hak çeşidi olarak ele alınmaktadır.[2]
Her ne kadar iki kavram birbirinden farklı olsa da her özgürlük ve hak birbirine denk düşmekte, biri olmadan diğeri var olmayacağı için ikisinin birbirinden ayrı düşünülmesinin mümkün olmadığı da öne sürülmektedir. Hak direkt olarak özgürlüğe bağlı bir kavramdır ve bütün hakların temelinde özgürlük bulunmaktadır.[3]
Hak arama ise, kendilerine adil davranılmadığını düşünen bireylerin, diğer bireyler lehine ayrıcalık yapıldığını ve adaletin sağlanamadığını düşünmesi iddiasını ileri sürmesi şeklinde olmaktadır. Hak aramanın olabilmesi için birisinin kendisine adil olunmadığını düşünmesi ve kendisine yapılan haksızlığının düzeltilmesi gerektiğini savunması gerekmektedir. Hakkını aramak için farklı çözüm yollarına başvuran birey, elindeki deliller ile hukuk karşısında haksızlığını ispat ederse hak aramayı doğru yapmış olduğu düşünülmektedir. Hukuk önünde bireyin haksızlığa uğramadığı sonucuna da ulaşılabilmekte, bu durum da doğru görülmektedir. Çünkü hukuk önünde haksızlığa uğramamış birisi, kendi düşüncelerinde bu durumu yaratıyor, gerçekten haksızlıkla muamele görmüyor demektir.[4]
Hak arama hakkı ya da hak arama hürriyeti günümüzde kesin ve net bir şekilde anayasa tanımı dışında tanımlanmamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda madde 36’da;
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” şeklinde hak arama hakkı tanımlanmaktadır. Buna göre bireylerin hukuk devletinde haklarını aramak için yargı organları önünde davalı ya da davacı olarak özgürlük ve hakkını arayabilmek için başvuruda bulunması, savunma ve iddia ile hakkaniyete ve adalete uygun bir şekilde, uyuşmazlıktan kaçınan mahkemeler önünde tanımlanması hakkı, hak arama hakkı olarak ele alınmaktadır.[5]
Doğrudan 36. Maddeye bakıldığında özgürlüğün genel kapsamının belirlenmesi ve özgürlük için gerekli olan adil yargılanma, savunma ve iddia hakkı gibi kavramların tanımlanması konusunda yetersiz kaldığı düşünülmektedir. Bu yetersizlik anayasa madde 40’da “temel hak ve hürriyetlerin korunması” ile tamalanmaktadır. Buna göre;
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.”
Buradan hareketle 36 ve 40. maddelere bakıldığında hak arama hakkı sadece yargı yolu ile 36. Madde gereğinde kısıtlanmakta ve söz konusu hürriyete daha geniş açılım 40. Madde ile getirilmektedir.[6] Yani 36. Maddedeki düzenleme ile yapılan ilk tanım hak arama hakkını tam olarak tanımlamamaktadır. Yargı yoluna başvurmak hakların aranmasında yapılması gereken ve karşımıza çıklıkla sıkan bir durum olsa da, hak arama hakkını yalnızca yargısal başvuru çerçevesinde ele almak bu hakkın özgürlüğünü kısıtlamaktadır. Bu nedenle hak arama hürriyetinde yetkili makama başvurma söylemi ile özgürlüğün kısıtlanması kaldırılmaktadır. Böylece hak arama hakkı kapsamında yargıya başvurma da bulunan daha geniş bir kavram halini almaktadır.
