Küresel ısınma, insanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. Daha ayrıntılı açıklamak gerekirse dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor. Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor.
Son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki
yığılması artış gösterdi. Bilim adamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. Küresel ısınmaya bağlı olarak, diğer iklim elemanlarının da (nem, yağış, hava haraketleri) değişmesi sürecine küresel iklim değişikliği deniyor. Bilim insanları, küresel ısınmada en etkili faktörün, “sera gazları” denen bazı gazların son yıllarda atmosferde hızla artması olduğu üzerinde fikir birliğine varmışlardır. Başlıca sera gazları; karbondioksit, metan, kloroflour karbon, ozon ve azot oksitleridir. Bunlar içinde karbondioksit %50 ile en etkili sera gazı olarak bilinmektedir
Türkiye, küresel ısınmanın özellikle su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalar gibi öngörülen olumsuz yönlerinden etkilenecektir ve küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk grubu ülkeler arasındadır.
Ülkemizde bazı gerçekleşen hadiseler şöyledir:
1. 150 kilometre uzunluğu ile ülkemizin en uzun nehirlerinden birisi olan Kızılırmak’taki küresel ısınma tehlikesi balıkçıların yanı sıra tarım sektörünü de olumsuz etkilemeye başladı. Nehir yatağından suyun az akması, yeterli yağışların olmaması, hava sıcaklığının artması sonucu, adına türküler yazılan ve üzerinde teknelerle dolaşılarak balık avı yapılan Kızılırmak’ın artık eski ihtişamını kaybetmesi, acil önlemler alınmasını gündeme getirdi. Yaşanılacak kuraklıktan 56 bin hektar alanı kaplayan 19 Mayıs, Bafra ve Alaçam ilçeleri arasında bulunan Kızılırmak Deltası’nın da etkileneceğine dikkat çekiliyor.
Tuz Gölü yüz ölçümü bakımından Türkiye’nin ikinci büyük gölü konumunda olan ve ülkenin tuz
ihtiyacını karşılayan Tuz Gölü muhteşem görüntüsüyle gözlere hitap ediyordu.
Bölge halkı için önemli geçim kaynağı olan ve suları 60 cm çekilen Tuz Gölü yok olan değerlerimiz arasında yerini alıyor.
Dünyaca ünlü Kuş Cenneti Milli Parkı’nın bulunduğu Manyas Gölü yüzlerce kuşa ev sahipliği
yapıyordu. Türkiye’nin ilk kuş cenneti Manyas Gölü Kuş Cenneti’nde kirlilik, tahribat ve kuraklık nedeniyle kuş türü sayısının 27’ye indiği açıklandı. Yüz ölçümü 166.000 km olan Manyas Gölü’nün suları, 2 kilometreye yakın geri çekilirken, su derinliği ise gölün büyük bölümünde 30 ile 40 santime kadar düştü
Marmara kıyısında yer alan ve yüz ölçümü 11 kilometrekare olan Büyükçekmece Gölü balıkçılığa yatkındı. Şimdilerde suların çekilmesiyle kum üzerinde kalan balıkçı tekneleri Büyükçekmece Gölü’nün durumunu gözler önüne seriyor. Gölün sahip olduğu kumsal boyutu 3 metreden 45 metreye
çıkmış durumda.
Küresel ısınma ve yağış azlığı nedeniyle dünyada ve Türkiye'de yaşanan kuraklık, tahıl ambarı olarak
bilinen Konya Ovası'nda da had safhaya ulaştı. Özellikle kıraç alanları etkileyen kuraklık nedeniyle
tarlalara biçerdöverler giremez hale geldi. Küresel ısınmayla suların aşırı ısınması nedeniyle tropikal iklim kuşağında yaşayan balık türleri akın akın Akdeniz'e geliyor. Küresel ısınma nedeniyle
Karadeniz giderek Akdenizleşiyor. Karadeniz'de özellikle soğuk mevsimlerde hamsilerin kuzeye
yaptıkları göçler ya azalacak ya da duracak. Bu da ülkemize zarara ve birçok balıkçı ailenin işsiz kalmasına yol açacak
Küresel ısınma ve iklim değişikliklerinin en önemli sonuçlarından biri de ülkemizin de içinde bulunduğu dünyanın orta kuşak iklim bölgelerinde doğal afet ve orman yangını riskinin artmasıdır. Akdeniz havzasında meydana gelecek ısınma bölgede yazların çok daha sıcak ve kurak geçmesine
ve bitki örtüsünün dejenere olmasına yol açacağından, Türkiye’nin güney kıyılarındaki turizm olumsuz etkilenecektir. Meteorolojik etkiler Van Kedileri`nin doğurganlıkları üzerine büyük etki yapıyor.
Küresel ısınmadan kaynaklı güneş ışınlarının anormal oluşu, havaların dengesizliği, soğuk ve sıcak gibi etkiliyor, kedilerde hormonal dengeyi bozunca dişilerin yumurtlamasını da olumsuz etkiliyor.
Zehiriyle ölümlere ve felce neden olan tropikal iklim balıklarından balon balığı, Marmara Denizine
kadar ulaştı. Kırşehir yakınlarındaki, birinci derece doğal sit alanı olan 7.800 hektarlık Seyfe Gölü
kültürel açıdan önem taşıyordu. Diğer adı Sife Gölü olan göl kuruyunca binlerce kuş bölgeyi terk etti. Konya’nın Akşehir ilçesinde bulunan Akşehir Gölü yaklaşık 15 yıl önce 350 kilometrekarenin üzerinde alana sahipti. Akşehir Gölü’nün toplam alanı 30 kilometrekareye, en derin yeri ise 1 metreye
kadar düştü.Konya bölgesi için önemli yere sahip olan gölün bazı kesimleri tarım alanı olarak kullanılıyor. Konya’da Beyşehir ve Çavuşcu göllerinin su seviyesinin azalması, Akşehir Gölü’nün
kuruması ve bunların yanı sıra sürdürülen bilinçsiz avcılık, Konya’da göl balıkçılığının sonunu getirdi.
Dünyada ve ülkemizde yeşil enerji kaynaklarının kullanılmaması ve iklim değişikliğine sebep olan olayların önlenmesine ilişkin adımların atılmaması halinde dünyamız ve ülkemiz yaşanamaz bir hale gelecektir.
Aralık 2015’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (United Nations Convention on Climate Change-UNFCCC) Taraflar Konferansı’nda 195 ülkenin onayıyla kabul edilen Paris Anlaşması, iklim değişikliğine karşı küresel çapta verilen mücadelede tarihsel bir dönüm noktasıdır.Anlaşma, aynı zamanda 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi (Sustainable Development Goals-SDGs) çerçevesinde, daha istikrarlı, daha sağlıklı bir gezegen, daha adil toplumlar ve daha canlı ekonomilerin olduğu bir dünya bırakmak adına da önemli bir fırsattır.
