Devletlerin en önemli fonksiyonu, yurttaşları için asgari ve en iyi yaşam şartları için gerekli avantajları sağlamasıdır. Bu avantajlar içindeyse en önemli konu tabi ki kamusal haklar ve avantajlardır. Bilindiği üzere , devlet yurttaşlarına kamusal avantajlar yaratırken harcamaları karşılayacak bir kaynak bulması gerekmektedir. O da bilindiği üzere “vergi” dir. Vergi, hepimizin bildiği gibi bir yurttaşlık görevi aynı zamanda devlet harcamalarının vazgeçilmez ve yegane unsurudur.
Esasında yurttaşlar için vergi ödemek, devletin “vergi”ye bakışı kadar önemli değil. Yurttaşlar, vergiyi devlet kadar önemsemiyorlar. Bu duruma aslında “vergi tembelliği” de diyebiliriz. Hepimiz , her harcamamızdan alınan vergiyi kasada ödediğimiz için, aslında ödediğimiz verginin ne kadar olduğuna bakmıyoruz bile!..
Keza maaş ödemelerinde de net maaş esasına göre ücretler belirlendiği için , ücretlerden kesilen vergiler pek de çalışanları ilgilendirmiyor. Yani kısacası verginin ne kadar olduğu, ne kadar olacağı ve ne kadar etkilediği bizi ilgilendirmiyor. Bu nedenle de yurttaşlar için vergilerin hayatlarında ne kadar önemli sayıl(ma)dığı anlaşılacaktır.
Konunun bir diğer ayağı olan , mal ve hizmeti ifa edip teslimini sağlayan işverenler için ise mesele daha garip bir hal alıyor. Katma Değer Vergisi (KDV) ‘ nin esas sorumlusu bilindiği üzere nihai tüketicidir. Örneğin , bir fabrika, üretim esnasında hammadde ve benzeri giderler için KDV ‘ yi en başında ödüyor. Ürettiği bu malları sattığındaysa , ilk başta ödediği KDV’ yi , nihai kullanıcıya yansıtarak tahsil ediyor. Buraya kadar herşey normal. Fakat iş bundan sonra karışıyor.
İlk başta hammaddeler için fabrikanın ödediği KDV, tam olarak son tüketiciye yansıtılan bir KDV tutarı değildir. Örneğin; bir fabrika üreteceği mallar için 100 birim KDV ödüyor, fakat sattığı malın üzerinden de 100 birim KDV den ayrı olarak bir de ayrıca “kâr” sağlıyor. Fabrikanın ödediği KDV , nihai tüketiciden tahsil edilen KDV ile eşit olmuyor. Yani, maliyet bedeli üzerinden bir KDV yansıtılıyor ancak kâr üzerinden de ikinci defa maliyet harici KDV hesaplanıyor. Esasında olması gereken de bu. Fakat burada dolanımdaki KDV , tamı tamına aynı olmamakla birlikte ,görüleceği üzere kâr üzerinden de farkında olmadan farklı bir KDV matrah hacmi yaratılıyor. Bu da demek oluyor ki, dolanımdaki KDV ‘ nin hacmi her zaman ödenen KDV hacmine eşit olmuyor. Tabi bunda en önemli etken maliyetlerde yüklenilen KDV harici şirketlerin yarattığı kârlılıklar…
Tabiki de bir çoğu için hayır! .Bunun nedeni bu hacim adeta şirketler açısından ticarette bir yük olarak görülüyor.
Peki neden ?
Çünkü vergisel anlamda, Türk Vergi Sistemi “Beyan Esası” na dayalı kurulmuş bir sistemdir. Yani burada devlet, “mükellefine güvenerek” her mükellefin beyanını “doğru” kabul ediyor.
İşte tam da burada bir vergi bilmecesi başlıyor. Yurttaşlar vergisel bilinci tam olarak oluşturmadığı ve tahsil ettikleri KDV yi devlete iletmeleri gerektiğini anlamadıkları sürece bu karmaşıklık devam ediyor.
Yazımızın daha önceki bölümünde de belirttiğim gibi KDV ödemek ticarette bir yük olarak görülüyor. Oysa bu bir yük değil, vergi ödevidir. Eğer başta ödenilen KDV indirim konusu yapılıyorsa ,bu KDV tahsil edildiğinde de devlete ödenirse , mükellef tarafından herhangi bir ödeme yükü getirmemektedir.. Bu açıklamadan yola çıkarak tam olarak KDV’ nin tanımının “devletin mükelleflerine emanet ettiği bir para” olduğu anlaşılacaktır. Yani ticaret yaparken ,tahsil edilen ve yüklenilen KDV mükellefler tarafından gelir veya giderleri gibi görülmeyecek; tahsil edilen KDV devlete beyan edilip ödenecektir.. Vergi mekanizması devlet tarafından işte tam da bu şekilde kurulmuştur.