Anayasa Mahkemesi de hak arama hakkını yukarıda açıklanan şekilde ele almış ve bunu, “İnsanlık yaşamında yadsınamaz bir yeri olan hak arama özgürlüğü, toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri olmakla birlikte, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme ve haksızlığı giderme uğraşının uygar yöntemidir. İnsan varlığını soyut ve somut değerleriyle koruyup geliştirmek amacıyla hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama, bu konuda tüm yollardan yararlanma hakkını içeren hak arama özgürlüğü, hukuk devletinin başlıca ölçütlerinden, demokrasinin en çağdaş gereklerinden, vazgeçilmez koşullarından biridir” şeklinde ifade etmiştir.[7]
Bireyler herhangi bir hak ihlali ile karşılaştığında oldukça kısa bir süre içinde, herhangi bir engel ya da zorlukla karşı karşıya kalmadan, tam olarak hakkına kavuşma inancı ve hakkına arama hakkı konusunda şüpheye düşmemesi, hak arama yollarının tamamiyle ulaşılabilir olmasıyla ilgilidir. Hak arama hakkı, direkt olarak insanı merkez edinmekte ve insanla ilgili bir hak olarak ele alınmaktadır. Bir insanın hak arama hakkı ve hürriyeti olmadan, onurundan söz edemeyeceği düşünülebilmekte ve herkesin hakkının güvence altına alınmasının temel bir insan hakkı olduğu öne sürülmektedir.[8]
Hak arama hakkının kendisi, bağımsız bir özellik taşımaktadır. Fakat genel olarak haklara bakıldığında hak arama hakkı diğerlerine göre daha geniş nitelik taşımaktadır. Çünkü hak arama hakkı yasalarda ve anayasalarda düzenlenen bütün diğer hakların korunmasını amaçlamakta ve gerekli olan yolları sunmaktadır. Bu doğrultuda diğer hakları koruyan, araç bir hal niteliğinde olan bağımsız hak, hak arama hakkının kendisidir denilebilmektedir.[9]
Hak arama hakkının öneminin anlaşılabilmesi için bu hak ile yakından ilişkili olduğu düşünülen adalet kavramının incelenmesi gerekmektedir. İnsan haklarının özellikle düşünsel bakımdan en temel boyutunu oluşturan adalet kavramı ve adalete güven kavramı toplumda bütünleştirici bir rol oynamaktadır. Bu nedenle toplumsal hayatta adaleti sağlamak ve adaleti en üstün değer haline getirmek devletin varoluş amaçlarından birisini oluşturmakta, eğer adalet tam olarak sağlanamazsa toplumda insan haklarına olan inanç zarar görmekte ve devletin saygınlığı tartışılabilir konuma geçmektedir. Bir devlet vatandaşlarının temel haklarının diğer vatandaşlar tarafından göz ardı edilmesine ve çiğnenmesine ses etmediği ve vatandaşının hakkını savunmadığı zaman, adalet kavramı yozlaşmış olmakta ve hukuk devleti kavramı değerini yitirmektedir. İşte bu dönemde, bireylerin adalete inancı azaldığında ve toplumda birçok adil olmayan olay yaşandığında hak arama hakkı önemini artırmaktadır. Bireyler devletin adaletine bu hakları ulaşmakta, adalet bu yol ile sağlanmaktadır.[10]
Özetle hak arama hakkı ve hürriyeti ile birlikte temel hak ve özgürlüklerin korunması amaçlanmakta ve bir insan hak ihlali ile karşılaştığında nerelere başvuracağı gösterilmektedir. Hukuk devlet ilkesi bu bağlamda oldukça önemlidir. Genel olarak hak arama hakkının sadece başvuru yollarının sürekli açık tutulmasından ibaret olduğu düşünülmektedir. Ancak bu yanlış bir algıdır. Genel olarak yargısal başvuru yapılabilmekte bunun yanı sıra demokrasinin gereği olarak hak arama hakkında idari ve siyasi başvuru yolları da sunulmaktadır. Bunlar direkt olarak siyasi katılma ile bağlantılı olan insanların idareyi, hükümeti ve yasama meclisini denetlemesine ve etkilemesine olanak sağlayan yollar olup, temel hak ve özgürlüklerin sadece kağıt üstünde hak arama garantisi olmadığını gösteren ve hayata geçmesinde rol oynayan önemli öğeleri oluşturmaktadır.[11]
Hak arama hakkını kullanmak için hukuki olarak bireyler idare organları, yasama organı ve yargı mercilerine başvurma hakkına sahiptir. Tüzel ve özel bireylerin hak ihlallerine karşı yargı prödesurlerine başvurularak dava ve talep hakkı kullanılabilmekte, ihlalin durumuna göre cezai hükümler verilmesi ve koruma sisteminin aktif hale getirilmesi sağlanabilmektedir.
Modern hukuk sistemlerine göre kuvvet kullanma ile bizzat bireylerin haklarını arama yasaktır. Hak ihlaline uğrayan ya da hakkına zarar verilen birey direkt devlete başvurmalı ve hukuksal sistemin belirlediği sınırlar çerçevesinde hakkını aramalıdır. Burada daha önce de söylendiği gibi idare organları, yasama organı ve yargı mercileri devreye gitmektedir. Hak arama faaliyetlerinin en önemlisi yargısal başvurudan oluşmaktadır. Ancak her hak ihlalinde yargıya başvurulamayacağı için her bir başvuru yolu üstünde durmak faydalı olacaktır.