Bu Anlaşma, küresel ölçekte temiz enerjiye geçişte tüm dünyaya yol gösterecek. Söz konusu geçiş, ilgili tüm politik kararlarda, iş ve yatırım davranışlarında değişikliğe gidilmeyi zorunlu kılıyor. Paris Anlaşması, neredeyse tüm dünya emisyonlarını kapsayan, iklim değişikliği konusundaki ilk çok uluslu anlaşma özelliğine sahip. Paris Anlaşması, dünya için bir başarıdır ve AB’ nin düşük karbon ekonomisine giden yolunu doğrular niteliktedir. Paris Anlaşmasının uygulanması, iklime dirençli ve iklimden olumsuz etkilenmeyecek bir geleceğe sosyal açıdan adil bir şekilde geçilmesini sağlamak için yakalanan ivmenin ve güçlü siyasi kararlılığın devam ettirilmesini gerektiriyor. İklim değişikliği, G20 ve G7 toplantıları dahil olmak üzere ilgili uluslararası forumların gündeminde yer almalıdır. Bu bağlamda, AB uluslararası liderliğini ve iklim diplomasisini koruyacaktır. Paris İklim Anlaşması, 22 Nisan 2016 tarihinde New York’ta düzenlenen üst düzey bir törenle Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCC) taraf ülkelerin imzasına açılmıştır. Şu ana kadar 177 ülkenin imzaladığı Anlaşmanın, küresel sera gazı emisyonlarının asgari %55’ini temsil eden en az 55 ülkenin imzasını takiben yürürlüğe girmesi planlanmaktadır.
Evet. Türkiye, 2030 azaltım hedefini 2022’de güncellemiştir.
Türkiye, 2022 yılında Kasım ayında Mısır’da gerçekleştirilen 27. İklim Zirvesi’nde (COP27) 2015’te verdiği 2030 iklim hedefini %41 artıştan azaltım olarak güncelledi. 2015’teki baz senaryoya dayandırılan hedef, Türkiye'nin emisyonlarının herhangi bir önlem alınmazsa 2030'a kadar 1.175 MtCO2e’ye çıkacağını varsayıp, idarenin alacağı önlemlerle 700 MtCO2e civarına indirileceğini öngörüyor. Bu güncel hedef emsiyonların, 2020 düzeyine göre %33 oranında artacağının hedeflendiği anlamına geliyor.
Türkiye'nin 2030 İklim Hedefi'ni mutlak azaltım olarak güncellemesi gerekmektedir. Mutlak azaltım, emisyonların bugünden itibaren azaltılmaya başlanması demektir.
Paris İklim Anlaşması, iklim krizinin önüne geçmek amacıyla tüm devletlerin ortak hareket etmeleri gerektiğini kabul ettikleri, Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası bir anlaşmadır.
2 Aralık 2015'te Paris'te düzenlenen COP21'de 197 hükümet tarafından kabul edilmiş ve 4 Kasım 2016'da yürürlüğe girmiştir. Günümüz itibariyle, 192 ülke ve Avrupa Birliği olmak üzere Anlaşmanın 193 tarafı var.
Anlaşma, iklim krizinin önüne geçmek için küresel sıcaklık artışını 2°C ile sınırlandırmayı, mümkünse 1,5°C’nin altında tutmayı amaçlar.
Evet. İklim hedefi tartışmalarında sıkça kullanılan bir diğer ifade, Ulusal Katkı Beyanı’dır (NDC - Nationally Determined Contribution). Ulusal katkı beyanları, ülkelerin Paris Anlaşması çerçevesinde hedeflerine ulaşmak ve iklim değişikliğine neden olan emisyonları azaltmak için belirledikleri hedefleri beyan ettikleri resmi belgelerdir. Ulusal Katkı Beyanları her beş yılda bir – söz konusu hedeflerin iyileştirildiği/geliştirildiği bir biçimde – yenilenerek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryasına sunulur. İzleme süreci yıllık ve iki yıllık olmak üzere emisyon envanterlerinin Sekretaryaya sunulmasıyla devam ediyor. Paris Anlaşması’nın yürütülmesi için oluşturulan Güçlendirilmiş Şeffaflık Çerçevesi (Enhanced Transparency Framework – ETF) gereğince “İki-yıllık Sera Gazı Envanter Raporları”, “İki-yıllık Şeffaflık Raporları” (Biannual Transparency Report – BTR) formatına dönüştürülür ve ülkelerden sera gazı emisyon envanterleri ile birlikte Ulusal Kakı Beyanlarının uygulanmasında ve yakalanmasında kaydedilen ilerlemeyi belgelemeleri beklenir.
Hayır.
Karbon, periyodik tablonun 14. grubunda yer alan, metalik olmayan bir kimyasal elementtir ve iklim değişikliğine katkıda bulunan birincil sera gazı karbondioksiti oluşturur.
Karbondioksit, fosil yakıtların, katı atıkların-biyolojik maddelerin yakılması ve çimento üretimi gibi belirli kimyasal reaksiyonlar sonucu atmosfere girer; karbon döngüsünün doğal bir parçası olarak emilir ve salınır. İnsan etkisiyle karbondioksit salan fosil yakıtların kullanımındaki artış ve buna karşılık karbonu tutan doğal yutak alanlardaki azalma, karbon döngüsünü bozmakta ve iklim değişikliğine neden olmaktadır.
Sera gazları, atmosfere gelen enerjiyi emerek/tutarak ısının kaybını yavaşlatır ve sera gazı etkisi olarak da bilinen, dünyanın sıcaklığını artıran doğal sürece yol açar. Sera gazları, karbondioksit başta olmak üzere metan, azot oksit, nitröz oksit ve F-gazları gibi birçok farklı gazı kapsamaktadır. İnsan faaliyetleri sonucunda sera gazlarının miktarındaki/yoğunluğundaki (ppm; particles per million) artış, dünyadaki ısınmayı daha büyük oranda artırır ve iklim değişikliğini tetikler.
Karbondioksit eşdeğeri, sera gazlarından kaynaklanan emisyonları karbondioksit eşdeğerlerine dönüştüren ve böylece küresel ısınma potansiyelleri (global warming potential - GWP) temelinde karşılaştırma yapılması fırsatı sunan, bir metrik ölçüdür. Genellikle “milyon metrik ton karbondioksit eşdeğeri” (MtCO2e) olarak ifade edilir.
Karbondioksit eşdeğeri, iklim politikaları oluşturulurken çeşitli sektörlerin ve ülkelerin sera gazı emisyonlarını ve azaltım planlarını ortak bir birim ile karşılaştırılmasını sağlar. Böylece farklı sera gazlarının miktarları birbirleriyle kıyaslanabilir; ülkeler ve sektörler için toplam sera gazı emisyon miktarı hesaplanabilir.
Meraklısına: Karbondioksit eşdeğeri nasıl hesaplanır?
Bir gazın milyon metrik tonu ile küresel ısınma potansiyeli katsayısının (GWP’sinin) çarpımıyla hesaplanır. Örneğin, metanın GWP’si 25’tir, yani metan karbondioksitin 25 katı daha çok ısınma potansiyeline sahiptir. Bu nedenle 1 milyon metrik ton metan, 25 milyon metrik ton karbondioksit eşdeğeri olarak hesaplanır.
İnsan faaliyetleri (fosil yakıt kullanımı, ormansızlaşma, atık yönetimi, hayvancılık, vb.) sonucu atmosferde biriken sera gazı miktarının, yine insan faaliyetleri (yutak alanların restorasyonu, doğa tabanlı karbon tutma ve yakalama vb.) ile atmosferden geri alınmasıyla birbirini dengelemesidir.
Diğer bir ifadeyle; “net sıfır emisyon”, insan faaliyetleri ile atmosfere saldığımız sera gazının, insan faaliyetleri ile tuttuğumuz ya da yakaladığımız sera gazı miktarına denk gelmesidir.