Mükellefler ise, devletin izlediği bu emaneti kendilerine ait varlık olarak görmektedirler. Tahsil ettikleri KDV yi de kendi gelirlerine eklemektedirler. Bu KDV yi tahsil edip borçlara yatırılıdğındaysa, eğer kalırsa(!) son olarak vergilerini devlete ödemektedirler. Tabi mükelleflerin öde(ye)medikleri bu vergi de daha sonra başlarını ağrıtmakta ve kendi ticaret hacimlerini daraltmaktadır. Böylece KDV sini nihai tüketiciden tahsil eden fakat devlete iletmeyen mükellef yavaş yavaş ticari kabiliyetini yitirmekte hatta artan vergi yükü neticesinde iflasa doğru sürüklenmektedir.
Kesinlikle hayır !.
Mükelleflerin ödeyemedikleri bu vergi, iflas etseler dahi amme alacağı sayılmakla birlikte birinci dereceden ödemeye haiz bir borç sayılmaktadır. Yani bu vergi borcundan kurtulmak sanıldığı gibi basit değildir.
Esasında devlet bu vergi mekanizmasını sağlıklı bir şekilde işletemeyen mükellefleri için yine de belirli aralıklarla “vergi affı” çıkarmaktadır. Bu vergi aflarında verginin aslı korunarak , verginin tahsil edilmesi amaçlanmaktadır. Yapılan bazı hatalar için de matrah arttırımları getirmektedir.
Gelin görün ki , bizim “vergi tembeli” bazı mükelleflerimiz bu yapılandırmaları bir amaç değil , araç olarak kullanmaktadır. Devletin sürekli çıkardığı vergi aflarını fırsat bilerek , “nasıl olsa vergi affı çıkacak…” diye yıllarca vergi ödemeyeninden tutun da aynı zihniyetle vergi kaçıranlar vardır.
Vergi mekanizasmasını sağlıklı bir şekilde işletip de , vergisini zamanında ödeyen mükellef ise (belirli şartlar altında) ödeyecekleri yıllık vergiden indirim sağlamaktadırlar. Kanımızca bu ödevi yerine getiren mükelleflere sadece vergi indirimi değil, bir çok yerde öncelik sağlanmalıdır. Nasıl ki bir bankada sıra bekleyenler arasından , banka en önce kendi müşterisine öncelik verip işlemlerde en ön sıraya alıyorsa ; mükelleflere de devlet soyut veya somut olarak her işlemde öncelik vermelidir.. Yani , vergisini düzenli ödeyen mükellefler en ön sıraya alınmalıdır. Bu durumda da vergi bilinci daha da artacaktır.
Burada Türkiye ‘ de ekonomik daralma ve pandemi nedeniyle vergisini ödeyemeyen, kapısına kilit vurmak zorunda kalan mükelleflere sözümüz yok. Hatta ayakta kalmaya çalışan bu mükellefler de diğerleriyle birlikte en ön sıraya alınmalıdır.
Fakat vergi ödememeyi alışkanlık haline getiren , vergiden kaçırıp da “nasıl olsa af çıkacak” bahanesiyle ticaretin sadece “vergiden kaçırmak” olduğunu düşünen , matrah arttırımıyla herşeyin bittiğini sanan mükellefler ise kesinlikle vergi mekanizmasından çıkarılmalıdır. Çarkların daha iyi dönmesi için vergisini ödeyen ile vergisini ödeye(m)eyen bir tutulmalı; vergisini bilinçli olarak ödemeyenler ise sistem dışı kalmalıdır. Zira onlara ticaretin vergilendirmenin yan kolu olduğu anlatılmalıdır. Anlamasalar da zaten belirli bir süre sonra kendileri anlamak zorunda kalacaklardır. Çünkü, vergiden kaçıran hiçbir mükellef baki olamamış, ticari faaliyetini sürdürememiştir.
Sonuç şu, her ne olursa olsun “vergi”, her mükellefin ticari hayatında birinci hatta en önemli enstrümanıdır. Mükellef vergiden kaçırarak değil, öncelikle bu mekanizmayı en iyi şekilde nasıl işleteceğini bilerek ticaret yapmalıdır. Başarılı bir ticari yaşamın olmazsa olmaz koşulu budur.
Vergi ödemek bir vergi bilincidir, vergi tembelliğinden sıyrılarak, hatta ve hatta günümüzde her yerde karşımıza çıkan vergilerin bizleri nasıl etkilediğini iyi analiz ederek en doğru ve mantıklı şekilde kararlar verebiliriz. Attığımız her adımda ve her yerde bir verginin karşımıza çıkabileceğini unutmamalıyız!.
19.02.2021
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.