Yasama organına siyasal başvuru yolu “dilekçe hakkı”nı temsil etmektedir. Bu başvuru yoluna göre vatandaşlar yasama organlarına şikayet ya da istek şeklindeki başvurularını dilekçe ile iletmektedir. İki yönlü hak olarak vurgulanan dilekçe hakkı kullanıldığında, birey toplumun ya da kendi menfaatinin korunması için dilekçe ile başvurma hakkına sahipken, dilekçenin yazıldığı yasama organı bu dilekçeyi kabul etme, içeriğine tetkik etme ve sonucu dilekçe verene bildirme sorumluluğu taşımaktadır.[12]
1982 Anayasası 74. Maddesinde Dilekçe Hakkı düzenlenmekte ve yasama organı tarafından başvurunun neticesini bildirme zorunluluğu garanti altına alınmaktadır. 2001’de anayasada yapılan değişiklik ile maddeye “gecikmeksizin” ifadesi de eklenmiş ve dilekçe hakkının kısa süreli sonuçlanması ve aktif kullanımı ön plana çıkarılmıştır.[13]
Dilekçe hakkı kullanımında, isteğin türüne göre şikayet ve dilek olmak üzere iki tür hak kullanılabilmektedir. Bunlardan dilek özelliği taşıyanlarda birden çok bireyin kamuyu ya da kendilerini ilgilendiren bir konu hakkında alınması gerekli istek ve önlemleri bildirmesi söz konusudur ve burada içerik siyasal olduğu için kısıtlanmayan ancak düzenlenebilen özellik taşımaktadır. Şikayet için yazılan dilekçelerde ise, bir kişi ya da kurumun çıkarlarıyla ilgili bir sorun bildirildiği ve hukuk düzeninde bir aksaklık görüldüğü için kısıtlı hazırlanmaktadır.[14]
Siyasal başvuru yolu ya da diğer adı ile dilekçe hakkı, diğer kanuni yollara başvuramayan vatandaşlar için oldukça önemlidir. Dilekçe hakkı ile vatandaşlar kendilerini güvende hissetmekte, ümit ve teselli bulmaktadır. Çünkü bazen ihlaller kanun çerçevesinde ele alınmayacak şekilde olup, hala bireylerin haklarına zarar verebilmekte ve bu durumda dilekçe hakkı kurtarıcı vazife görmektedir.[15]
İdari başvuru yolu daha önce verilen Anayasa 36, 40 ve dilekçe hakkını içeren 74. Madde ile anayasal dayanağı olan, bireylerin itiraz, şikayet ve dileklerini idari makamlara bildirmeleri ile gerçekleşmektedir. Anayasadaki maddeler gereğinde bireyler kendileriyle ilgili konularda yetkili gördüğü kurumlara başvurma imkanına sahiptir. Daha önce dilekçe hakkı siyasal başvuru yolu olarak da ele alınmıştır ancak “3071 sayılı Dilekçe Kanunu” ilk maddesi dilekçenin idari başvuru yöntemi olduğunu göstermektedir. Yani bireyler dilekçeyi siyasal ya da idari başvuru için kullanabilmektedir. Bireyler genellikle kamu hizmetlerinin ve idaresinin incelenmesi, yönetime katılma gibi sebeplerle ve idarenin işleyişi ile ilgili hususlarla şikayet ve dileklerini idari başvuru yoluyla da iletebilmektedir.[16]
İdari başvuruda dilekçenin yanı sıra iki adet başvuru yöntemi dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki picketing’dir. Picketingyani; “arama özgürlüğünün iki boyutuna daha vurgu yapılmıştır. Bunlardan birincisi bireylerin kamu mallarından yararlanma suretiyle fikir ve düşüncelerini açıklamaları, yaymaları, aydınlatmaları, iletişim kurmaları, etkilemeleri faaliyetinin Türkiye’de pek bilinmeyen bir yöntemi olan kamuyu çeşitli konularda ve bunların sebepleri hakkında aydınlatmak; farklı görüşleri yaymak ve bu suretle, kendisini ilgilendiren meselelerde bilgilendirilmiş ve eğitilmiş kamuoyunun oluşumunu sağlama faaliyetidir.”[17]
Diğeri ise, bireylerin belge ve bilgilere ulaşma hakkıdır. Bireyler bilerek hareket edebildiği gibi hak arama haklarını kullanırken belirli donanım ve verilere sahip olduğunda hükümleri daha anlamlı olmaktadır. Bu nedenle “bilgi edinme hakkı” olarak da adlandırılabilen bilgiye erişim hakkı, hak arama hürriyetinin temelini, olmazsa olmaz şartını ve başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Ülkemizde “4892 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu” ile sağlanan bu hak, anayasanın 74. Maddesinde de hak arama özgürlüğü ve bilgi edinme hakkının bağlantılı olduğu şeklinde doğrulanmaktadır.[18]
Hak arama hakkını kullanmanın daha etkili bir yolu olan yargısal başvuru yolu, diğer yollara göre daha çok kullanılmaktadır. Vatandaşlar her ne kadar siyasi ve idari yolları kullanarak problemlerini çözebiliyor da olsalar, idari makamlar olayı çözmede genellikle isteksiz oldukları için bireyler yargısal yollara başvurmaktadır.