Net sıfır emisyon veya net sıfır salım ile ilgili kavramlar:
Net sıfır salımı ve ilgili kavramlar Hükümetlerarası İklim değişikliği Paneli (IPCC) tarafından 1.5°C Küresel Isınma Özel Raporu’nda (IPCC, 2018) BMİDÇS Paris Antlaşması’nın 1.5-2.0°C küresel ısınma hedeflerine ulaşmak amacıyla, 2050 yılına kadar başta karbondioksit (CO2), insan kaynaklı sera gazı salımlarını 2015 düzeylerine kıyasla küresel ölçekte olabilecek en yüksek hızla azaltabilmek ve atmosfere insan etkinlikleriyle uzaklaştırılanlardan daha fazla salım verilmemesi amacıyla geliştirilmiştir.
Şu anda başka anlamlar da yüklenerek ve çeşitlendirilerek yaygın bir biçimde Paris Antlaşması taraflar konferanslarında ve o çerçevedeki ulusal ve uluslararası ya da bölgesel yükümlülüklerin ya da niyet beyanlarının belirlenmesinde ve kritiğinde kullanılmaktadır.
Bu soruları doğru yanıtlayabilmek ve/ya da açıklayabilmek için birbiri ile bağlantılı birkaç kavramı birlikte iyi anlamamız gerekiyor. IPCC’ye göre (2018) ilgili kavramlar ve tanımları aşağıda özetlenmiştir:
Negatif Salımlar
Atmosferden doğal karbon döngüsü süreçleri yoluyla gerçekleşecek olan giderilmeye/uzaklaştırmaya ek olarak, planlı insan etkinlikleriyle sera gazlarının (GHG'ler) atmosferden uzaklaştırılması, negatif salımlar olarak adlandırılır. Örneğin, karbondioksit (CO2) için negatif salımlar, diğerlerinin yanı sıra, CO2'nin havadan doğrudan yakalanması, karbon yakalama ve depolama ile biyoenerji, ağaçlandırma, yeniden ağaçlandırma, biyokömür, okyanus alkalileştirmesi ile sağlanabilir.
Net Negatif Salımlar
İnsan etkinlikleri sonucunda atmosfere salındığından daha fazla sera gazı atmosferden uzaklaştırıldığında, başka bir deyişle geri alındığında net negatif salım durumu elde edilir. Birden fazla sera gazı söz konusu olduğunda, negatif salımların niceliği, farklı gazların salımlarını karşılaştırmak için seçilen iklim metriğine (örneğin küresel ısınma potansiyeli, küresel sıcaklık değişikliği potansiyeli ve seçilen zaman ufku vb.) bağlıdır.
Net Sıfır CO2 Salımları
Kalan herhangi insan kaynaklı (antropojen) CO2 salımlarının küresel olarak antropojen CO2 giderimleriyle dengelendiği koşullar. Net sıfır CO2 salımlarına karbon nötrlüğü de denir.
Net Sıfır Salımları
Net sıfır salım, üretilen sera gazı salımları ile atmosferden uzaklaştırılan/geri alınan sera gazı salımları arasında genel bir dengenin sağlanması anlamına gelir. Başka bir deyişle, atmosfere salınan sera gazı salımları antropojen giderimlerle dengelendiğinde net sıfır salım elde edilir. Net negatif salımlarda olduğu gibi, birden fazla sera gazı söz konusu olduğunda, negatif salımların niceliği, farklı gazların salımlarını karşılaştırmak için seçilen iklim metriğine (örneğin küresel ısınma potansiyeli, küresel sıcaklık değişikliği potansiyeli ve seçilen zaman ufku vb.) bağlıdır.
Hayır.
Karbon nötr, atmosfere salınan karbondioksit (CO2) miktarı ile yutak alanların tuttuğu karbon miktarının birbirini dengelemesidir. Sadece CO2 emisyonlarını kapsar.
Net sıfır emisyon, CO2 de dahil olmak üzere tüm sera gazı emisyonlarının dengelenmesini içerir. CO2 toplam sera gazı emisyonlarının % 79’nu oluşturduğundan iklim kriziyle mücadelede CO2 azaltımına daha çok vurgu yapılıyor.
Net sıfır/karbon nötr kavramları şirketlerin ortaya koyduğu emisyon azaltımı hedeflerinde de karşımıza çıkıyor. Bu çerçevede iki kavramı birbirinden ayıran nokta emisyonların nasıl dengelendiğidir. Karbon nötr olmak için, gönüllü piyasalardan satın alınan emisyon azaltım sertifikalarıyla emisyonların ofsetlenmesi yeterliyken net sıfır emisyonlu bir şirket olmak için emisyonların minimuma indirilmesi, geriye kalan azaltılması teknik ve/veya finansal açıdan mümkün olmayan emisyonların ise piyasa araçlarıyla dengelenmesi gerekir.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) adil geçişi, “emek hareketinin düşük karbonlu ve iklim değişikliğine dayanıklı bir ekonomiye geçişteki zorlukları kavramasına yarayan, kamu politikası ihtiyaçlarına işaret eden ve dönüşüm içerisindeki işçiler ve topluluklar için faydaları maksimize ederken yükleri minimize eden bir kavramsal çerçeve” olarak tanımlanıyor. Daha geniş anlamda, adil bir geçiş, iklim nötr ya da net sıfır ekonomiye geçişte; iklim değişikliğinin gerektirdiği ekonomik dönüşüm sonucunda ortaya çıkacak risk ve fırsatların birlikte yönetilip, toplumun geniş kesimleri tarafından hakkaniyetli şekilde paylaşılarak, insana yakışır ve yeşil iş fırsatları yaratılarak kimsenin geride bırakılmamasıdır.
Adil geçişte, sürdürülebilir bir istihdam sistemi çevreyi koruyarak kurulur. Adil geçiş, çevresel, ekonomik ve sosyal boyutları olan kapsayıcı ve adil sürdürülebilir modellere dönüşüm süreci olarak ele alınmalı ve politika tasarımında sanayi, teknoloji, yerel bölgesel kalkınma, iklim, eğitim ve istihdam politikalarının etkileşimi dikkate alınmalıdır.
Adil geçiş kavramının merkezinde "kimseyi geride bırakmama" anlayışının olduğu dikkate alındığında, özellikle hassas gruplar bölgesel bazda tespit edilmeli ve dönüşümün sağlayacağı avantajların dağıtılmasını hedefleyen bir anlayışla hareket edilmelidir. Bu dönüşüm sürecinden en çok etkilenen bu gruplar, adil bir geçişin odak noktası olmalıdır. Yeşil ekonomiye dönüşüm sürecinde sektörlerde yaşanacak değişimler bölgesel kalkınma perspektifi ile değerlendirilmelidir.
Adil geçiş sürecinin en etkin şekilde yürütülebilmesi için kamuoyu, sendikalar ve sivil toplumun da dahil olduğu sosyal diyalogun oluşturulmasına yönelik çalışmalar yapılmalı ve tüm paydaşların bu konudaki farkındalığı artırılmalıdır.