Yargısal başvuru yolunda adil yargılanma hakkı ön plana çıkmaktadır. Adil yargılanma hakkı “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar, gerek cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir” şeklinde ifade edilmektedir. Adil yargılanma hakkı bileşenleri doğrudan hak arama hürriyeti ile ilişkilidir. Bu bileşenler ve haklar şu şekildedir:[19]
1.5. Örnek Olay 1: T.C DANIŞTAY VERGİ DAVA DAİRESLERİ KURULU
ESAS NO: 2016/82
KARAR NO: 2016/83
KARAR TARİHİ: 10.02.2016
İstemin Özeti: Davacı adına inceleme raporu uyarınca Aralık 2011 dönemi için re’sen salınan üç kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi davaya konu yapılmıştır.
(…) Vergi Mahkemesi kararıyla; Anayasa’nın 36 ve 125. maddelerine değindikten sonra; iddia ve savunma hakkının birbirini tamamladığı ve birbirinden ayrılmaz niteliğiyle de hak arama hürriyetine temel oluşturduğu, hak arama hürriyetinin, önemi nedeniyle yalnız toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri değil, aynı zamanda bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracı olduğu, savunma hakkının öznesinin, suçlanan kişi olduğu, kişinin savunma seçeneklerini değerlendirebilmesi için öncelikle kendisine yöneltilen suçlamanın varlığını ve sebeplerini bilmesi gerektiği, çağdaş bir hukuk düzeninde bu hakkın kullanılmasının olabildiğince kolaylaştırılması; olumlu ya da olumsuz sonuç almayı geciktiren, güçleştiren engellerin kaldırılması gerektiği, savunma hakkının belirtilen şekilde kullanılabilmesinin ise iddia olunan fiile ilişkin tespit ve kanıtların bilinmesi, buna bağlı olarak karşı argümanlar geliştirilerek aksi yönde tespit ve kanıtların sunulmasıyla mümkün olduğu, savunma hakkının, Anayasa’nın “Kişinin Hakları ve Ödevleri’ni belirleyen ikinci bölümünde yer alan temel haklardan olduğu, evrensel konumu nedeniyle, insanlığın ortak değerlerinden sayıldığı, felsefi ve hukuksal nitelikleri ve içerikleriyle adalet kavramı ve yargılama işlevinin, birbirini tümleyen, birbirinden ayrılmaz nitelikteki sav-savunma-karar üçlüsünden oluşan yargıyla yaşama geçtiği, Anayasa Mahkemesi’nin 14.07.1998 tarih ve E. 1997/41, K. 1987/47 sayılı kararında; Avrupa İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin, savunma hakkının önemini ve gereğini vurgulayan 6. maddesini de dikkate alarak savunma hakkının niteliğini vurguladığı, herkesin kendisine yönelik isnadın nedeninden ve niteliğinden en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek hakkına sahip olduğu; olayı, isnadın nedenini ve hukuki niteliğini bilmeyen kişinin kendisini yeterince savunamayacağının açık olduğu, bu hususun, savunma hakkının temelini oluşturduğunun belirtildiği, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 35. maddesinin 2. fıkrasına göre mükelleflerin uzlaşma, dava açma ve savunma gibi yasal haklarını kullanabilmeleri için tarhiyatın dayanağı olan ve tarhiyatın yapılma nedeni ile matrah farkının tespitine ilişkin hesaplamaların nasıl yapıldığına dair açıklamaları içeren takdir komisyonu kararının vergi inceleme raporunun veya tarhiyata dayanak alınan mükellef adına düzenlenmiş vergi tekniği raporunun ihbarnameye eklenmesi gerektiği, bu niteleme karşısında takdir komisyonu kararının, inceleme raporunun veya mükellef adına düzenlenmiş vergi tekniği raporunun ihbarnameye eklenmemesinin, anılan Kanun’un 108. maddesinde belirtilen basit şekil noksanlığı olarak mütalaa edilemeyeceği, mükelleflerin özel hayatlarının gizliliğinin korunmasının öncelikle anayasal bir hak olduğu, Anayasa’nın temel hak ve ödevler kısmında düzenlenen 20. maddesinin de genel olarak mahremiyete ilişkin hükümler içerdiği, kişilerin özel hayatlarıyla ilgili bilgilerin gizliliğinin korunmasının Anayasal temel hak ve özgürlükler kapsamında güvence altına alındığı, vergilendirme işlemi sırasında da bu hakkın korunması için vergi hukukunda vergi mahremiyeti ilkesine yer verildiği, Vergi Usul Kanunu’nun 5. maddesi ile vergi mahremiyetine uymak zorunda olan kişilerin, görevleri dolayısıyla mükellef veya mükellefle ilgili kişilerin şahıslarına ilişkin olarak ede ettikleri ve gizli kalması gereken bilgileri açıklamaları, kullanmaları ve üçüncü şahıslara kullandırmalarının yasaklandığı, vergi mahremiyetinin, mükelleflerin, kendilerine ait gizli bilgileri güvenle vergi dairesine verebilmelerini sağladığı, mükelleflere, kendilerine ait bilgilerin verilmemesinin bu madde kapsamında değerlendirilemeyeceği, dosyanın incelenmesinden, dava konusu vergi ziyaı cezalı tarhiyatların dayanağı olan vergi inceleme raporunda atıf yapılan 06.05.2013 tarih ve 2164/1 sayılı vergi tekniği raporunun davacıya tebliğ edilmediği, ihbarnamelerin tebliğ edilmesi ve davacı tarafından söz konusu tarhiyatların dava konusu yapılmasını müteakip davalı idarece 21.10.2013 tarihinde müstakil olarak tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, davacıya ihbarname tebliğ edilmesi esnasında inceleme raporu ile birlikte söz konusu raporların dayanağı olan vergi tekniği raporu tebliğ edilmeyerek, savunma hakkının engellendiği, vergi tekniği raporunun sonradan tebliğ edilmesinin, davacıya tam ve eksiksiz bir şekilde savunma hakkı tanındığını göstermeyeceği gerekçesiyle tarhiyatı kaldırmıştır.
Davalı idarenin temyiz istemini inceleyen Danıştay Dördüncü Dairesi, 09.12.2014 gün ve E. 2014/7759, K. 2014/8273 sayılı kararıyla temyiz istemini reddetmiş ise de karar düzeltme istemini kabul ederek önceki kararını kaldırdıktan sonra temyiz istemini yeniden inceleyerek verdiği 11.06.2015 gün ve E. 2015/3123, K. 2015/3203 sayılı kararıyla; vergi tekniği raporu ihbarname ile birlikte tebliğ edilmemiş ise de 21.10.2013 tarihinde müstakil olarak tebliğ edildiği, davacının, dava dilekçesinde uyuşmazlık konusu olaya ilişkin ayrıntılı açıklamalarını yaparak haklılığını ortaya koymaya yönelik delillerini dilekçe ekinde dosyaya ibraz ettiği, bu bakımdan, davacının savunma hakkının kısıtlanması gibi bir durum söz konusu olmayıp, işin esasının incelenmesi gerekirken, salt dava konusu vergi ziyaı cezalı tarhiyatların dayanağı olan ve söz konusu inceleme raporunda atıf yapılan vergi tekniği raporunun davacıya ihbarname ile birlikte tebliğ edilmediğinden bahisle cezalı tarhiyatın kaldırılmasına karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle kararı bozmuştur.
(…) Vergi Mahkemesi kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeye ek olarak; vergi tekniği raporunun dava açıldıktan sonra müstakil olarak tebliğ edilmesinin davacıya tam ve eksiksiz bir şekilde savunma hakkı tanındığını göstermeyeceği, tarhiyata karşı dava açma yolunu kullanmak yerine tercihen uzlaşma hakkını kullanıp kullanmama noktasında yeterli ve gerekli imkan ve zamanın davacının elinden alındığı, Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun 18.06.2014 gün ve E. 2014/300, K. 2014/562 sayılı kararının da bu yönde olduğu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin 3. bendinde yer aldığı şekilde eşitliğin, kişinin kendisine yöneltilen suçlamanın niteliği ve nedeni konusunda en kısa zamanda anladığı dilde ayrıntılı biçimde bilgilendirilmek, savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmayı içerdiği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre genel ve geniş kapsamlı bir kavram olan hakkaniyetin en önemli gereğinin taraflar arasında silahların eşitliğinin, diğer bir deyişle, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler açısından tam bir eşitliğin sağlanması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunması olduğu gerekçesiyle ısrar etmiştir.
Davalı idare tarafından, vergi tekniği raporunun ihbarnamelerle aynı anda değil de müstakilen tebliğ edilmesi halinde savunma hakkının kısıtlandığından bahsedilemeyeceği; davacı tarafından ise dava duruşmalı olarak görüldüğünden ilk karardaki gibi duruşmalı işlere ilişkin vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.
Karar: Davacı adına inceleme raporuna dayanılarak Aralık 2011 dönemi için re’sen salınan üç kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılması yolunda verilen ısrar kararı taraflarca temyiz edilmiştir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” kuralı yer almıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinde; herkesin medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahip olduğu hükme bağlanmıştır.