Avrupa Yeşil Mutabakatı, Avrupa’yı 2050’de karbon nötr bir kıta haline getirme hedefi taşıyan kapsamlı bir ekonomik dönüşüm programıdır. Mutabakat, salt bir karbonsuzlaştırma yol haritası olmaktan ziyade, ekonomik büyüme ve kaynak kullanımının birbirinden ayrıştırılmasını, tarım ve sanayide büyük bir dönüşümü, “kimsenin geride bırakılmaması” sloganıyla adil ve kapsayıcı bir geçişi ve Avrupa Birliği’nin (AB) küresel iklim aktörlüğü rolünü içeren geniş kapsamlı bir stratejik vizyon olma niteliği taşıyor. Bu vizyon çerçevesinde; emisyon yoğun sektörlerde karbon fiyatlandırmasının kapsamının genişletilmesinden döngüsel ekonomiye, gıda sistemlerinin ekolojik dönüşümünden enerji sektörünün karbonsuzlaştırılmasına pek çok farklı alanda yapısal değişimi hedefleyen yeni düzenlemeler öngörülüyor.
Bu düzenlemelerden biri, sınırda karbon vergisi mekanizmasıdır. Türkiye’de en yoğun biçimde tartışılan sınırda karbon vergisi mekanizması, CO2 emisyonlarının fiyatlanmadığı veya AB’ye göre daha düşük fiyatlandığı ülkelerden alınacak ürünler için ilave bedeller ödenmesini öngörüyor. Türkiye, halihazırda karbonu fiyatlandırmıyor, yani bir karbon vergisi veya emisyon ticaret sistemi uygulamıyor. AB’de ise emisyon ticaret sistemi aracılığıyla çimento, elektrik üretimi, demir çelik, alüminyum, gübre sektörlerindeki ürünler için CO2 emisyonları nedeniyle ton başına 90 avronun üzerinde ilave maliyetler söz konusu. İhracatının %40’ını AB ülkelerine gerçekleştiren Türkiye’de de bu sektörlerde aynı yönde bir düzenleme yapılması kaçınılmaz. Bir başka deyişle, emisyon yoğun sanayimizi dönüştürmemiz yalnızca iklim kriziyle mücadele için değil ticari açıdan da şart.
Türkiye’nin bugüne kadarki en yüksek sera gazı emisyonu 2017’de 528 MtCO2e olarak gerçekleşti. Türkiye’nin en güncel verisi ise 2020 yılına ait ve 523,9 MtCO2e’dir. Bu seviye ile Türkiye, en fazla sera gazı emisyonuna sebep olan ülkeler arasında 16. sırada. Küresel sera gazı emisyonlarının %1’inden sorumlu olsa da kişi başı emisyon açısından gittikçe artan bir ivmede ve bu durum da küresel iklim hedeflerine ulaşılması açısından bir risk yaratıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin gerçekçi bir hedefle sorumluluk alması iklim değişikliği ile mücadele çabalarına önemli bir katkıda bulunacak.
Türkiye, 2015 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryasına (BMİDÇS) Ulusal Katkı Niyet Beyanı’nı sundu. Buna göre 2030’a kadar mevcut politikalar senaryosuna kıyasla emisyonlar için en az %21 artıştan azaltım azaltım hedefi verdi. Artıştan azaltım yaklaşımı ile yapılan bu hesaplamaya göre Türkiye'nin sera gazı salımı, hiçbir önlem alınmadığı durumda 2030 yılında ulaşacağı 1.175 MtCO2e’den, iklim eylemleri ile alınacak önlemler sayesinde 2030 yılına gelindiğinde 929 MtCO2e düşürülecek. Bir başka deyişle, önce iki katı artacak*, sonrasında %21 azalacak. Türkiye Paris Anlaşması’nı onayladığı için Ekim 2021’de bu hedefini Ulusal Katkı Beyanı olarak tekrar sundu.
*2015 yılında verilen hedefin referans yılı olan 2012’deki sera gazı emisyonu 430 MtCO2e’ydi ve 2030 yılında 1.175 MtCO2e’ye çıkması öngörüldü.
2030 iklim hedefi, devletlerin iklim değişikliğine neden olan sera gazı salımlarını azaltmak üzere bugünden 2030’a kadar belirledikleri hedefleri ifade eder. 2030 hedefleri, 2050’ye doğru giderken ara hedefin belirlenmesi ve takip eden yıllarda atılan adımların ne kadar etkili olduğuna göre gereken iyileştirmelerin zamanında yapılabilmesi için önemli.
Mısır'da gerçekleşen 27. İklim Zirvesi’nde (COP27) ülkeler, Paris İklim Anlaşması kapsamında, uzun vadeli hedeflerini sundu. Bu çerçevede Türkiye, 15 Kasım 2022 tarihinde 2030 iklim hedefini %41 artıştan azaltım olarak açıkladı. 2015’teki baz senaryoya dayandırılan hedef, Türkiye'nin emisyonlarının önce 1.175 MtCO2e’ye çıkarılacağı ve idarenin alacağı önlemlerle 700 MtCO2e civarına indirileceği anlamına geliyor.
Türkiye adına Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından sunulan hedef, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryası’na sunulacak.
Türkiye’de iklim ve enerji politikaları alanında çalışan sivil toplum ve düşünce kuruluşları, Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefine ulaşabilmesi için 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarını 340 MtCO2e’nin altına indirmesini talep ediyor. Bu hedef, 523,9 MtCO2e (2020) olan sera gazı emisyonlarının 2030 yılına kadar en az %35 mutlak azaltılması anlamına geliyor.
Mutlak azaltımın benimsenmesinin önemi şuradan da anlaşılabilir: İklim hedefi veren tüm ülkeler 2030 Ulusal Katkı Beyanını artıştan azaltım yaklaşımıyla yapması halinde küresel ortalama sıcaklıklar 4°C’nin üzerinde bir patikaya doğru sürüklenir.
Sera gazı salımlarında en büyük pay elektrik üretiminden kaynaklanan karbondioksit emisyonları. Türkiye için enerji sektörü kaynaklı emisyonları ağırlıklı olarak inceleyen bilimsel raporlar, , elektrik üretiminde kömür kullanımını aşamalı olarak sonlandırarak, ulaşım ve sanayide ise büyük yapısal değişikliklere gitmeden, ancak önlemler alarak, Türkiye’nin 2030’a kadar sera gazı emisyonlarını 340 MtCO2e seviyesine indirmesinin gerçekçi ve mümkün olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de sera gazı emisyonlarının 2030 yılına kadar (2020 seviyesine kıyasla) %35 oranında azaltılabilmesi aşağıda sıralanan önlemlerle mümkün. Bunun için 2030’a kadarki süre içinde hazırlık yapılmalı ve elektrik üretim, ulaşım, sanayi ve binalarda çeşitli önlemler hayata geçirilmeli.
Elektrik üretiminde,
Ulaşımda Elektrikli araç sayısının toplam araç sayısı içerisindeki oranının binek araçlarda % 20’ye, toplu ulaşım ve yük taşıma araçlarında ise %10’a çıkarılması,
Sanayi, tarım ve hizmetlerde,
Binalarda, konutlarda ve ticari/kurumsal binalarda ısınma amaçlı kömür ve sıvı fosil yakıt (mazot vb) kullanımının sonlandırılması ve büyük ölçüde elektrikle ısınmaya geçilmesi.
Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre bugün küresel ortalama sıcaklıklar, sanayi öncesi döneme göre 1,1°C daha yüksek. Kritik eşik 1,5°C (2100’e kadar). Yaşam için, gezegen ve tüm canlılar için kritik olan bu eşiği geçmemek için 2050 yılına kadar küresel çapta emisyonların net sıfır seviyesine inmesi gerekiyor.