Uyuşmazlığın özü, vergi tekniği raporunun dava açıldıktan sonra müstakil olarak tebliğ edilmesinin davacıya tam ve eksiksiz bir şekilde savunma hakkı tanındığını gösterip göstermeyeceğine ilişkin olup; çözümü, ısrar kararında bahsi geçen “adil yargılanma”, “savunma hakkı”, “silahların eşitliği” ve“çelişmeli yargılama ilkesi” gibi kavramların açıklığa kavuşturulması ve somut olayda söz konusu hak ve ilkelere aykırılık bulunup bulunmadığının tespitine bağlıdır.
Adil yargılanma hakkı, hukukun üstünlüğüne bağlı demokratik toplumun temel değerlerini yansıtan bir haklar ve ilkeler bütünü olup hukuk yargılamasında tarafların (madde 6/1) ve ceza yargılamasında sanığın (suç isnad edilen şüphelinin) (madde 6/1, 2 ve 3) usulden kaynaklanan haklarını garanti altına almaktadır. Bu bağlamda, adil yargılama hakkı, bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetleme imkanı vermektedir. Bu nedenle, adil yargılanmaya ilişkin iddiaların incelenebilmesi için yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunulmuş olması gerekmektedir.
AİHM tarafından bir yargılamanın adil olup olmadığı değerlendirilirken, bu usulsüzlüklerin yargılamanın ileri aşamalarında giderilip giderilmediği konusu da incelenmektedir. (Miailhe-Fransa No.2) “Adillik” şartının, 6. maddenin tüm diğer unsurlarından temel farkı, yargılamayı bir bütün olarak kapsaması ve kişinin “adil” yargılanıp yargılanmadığına ilişkin meseleyi sadece belirli bir hadise veya usul ihlali açısından değil tüm aşamalara ilişkin kümülatif bir analizle ele almasıdır. Bunun bir sonucu olarak bir aşamadaki kusur sonraki bir aşamada telafi edilebilir. (Monnell ve Morris / Birleşik Krallık, para.55-70)
AİHM, “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasa’nın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı”dır. AİHM’ye göre hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için, yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması (Bkz. Ludi/İsviçre, B. No: 12433/86, 15.06.1992 §§ 49-50) ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde (Bkz. Artico/İtalya, B. No: 6694/74, 13.05.1980 § 33) yorumlanması gerekmektedir.
“Hakkaniyete uygun yargılama”nın temel unsuru ise yargılamanın “çelişmeli” olması ve taraflar arasında “silahların eşitliği”nin sağlanmasıdır. (Rowe ve Davis/Birleşik Krallık [BD], B. No: 28901/95, 16.02.2000, § 60) Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi, taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda, tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkanı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir. Silahların eşitliği ilkesinin tamamlayıcısı olan çelişmeli yargılanma hakkı, kural olarak bir hukuk ya da ceza davasında tüm taraflara, gösterilen kanıtlar ve sunulan görüşler hakkında bilgi sahibi olma ve bunlarla ilgili görüş bildirebilme imkanı vermektedir. (AYM B. No: 2014/12348)
Adil yargılanma hakkının unsurlarından bir diğeri olan silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usuli haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelmektedir. Ceza davalarının yanı sıra medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin hukuk davaları ve idari davalarda da bu ilkeye uyulması gerekmektedir. (B. No: 2013/1134, 16.05.2013, § 32)
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere bu haklar, açılmış ve görülmekte olan bir dava sırasında kullanılabilecek niteliğe sahiptirler.
Uygulamada, genellikle vergi tekniği raporuna atıfla düzenlenen vergi inceleme raporlarının mükellefe tebliğ edildiği ancak, tarh nedenini, matrahın bulunuş yöntemini ve tarhiyatın dayanağına ilişkin bilgi ve belgelerin gösterildiği vergi tekniği raporunun tebliğ edilmediği görülmektedir. Ana kural vergi tekniği raporunun ihbarname ekinde tebliğ edilmesi olmakla birlikte söz konusu raporun mahkeme tarafından ara kararıyla istenmesi ya da re’sen idarece dava dosyasına sunulması üzerine davacı tarafından incelenmek ve haklılığını ortaya koymaya yönelik delillerini sunmasına imkan vermek suretiyle bu eksikliğin yargılama aşamasında giderilmesi mümkündür.
Dosyanın incelenmesinden, vergi tekniği raporu ihbarname ile birlikte tebliğ edilmemiş ise de 21.10.2013 tarihinde müstakil olarak tebliğ edilerek davacının, yargılama aşamasında uyuşmazlık konusu olaya ilişkin ayrıntılı açıklamalarını yapmak suretiyle savunma hakkını kullandığı, haklılığını ortaya koymaya yönelik delillerini dilekçe ekinde dosyaya ibraz ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacının, yukarıda nitelikleri belirtilen savunma hakkının kısıtlanmadığı ve temel haklarının ihlal edilmediğinin anlaşılması karşısında Mahkemece uyuşmazlığın esasının incelenmesi suretiyle, davacının vekalet ücretine ilişkin iddiaları da dikkate alınarak yeniden karar verilmek üzere, ısrar kararının bozulması gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz istemlerinin kabulüne, (…) Vergi Mahkemesinin ısrar kararının bozulmasına, oyçokluğuyla karar verildi.