Küresel emisyonları 2050'ye kadar sıfırlamak ve ortalama sıcaklık artışını 1,5°C’de tutmak ancak tüm devletlerin ortak çabası ve iddialı hedefler koyması ile başarılabilir. Bunun için 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında keskin bir düşüş sağlayacak acil ve güçlü azaltım önlemlerine, yani iddialı iklim hedeflerine ihtiyaç var.
Uluslararası bilimsel modelleme çalışmalarına göre Türkiye’nin bu hedefe katkıda bulunması için mevcut sera gazı salımını 2030’a kadar 288 MtCO2e’ye indirmesi gerekiyor. Bu da, 2020 yılına kıyasla yaklaşık olarak %45 oranında bir mutlak azaltım anlamına geliyor.
Hayır.
Paris Anlaşması’nın küresel sıcaklık artışını yüzyıl sonu itibarıyla 1,5°C sınırının altında tutma hedefini benimseyen ve net sıfır hedefi açıklamış ülke sayısı 137. Bu rakam küresel emisyonların %83’ünü, ekonominin %91’ini ve nüfusun %80’ini oluşturuyor. İklim bilimi, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi karbon emisyonu en yüksek ülkelerin de verdiği hedefler, net sıfır emisyona ulaşılmasını sağlasa bile küresel sıcaklık artışının 2,2°C’yi bulacağını söylüyor.
Net sıfır hedefi veren ülke sayısının artması ve mevcut hedeflerin bir bölümünün daha erken bir tarihe çekilmesi gerekliliği bir yana, bu hedeflerin kısa ve orta vadeli hedef ve planlarla da desteklenmesi gerekiyor. Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın ve iklim hedeflerini izleyen bağımsız bir kuruluş olan Climate Action Tracker’in analizlerine göre COP26’da ortaya konulan kısa vadeli hedefler, bizi 2,4°Clik bir ısınmaya doğru götürüyor.
Ülkelerin kendileri tarafından belirlenen beyanlar diplomatik olarak bağlayıcıdır. Beyanlara uymayan ülkelere uluslararası bir yaptırım uygulanmasa da, iklim politikalarının giderek ortaklaştığı merkezileştiği bir dönemde, diplomatik ve ticari ilişkilerde ülkelerin konumu açısından beyanların yerine getirilmesi önem taşıyor. 2019 yılında kabul edilen Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ihracatında uyması gereken Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın iklim politikasına etkisi açısından bir örnek olarak gösterilebilir.
Küresel ortalama sıcaklıkların 1,5°C’yi aşmaması için 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında keskin bir düşüş sağlayacak acil ve güçlü azaltım önlemlerine, yani iddialı iklim hedeflerine ihtiyaç var. Bu hedefler karbondioksit emisyonlarının 2030 yılına kadar (2010 yılına kıyasla) %45 azaltılmasını gerektiriyor.
Küresel ortalama sıcaklıkların 1,5°C’yi aşmaması için 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarında keskin bir düşüş sağlayacak acil ve güçlü azaltım önlemlerine, yani iddialı iklim hedeflerine ihtiyaç var. Bu hedefler karbondioksit emisyonlarının 2030 yılına kadar (2010 yılına kıyasla) %45 azaltılmasını gerektiriyor.
2030 iklim hedefi; 2030 yılına kadar emisyon azaltımı için verilmesi gereken somut ara hedef anlamına geliyor. 2050’ye doğru ilerlerken dönüşüm için ekonomilerin net bir sinyali alması, alınmış olan önlemlerin gözden geçirmelerle etkinliğinin değerlendirilmesi ve hedeften uzaklaşılması durumunda yeni önlemlerin zamanında devreye alınabilmesi açısından 2030 gibi bir ara hedefin belirlenmesi önem taşıyor.
Türkiye, 2030 yılına gelindiğinde yeteri kadar sera gazı emisyonu azaltımı gerçekleştirmediği takdirde, sonraki yıllarda çok daha keskin, hızlı ve maliyetli (dramatik) emisyon azaltım önlemleri alınması gerekecek. Karbosuzlaşan diğer ülkeler gibi dönüşümün faydalarından zamanında yararlanamayacak ve düşük karbonlu ekonomiye dönüşümün bazı risklerinden kaçınmak için yeterli zamanı olmayacak. Geciktirildiği ölçüde zorlaşan ekonomik dönüşümün maliyeti de gittikçe yükselecek.
Özetle Türkiye için güçlü 2030 iklim hedefleri önemli çünkü bu sayede;
İklim değişikliği toplumun gündeminde daha fazla yer alırken, ekonomi politikaları ve uluslararası ilişkileri de etkileyecek şekilde merkez siyasetin konusu oluyor. Ülkelerin net sıfır emisyonu hedefleyen iklim politikaları, iklim değişikliğinin günümüzdeki etkileri ve gelecekte neden olacağı ekonomik kayıpların önüne geçmenin yanı sıra yeni bir ekonomik düzene de öncülük edecek. Dolayısıyla Türkiye güçlü iklim politikaları oluşturarak bu yeni düzenin kurulmasında yer alma fırsatına sahip olabilir.
Dünya ekonomisinin altyapısı; doğayı, insanları ve gelir kaynaklarını, insan kaynaklı iklim değişikliğinin etkilerinden korumak için dönüşürken, Türkiye’nin bu yıl vereceği güçlü iklim hedefi, ülke ekonomisini iklim risklerine ve geleceğe hazırlayarak bugünden kazandırmaya başlayabilir. Bu fayda ve kazançlar şöyle özetlenebilir;
1.Yenilenebilir enerjiye geçiş enflasyonu düşürebilir: Güneş ve rüzgardan daha fazla elektrik üretebilseyik, tüketici enflasyonu 7 puan daha düşük olabilirdi. Yenilenebilir enerjiden elektrik üretiminin daha yüksek olduğu bir senaryoda, Temmuz 2022 itibarıyla yüzde 144,6 olan yıllık ÜFE enflasyonunun yüzde 129,2 ve aynı dönemde yüzde 79,6 olan yıllık TÜFE enflasyonunun ise yüzde 72,39 olacağı hesaplanıyor.
2. Enerjide kendine yeterlilik başarılabilir: Türkiye’nin kullandığı fosil kaynakların (petrol, gaz ve kömür) %78’i yurt dışından ithal ediliyor. Oysa ki, yenilenebilir enerji kaynaklarından güneş ve rüzgar, gücünü doğadan alıyor; kaynak maliyeti ve dışa bağımlılığı fosil yakıtlara göre neredeyse yok. EMBER’in çalışmasına göre Türkiye’nin güneşi ve rüzgarı ile üretilen elektrik, 1 yıl içinde 7 milyar dolar, yani neredeyse 1 aylık enerji ithalatını önledi.
3. Enerji maliyetleri düşer: Türkiye'nin 2022’de toplam 19 gigavat olan güneş ve rüzgar enerjisi kurulu gücü, planlanan projeler hızlıca hayata geçirilip 36 gigavat kapasiteye olsaydı, elektrik üretme maliyeti %11,8 oranında daha ucuz olacaktı (2022 yılının ilk 6 ayındaki değerlere göre). "Kömürden Çıkış 2030” raporuna göre ise, kömürden çıkıp güneş, rüzgar, bataryaya dayalı bir sisteme geçiş ile 2035’e gelmeden elektrik üretim maliyeti azalıyor. İklim dostu yenilenebilir enerji yatırımları ve enerji verimliliği aynı zamanda konut ve sanayideki yüksek elektrik faturalarının düşmesine de yardımcı olacak. Bu, özellikle, yoksul kesimin hane halkı refahına doğrudan etki edebilecek bir sosyal fayda anlamına geliyor.
4. Yeni istihdam alanları yaratılır: Her 1 milyon dolarlık yenilenebilir enerji yatırımı en az 10 kişiye istihdam yaratırken, aynı yatırımın kömüre yapılması işgücünde sadece 2 kişiye yer açıyor. Güneş ve rüzgar enerjisi yatırımları, kömürün 5 katı istihdam potansiyeli yaratıyor. SEFiA’nın hesaplamasına göre Türkiye’de 2053 net sıfır emisyon vizyonuna uyumlu bir elektrik sektörü dönüşümünün 2030’a kadar güneş enerjisinde 71 bin, rüzgar enerjisinde 141 bin ek istihdam yaratabileceği, 2050 yılına kadar ise söz konusu sektörlerdeki ek istihdamın sırasıyla 455 bin ve 330 bine erişebileceği hesaplanıyor (2021 istihdam değerlerine göre).
5. Sağlık sorunları ve sorunların kamuya maliyeti azalır: Kömürlü termik santrallerden çıkan kirletici gaz ve maddeler hava kirliliğine ve sağlık sorunlarına sebep oluyor; kamu bütçesine büyük bir sağlık maliyeti yaratıyor. Türkiye’de 55 yıldır çalışan kömürlü termik santrallerinin en az 320 milyar avro sağlık maliyetine ve en az 200 bin kişinin erken ölümüne sebep olduğu tahmin ediliyor. Enerji üretiminde güneş ve rüzgarın birincil rol oynayacağı senaryoda hava kirliliği ve sağlık maliyeti azalacak.
6. Rüzgar ve güneşi merkeze alan yüksek teknolojili, katma değerli yatırım alanları gelişir: Türkiye, enerji santrallerinin ekipmanlarını yurt dışından alıyor. Oysa ki, enerji dönüşümünde başta rüzgar ve güneş enerjisi olmak üzere gereken söz konusu ekipman ve teknolojilere yatırım yapılır ve bu ekipmanlar yurt içinde üretilirse, enerji dönüşümünü destekleyen, katma değerli ve yüksek teknolojili yatırım alanları gelişir. İPM’nin “Yan Faydalar” çalışmasına göre güneş ve rüzgardan elektrik üretim kapasitesinin artması sanayi üretimindeki ilgili değer zincirini büyütecek; güneşte 15-25 GW’lık kapasite ilaveleri 0,8 milyar dolar olan üretimi 6,8 - 11,3 milyar dolar kadar arttırabilir. TEPAV çalışması ise rüzgar ve güneşi merkeze alan bir enerji dönüşümünün, kömürlü termik santrallere kıyasla teknoloji içeriği yüksek bir sanayi gelişimini sağladığını gösteriyor.
7. Küresel iklim finansmanına erişim olanağı artar: Adil geçiş fonları gibi düşük karbonlu ekonomiye dönüşümün finansmanı imkanlarına erişim fırsatları bulunuyor. Örneğin, Güney Afrika, elektrik sektörünü kömürden arındırma taahhüdü ile 8,5 milyar dolarlık bir fona erişti. Benzer fonlar, Türkiye’nin de erişimine açık. Türkiye’nin bu fonlardan yararlanması için iddialı iklim eylemlerini taahhüt etmesi gerekiyor.
8. Küresel düşük karbonlu dönüşüme karşı daha dayanıklı bir ekonomi kurulur: AB ülkelerinin, petrolle çalışan yeni araçların satışını sonlandırmayı hedeflemesi ve elektrifikasyonun tüm sektörlerde artacağı yönündeki planları ve beklenti, en önemli ihracat pazarı AB olan Türkiye için ticaret imkanlarını etkileyebilir. SEFiA çalışmasına göre Türkiye, AB’de güç kaybetmemek için fırsatı şimdiden değerlendirerek yenilenebilir enerji ve elektrifikasyona uyumlu ürünlere yatırıma odaklanabilir. Böylece, ihracatta yaşanabilecek sıkıntıların çözümü için önemli bir alan açılmış olur.
9. İşsizlik ve yoksullukla mücadele olanağı yaratılır: Boğaziçi Üniversitesi tarafından yapılan TÜBİTAK projesinin sonuçları; iklim eyleminin kalkınmayı engellediğini iddia edenlerin aksine, büyümek için daha çok sanayileşmek ve bu nedenle daha çok kirletmek zorunda olmadığımızı gösteriyor. Önemli olan, planlanan sanayileşmenin nasıl olacağı. Çalışma gösteriyor ki iklim değişikliğiyle ilgili politika yapmak ekonomiyi daraltmaz, aksine büyütür. Çalışmaya göre yenilenebilir enerjinin yoksul bölgelerde istihdam yaratma potansiyeli de fosil yakıtlardan daha yüksek. Yeşil ve adil dönüşüme odaklanan, planlı bir iklim programı ile, ekonominin gelişmesinin yanı sıra yoksullukla mücadele de mümkün.
10. Ölü yatırım riski bertaraf edilir: Güçlü iklim hedefleri, karbon yoğun sektörlerdeki varlıkların faaliyetlerine son kullanma tarihlerinden önce son verilmesini gerektiriyor. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki elektrik sektörü, varlıkların atıl kalması ve üretimi etkilemesi bakımından en riskli durumda. Dolayısıyla fosil yakıtlara bağlılığı en hızlı şekilde azaltmak sınırlı finansal kaynakların etkin şekilde kullanılmasını sağlayacak.
TÜİK’in açıkladığı istatistikler enerji, endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı, tarım ve atık sektörlerinden kaynaklanan, doğrudan sera gazları olan karbondioksit (CO2), metan (CH4), diazotmonoksit (N2O) ve florlu gazları (F-gazlar) kapsama alıyor. Buna göre, Türkiye’nin 2020 yılındaki sera gazı emisyonu dağılımı şöyle:
karbondioksit - %79
metan - %12
diazotmonoksit - % 8
florlu gazlar - %1
Bu sorunun tek bir cevabı olmasa da farklı açılardan bakıldığında birden fazla ülkenin sorumlu olduğu kolayca söylenebilir.
Mevcut emisyonlara bakılırsa; son verilere göre küresel emisyonların yüzde 50’sinden Çin, ABD, AB ve Hindistan sorumlu. Türkiye, en çok emisyon salımına sebep olan 16. ülke.
Tarihsel (kümülatif) emisyonlara bakılırsa; emisyonlara ilişkin tarihsel sorumluluk, Sanayi Devrimi’nin başlamasıyla, ülkelerin küresel ortalama sıcaklıktaki artışa tahmini katkısıyla ölçülür. ABD, Rusya ve Avrupa Birliği ülkeleri, Birleşik Krallık listenin başında geliyor.
Kişi başına düşen emisyonlara göre bakılırsa; ülkenin toplam emisyonlarının kişi başına düşen payı ile farklı bir liste çıkıyor: Katar, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Brunei, Bahreyn ve Suudi Arabistan.
Türkiye, en fazla sera gazı emisyonuna sebep olan ülkeler arasında 16. sırada. Küresel sera gazı emisyonlarının %1’inden sorumlu olsa da kişi başı emisyon açısından gittikçe artan bir rotada ve bu durum da küresel iklim hedeflerine ulaşılması açısından bir risk yaratıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin gerçekçi bir hedefle sorumluluk alması iklim değişikliği ile mücadele çabalarına önemli bir katkıda bulunacak.