1.6. Örnek Olay 2: “Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” kuralı yer almış; 40. maddenin 2. fıkrasının gerekçesinde, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiş; “Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı” başlıklı 74. maddesinde ise “Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir...Bu maddede sayılan hakların kullanılma biçimi, Kamu Denetçiliği Kurumunun kuruluşu, görevi, çalışması, inceleme sonucunda yapacağı işlemler ile Kamu Başdenetçisi ve kamu denetçilerinin nitelikleri, seçimi ve özlük haklarına ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” kuralına yer verilmiştir. 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun’un “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, “Bu Kanun, Türk vatandaşları ve Türkiye’de ikamet eden yabancılar tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi ile İdarî makamlara yapılan dilek ve şikâyetler hakkındaki başvuruları kapsar.”; “Dilekçelerin İncelenmesi ve Sonucunun Bildirilmesi” başlıklı 7. maddesinde ise, “Türk vatandaşlarının ve Türkiye’de ikamet eden yabancıların kendileri ve kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri konusunda yetkili makamlara yaptıkları başvuruların sonucu veya yapılmakta olan işlemin safahatı hakkında dilekçe sahiplerine en geç otuz gün içinde gerekçeli olarak cevap verilir. İşlem safahatının duyurulması hâlinde alınan sonuç ayrıca bildirilir.” hükümlerine yer verilmiştir. Hak arama özgürlüğü, genel olarak pozitif hukuk tarafından tanınmış hakların ön şartı ve usuli güvencesi olarak anlaşılır. Bu hakkın kullanılması da ancak buna ilişkin başvuru yollarının tam ve etkin biçimde tanınmasıyla mümkün olabilir. (KABOGLU, İbrahim Ö; Özgürlükler Hukuku, s. 86) İdari işlemlere karşı başvuru yollarının ayrıntılı düzenlemelerde yer alması, başvuru süresinin kısa olması veya olağan başvuru yollarına istisna getirilebilmesi nedeniyle işlemlere karşı hangi idari birime, hangi sürede başvurulacağının idarelerce işlemde belirtilmesi hak arama özgürlüğünün korunması açısından önemlidir. Ayrıca, işlemlerde gösterilen sebep ve gerekçe, işlemin yasaya uygunluğu ve dayanağını değerlendirme, itiraz edip etmeme konusunda ilgililere yardımcı olmakla birlikte, idarenin saydamlığı, savunma hakları ve idareye güven ilkeleri ve hukuk devleti anlayışının oluşumu noktalarında büyük öneme sahiptir. Anayasa’nın 74. maddesinde, kişilerin şikâyetleri konusunda yetkili makamlara Esas Sayısı : 2016/143 Karar Sayısı : 2017/23 yapılan başvuruların gecikmeksizin (3071 sayılı Kanun’da bu süre otuz gün olarak düzenlenmiştir) dilekçe sahiplerine bildirileceği kuralı yer almasına rağmen, 4734 sayılı Kanun’un iptali istenen kısımlarında ihaleyi yapan idareye karar almama serbestisi tanınmıştır. Öte yandan, Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. (AYM B. No: 2012/791,7/11/2013, § 52). Somut olayda, davacı (başvuru sahibi) tarafından yapılan şikâyet başvurusu üzerine ihaleyi yapan idare (Aile ve Sosyal Politikalar Giresun il Müdürlüğü Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi Müdürlüğü) tarafından cevap verilmemesi (zımnen reddedilmesi) nedeniyle idarenin karar verme süresinin bitimini izleyen on gün içinde davalı idareye itirazen şikâyet başvurusunda bulunulması gerekirken Ordu İdare Mahkemesi’nde dava açıldığı anlaşılmaktadır. Açılan davada Mahkeme tarafından, dilekçenin davalıya tevdiine karar verildiği, davalı idare tarafından 4734 sayılı Kanun’un 54. maddesinin dokuzuncu fıkrası dayanak gösterilerek anılan mahkeme kararı ve ekinde yer alan dava dilekçesinin Kurum kayıtlarına alındığı 04.05.2015 tarihi (itirazen şikâyet başvurusu tarihi olarak) dikkate alınarak başvurunun süre ve şekil yönünden reddedildiği görülmektedir. Şayet ihaleyi yapan idare tarafından on gün içinde gerekli inceleme yapılarak gerekçeli bir karar