Bir örnek olarak; Türkiye 2053 yılında net sıfır emisyona ulaşma hedefini ortaya koymuş durumda. Ancak bu hedefe hangi politikalar ve ara hedeflerle ulaşacağı net değil. Mevcut ulusal katkı beyanına yani 2030 hedefine yönelik yapılan değerlendirmeler diğer bütün ülkelerin bu çerçevede hareket ettiği durumda 4 derecenin üzerinde bir ısınma patikasına doğru ilerleyeceğimizi gösteriyor ki bu oranın 2 dereceden fazla olmaması ortalamada ise 1,5 derecede olması yönünde belirleme yapılmıştır.
Küresel çabalarla karşılaştırmada başka bir örnek; eğer Türkiye 2030’a kadar emisyonlarını bugüne göre azaltmazsa, kişi başı sera gazı emisyonu, AB ortalamasını geçecek.
Türkiye’de Uygulanan Çevre Vergileri
Çevre Temizlik Vergisi: Kirlilik vergisi türü olarak Türkiye’de alınan bir vergidir ve doğrudan çevresel amaçlar için alınan tek vergi türüdür. Bu vergi türüne göre belediye sınırları içinde bulunan ve belediyelerin çevre temizlik hizmetlerinden yararlanan konut,işyeri ve diğer şekillerde kullanılan binalardan kanunda belirtilen tarife üzerinden vergi alınmaktadır
Motorlu Taşıt Vergisi: OECD, yaymış oldukları emisyon nedeniyle çevre kirliliğine neden olmaları nedeniyle motorlu taşıtların kullanımının sınırlandırılmasına yönelik vergileri çevre vergisi olarak kabul etmiştir. Ülkemizde alınan MTV tam olarak bir çevre vergisi olmasa bile dolaylı olarak katkıları mevcuttur. Örneğin 2003-2004 yıllarında yirmi yaşını aşmış araçların hurdaya ayrılmasına karşılık olarak yeni araç alımında ÖTV indirimi yapılması önemli oranda karbondioksit emisyon kaynağını yok etmiştir .
Özel Tüketim Vergisi: ÖTV’nin çevre temizliğini etkileme açısından uygulaması Türkiye’de ancak dolaylı bir biçimde akaryakıt fiyatlarını veya taşıtların fiyatlarını yükselterek tüketimini azaltması şeklinde gerçekleşmektedir. Burada yakıtın çevreye verdiği zarar değil tüketim miktarı esas alınmaktadır.
Geri Kazanı Katılım Payı: 2872 sayılı Çevre Kanununa göre çevrenin korunması amacıyla plastik poşet, lastik, Akümülatör, pil, madeni yağ, elektrikli ve elektronik eşya, ilaç, plastik cam ve metal içecek ambalajları, kompozit ambalajlara ve ahşap ambalajlardan alınmak üzere geri kazanım katılım payı (GEKAP) getirilmiştir.
Elektrik ve Havagazı Tüketim Vergisi: Elektrik ve Havagazı Tüketim Vergisi belediye gelirleri içinde yer alan bir vergidir ve asıl amacı çevreyi korumak değildir ancak çevreyi korumak konusunda dışsallıkları içselleştirmek konusunda caydırıcı ve etkin bir vergi türüdür. Elektrik ve Havagazı Tüketim Vergisi 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunda 34-39. Maddeler arasında düzenlenmiştir. EHTV’nin konusunu belediye sınırları ve mücavir alan içindeki elektrik ve havagazı tüketimi oluşturmaktadır.
İklim Değişikliği İle Mücadele Yöntemi: Karbon Vergisi
Sera gazlarında meydana gelen artışların büyük kısmı enerji sektörüne aittir. Sera gazlarındaki bu artışı durdurmak amacıyla dünya üzerinde 40’tan fazla ülke karbon emisyonu fiyatlandırması yoluna gitmiştir. Karbon emisyonu fiyatlandırması ise emisyon ticaret sistemi (ETS) ve Karbon vergisi olmak üzere iki şekilde gerçekleşmektedir. ETS’de sera gazı emisyonları için bir piyasa fiyatı oluşturularak
belirlenen bir emisyon üst sınırı ile yayıcıların önceden kendilerine tahsis edilen karbon bütçesi içinde kalmaları sağlanırken karbon vergisinde ise karbon içerikli fosil yakıtlar üzerine vergi konarak doğrudan karbon fiyatı belirlenmektedir.
Karbon Vergisi, Amacı ve Kullanım Alanları
Fosil yakıtların içerisinde barındırdığı karbon içeriğine göre yalnızca karbon miktarı üzerinden alınan tüketim vergisi Karbon Vergisi olarak adlandırılmaktadır. Karbon vergileri emisyon birimi başına alınmaktadır. Karbon vergisi ile küresel ısınmaya neden olan sera gazı emisyonlarının neden olduğu negatif dışsallığın içselleştirilmesi desteklenmektedir. Karbon vergisi de kirleten öder ilkesi ile Pigouvian vergisi altında sınıflandırılmıştır. Karbon vergisi çevre koruma politikasının bir aracı olarak kabul edilmekte olup fiskal olmayan bir vergi türüdür ve verginin önemli amaçlarından biri çevreye zarar veren karbondioksit oranını minimuma indirmektir. Bu sebeple de karbondioksit içeren fosil
yakıtların vergilendirilmesi uygun görülmüştür.
Fosil yakıtların vergilendirilmesi yöntemi ile bireylerin, iş dünyasının ve kamu kurumlarının vergi maliyetlerini düşürmek amacıyla fosil yakıtlarından elde edilen enerjiyi daha az kullanmaları sağlanmaktadır. Bu noktada bireyler toplu taşıma araçlarını tercih edebilir, kompakt fluoresan lambaları akkor ampüllere tercih edebilir ya da işletmeler, yeni cihazlar kurarak ya da ısıtma ve soğutma sistemlerini güncelleyerek enerji verimliliği sağlamayı tercih edebilmektedir.
Emisyon vergisinin ilk uygulaması 1990 yılında Finlandiya’da uygulanmıştır. 1991 yılında da Norveç karbon vergisini uygulamaya koymuş ve enerji santrallerinden çıkan karbon oranı bu vergi sayesinde yüzde 21 azalma yaşanmıştır.
Karbon vergisi tür olarak incelendiğinde yalnızca karbon içeren ve karbon miktarına göre alınan bir tüketim vergisidir. Vergi emisyon başına alınmaktadır. Verginin konusu açısından havaya bırakılan her bir ton karbon emisyonu için belirlenmiş bir karbon vergisi ya da belirli bir enerji birimi başına alınan bir karbon vergisi şeklinde iki yol sunmaktadır .