alınsaydı (4734 sayılı Kanun’un 55. maddesi uyarınca karar almama serbestisi bulunmasaydı), alınan kararda Anayasa’nın 40. maddesine uygun olarak davacıya hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağı ve süreleri belirtilmiş olacağından, davacının son derece dağınık mevzuat karşısında mahkemeye erişim hakkı, hak arama hürriyeti, dilekçe hakkı ve savunma hakkı korunmuş olacaktı. Açıklanan nedenlerle; bir davaya bakmakta olan mahkemenin, o davada uygulanacak bir kanun hükmünü Anayasa’ya aykırı görürse ilgili kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurabileceğini düzenleyen 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesinin birinci fıkrası gereğince, 4734 sayılı Kanun’un 5812 sayılı Kanun’la değişik 55. maddesinde yer alan “...Belirtilen süre içinde bir karar alınmaması durumunda başvuru sahibi tarafından karar verme süresinin bitimini...” ve “süresi içerisinde bir karar alınmaması hâlinde ise bu sürenin bitimini” ibareleri yönünden Anayasa’nın 36., 40. ve 74. maddelerine aykırı olduğu kanısına ulaşılması nedeniyle bu kuralın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına; bu kuralın Anayasa’ya aykırılığı ve uygulanması durumunda telafisi güç veya imkânsız zararlar doğabileceği gözetilerek esas hakkında bir karar verilinceye kadar yürürlüğünün durdurulmasının istenilmesine; iptali istenen kuralın Anayasa’nın hangi maddelerine aykırı olduğunu açıklayan gerekçeli başvuru kararının aslının, başvuru kararına ilişkin tutanağın onaylı örneğinin, dava dilekçesi ile dosyanın ilgili bölümlerinin onaylı örneklerinin dizi listesine bağlanarak ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA GÖNDERİLMESİNE, Esas Sayısı : 2016/143 Karar Sayısı : 2017/23 23.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
Sonuç olarak hak arama hakkı (hürriyeti), bireylerin yargı mercileri önünde davalı veya davacı şeklinde hakkını arayabilmek amacıyla başvuruda bulunması ve bu merciler önünde hakkaniyete uygun, adil, savunma ve iddia hakkının bulunması şeklinde ifade edilebilmektedir. Hak arama siyasal, idari ve yasal yollarla yapılabilmektedir.
[1] Türk Dil Kurumu, tdk.gov.tr, 21.04.2018
[2] İbrahim Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku, İnsan Haklarının Hukuki Yapısı Üzerine Bir Deneme, İstanbul: AFA Yayınları, 1994, s. 12.
[3]İbrahim Kaboğlu, Kollektif Özgürlükler, Diyarbakır: Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1989, s. 14-16.
[4]JackDonnely, Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları, Ankara, 1995, s. 57.
[5]Nilüfer Gürpunar, Hak Arama Özgürlüğü Açısından idari Yargı, Türk Hukuk Enstitüsü Dergisi, 1997, Cilt, 1-2, Sayı, 19, s. 3
[6] Ahmet Taşkın. Açlık Grevleri ve Hak Arama Hürriyeti, A.Ü.E.H.F.D, Cilt8, Sayı:3-4 Aralık 2003, s.520
[7] Anayasa Mahkemesi, 19.09.1991, s. 28.
[8] İlker Hasan Duman, 1982 Anatasasn
[9] Kaboğlu, a.g.e., s. 90
[10] Cihan Kanlıgöz, Hukuk Devletinin Maddi (Siyasal ve Toplumsal Boyutu) Üzerine Bir Deneme, Ankara Barosu Dergisi, 1997, s. 1
[11]Kazım Yenice, Hak Arama Özgürlüğü ve Danıştay, İnsan Hakları Yıllığı, Yıl 2, 1982, s. 111.
[12] Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, İstanbul: Beta Yayınları, 2006, s. 229.
[13] 4709 sayılı Kanun, Madde 26.
[14]Teziç, a.g.e., s. 229.
[15] Ali Fuat Başgil, Dilekçe Hakkı, Vatandaşların Büyük Millet Meclisine Müracat Hakkı Türk Hukuk Kurumu Konferansı, 09.01.1943.
[16] Ramazan, Yıldırım, İdari Başvurular, Konya: Mimoza Yayınları, s. 57.
[17] Ayvaz Cebre, Hak Arama Yolları ve Adil Yargılanma Hakkı, TAAD, Cilt 1, Yıl 2 Sayı, 5, s.379
[18] Cebre, a.g.e., 379-380.
[19]A.g.e., s. 381-389.
29.09.2022
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> YIL SONU KAMPANYASI: Muhasebecilere Özel Web Sitesi 1.249 TL yerine 999 TL + KDV
Ayrıntılar için tıklayın.
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.