Spesifik bir vergi olması ile zarar üzerinden alınan karbon vergisinin matrahı ise yine havaya salınan her bir fosil yakıt başına ve tüketilen enerji miktarına bağlı olarak hesaplanmaktadır. Karbon vergisinin mükellefi olarak baktığımızda burada havaya karbondioksit gazı salınımı sağlayarak çevreye zarar veren iktisadi kurumlar ortaya çıkan karbon emisyonu başına vergiye tabii tutulmakta olup toplam maliyetlerine sosyal maliyetlerinde eklemesi ile beraber karbon vergisinin mükellefi olmaktadırlar .Çevre küresel bir kamusal maldır ve çevreden elde edilecek faydadan herkes yararlanabileceği gibi çevrede meydana gelen zararların etkilerinden yine herkes etkilenecektir ancak Dünya’da ortak olarak uygulanan bir karbon vergisi henüz uygulamaya geçmemiştir. Bu sebeple global olarak ortak bir adım atma yolunda karbon vergileri önemli bir adımdır. Şu an dünyada 24 ülke ve yerel bölgelerde karbon vergisi çeşitlilik göstererek farklı farklı şekillerde uygulanma alanı bulmaktadır. Ulusal anlamda karbon vergisi uygulayan ülkelere; İzlanda, Danimarka, İsviçre Estonya,İrlanda, Norveç, Letonya Slovenya, Portekiz, Birleşik Krallık, Meksika, Kolombiya, Şili,Hindistan Finlandiya, Japonya Polonya, İsveç; yerel olarak uygulayan bölgeler için ise British Columbia ve Alberta eyaletleri örnek verilebilmektedir . Karbon vergisinin diğer bir önemli amacı mali kaynak sağlamaktır ve karbon vergisinin uygulanma gerekçelerinden şu şekilde bahsedilmiştir;
Karbon vergileri hem vergi gelirlerini arttırma hem de istihdam sağlama yönü ile çifte kar elde etmeyi sağlamaktadır.
Karbon vergisi çevre kanununda belirtilen kirleten öder ilkesine hizmet etmekte olup çevreyi kirletenler devletin çevreyi korumak ve kirliliği önlemek adına aldığı tedbirlerin maliyetine katlanmaları gerekmektedir.
Karbon vergileri teknolojinin gelişmesi açısından teşvikler sağlaması yönü ile statik ve dinamik bir piyasa temelli araçtır.
Karbon vergileri ile ekonomik olarak iyi ancak çevre olarak kötü ülkelerin genel bütçe büyüklüklerinde büyük bir değişim yaşanmaz iken İskandinav ülkeleri gibi ülkelerin emek üzerindeki vergi yükü azaltılması amacı ile çevre vergilerinin oranını artırıp vergi yükü iyilerden çevreye zararlı kötülere aktarımı amaçlanmıştır.
Karbon vergisinde amaç çevrenin korunması iken zamanla bütçeye ek bir kamu geliri olarak yansımaları görülmüştür. Karbon vergileri uygulama alanları olarak incelendiğinde şu şekildedir
Karayolu Taşımacılık Faaliyetleri: Taşımacılık faaliyetleri sebebi ile yakıt kullanımı artmakta ve bu yakıtlar çeşitli ülkelerde çeşitli şekillerde vergilendirilmektedir.
Petrol Fiyatları: Petrol fiyatlarında meydana gelen artış araç kullanımını etkiler ve araç kullanımını da azaltacağından dolayı etkilidir. Yine yakıt fiyatının artması tüketicileri küçük araba kullanmaya üreticileri de küçük araba üretmeye itecektir.
Deniz Taşımacılığı: Denizler; gemicilik faaliyetleri, depolama, deniz yatağındaki faaliyetler sebepleri ile kirlenmekte olması sebebi ile karbon emisyonlarının önemli bir kısmını oluşturmaktadır.
Hava Yolu Taşımacılığı: Havacılık sektöründe teknolojideki gelişmeler ile beraber hava yolu kullanımı uygun fiyat ile birlikte herkesin tercih edebileceği bir yol haline gelmiştir ve havacılık sektöründe kullanılan yakıt emisyon miktarını yüksek oranda arttırmaktadır.
Karbon Vergisi’nin Türkiye’de Uygulanabilirliği
2872 sayılı Çevre Kanununun 20. maddesinde çevre kirliliğini azaltmak ve önlemek için geliştirilen vergi uygulamaları ve belirli idari para cezaları yer almaktadır. Bu idari para cezaları doğal kaynakların korunmasını sağlamak amacıyla belirlenmiş olup; fosil yakıtların neden olduğu kirlilik, biyolojik çeşitliliğe zarar verici unsurlar gürültü kirliliği, karbon emisyonunun çevreye vermiş olduğu zarar, sıvı ya da katı atıkların meydana getirdiği kirlilik motorlu taşıtların oluşturduğu tahribatlar göz önünde bulundurularak düzenlenmiştir. Caydırıcı özelliğe sahip olan bu cezalar Çevre Kanununda düzenlendiği için çevre amaçlı olarak düzenlendikleri ifade edilmektedir. Türkiye’de çevre vergisi olarak ise yalnızca ‘’Çevre Temizlik Vergisi’’ bulunmakta olup yine çevre düzenine dolaylı olarak etkide bulunan MTV ve ÖTV gibi vergiler bulunmaktadır. Karbon vergisi uygulanmasına henüz geçilmemiştir.
Çevre korunması ve iklim değişikliği gibi konular Türkiye içinde oldukça önemlidir. Bu konulara kalkınma planlarında da sıklıkla yer verilmiştir. İlk iki 5 Yıllık Kalkınma Planları içerisinde çevre kavramından dolaylı bir yolla bahsedilmiş olup 1972 yılında BM’nin çevre üzerine gerçekleştirdiği Stockholm Konferansı üzerine üçüncü 5 yıllık Kalkınma Planında çevre koruması vurgusu yapılmıştır. Altıncı 5 Yıllık Kalkınma Planı ile birlikte çevre artık kalkınma planlarında dolaysız bir şekilde yer almış Dokuzuncu Kalkınma Planında çevre ve gelecek nesiller arasındaki ilişki ön plana çıkarılmış ve Onuncu
Kalkınma Planında yeşil büyüme teması işlenmiştir
On İkinci Kalkınma Planında ise Karbon vergisinin uygulamaya gelme durumundan bu planda bahsedilmiştir. Karbon vergisi niteliği taşıyan vergiler gözden geçirilerek karbon fiyatlandırma araçlarının ekonomik ve sosyal etkilerinin analiz edileceği ortaya konulmuştur.
Daha sonraki yazımda Paris iklim anlaşması kapsamında 01.10.2024-31.12.2025 dönemine ilişkin Sınırda Karbon düzenlemesi mekanizmasının ertelenerek, uygulamaya 01.01.2026 tarihinde başlayacak olan yeni düzenleme kapsamında karbon vergisinin hesaplanması ve Türkiye’nin yeni sınırda karbon düzenlemesinden nasıl etkileneceği konularına değineceğim.
Küresel ısınmanın başlamasıyla ilk temelleri Roma Kulübü tarafından 1972 yılında yayınlanan “Büyümenin Sınırları” isimli raporla başlayan ve 1987 yılı Ortak Geleceğimiz, 1997 yılı Gri Standartları ile devam eden ve devamında, finansal bilgilerin dışında iklim çevre sosyal yönetişim alanlarında düzenleme yapılan ve yapılmaya devam edilen sürdürülebilir bir gelecek ve daha güzel yaşanabilir bir dünyada insani olarak geleceğimize nefes bırakmak istiyoruz. Tüm insanlar nefesini gelecekte açacakları umutlarda saklı olsun. Umutlarımız geleceğin beklentileri olsun, dilek ve temennilerimle saygı ve sevgilerimi sunarım.
02.12.2024
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> YIL SONU KAMPANYASI: Muhasebecilere Özel Web Sitesi 1.249 TL yerine 999 TL + KDV
Ayrıntılar için tıklayın.
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.