213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 13’üncü maddesi ile hükme bağlanmış olan “mücbir sebepler”, mükelleflere tanınmış çok önemli haklardan bir tanesidir. Mücbir sebeplerin mükellef hakları içindeki konumu ile olası etki ve sonuçlarının mühlet verme ve beklenmeyen durumla beraber irdelenmesi yazımın konusunu oluşturmaktadır. Mücbir sebepler, üç bölüm halinde yazılacak olup, konunun daha iyi anlaşılması için detaylı olarak izah edilecektir.
Bazı olağanüstü durumlarda mükelleflerin isteseler de ödevlerini zamanında yerine getirmeleri mümkün olmayabilir. Böyle hallerde kanun olağandışı durum sona erinceye kadar mükellefin ödevlerini ertelemekte ve tarh zaman aşımını da ertelenen süre kadar uzatmaktadır. Mücbir sebep halleri Vergi usul kanunu 13.maddesinde örnek verilmek suretiyle sayılmıştır. Örneğe uyan sebepler olması halinde mücbir sebep olarak kabul edilmekte ancak sayılan sebeplere benzer durumda sebeplerin ortaya çıkması halinde de vergi idaresince mücbir sebep olarak kabul edilmektedir.
Mücbir sebepler, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı ifade eder. Mücbir sebep, tarafların belirli bir süreye bağlı olarak yerine getirmesi gereken ödev, yükümlülük veya borçlarını yerine getirme sırasında iradesini geçici olarak ortadan kaldıran ve dıştan gelen fiili bir durumdur. Yani gerçek dünyada meydana gelen bir olayın hukuk aleminde söz konusu olan bir ödev, yükümlülük veya borcun yerine getirilmesini ya da bir hakkın kullanılmasını geçici olarak durdurmasıdır.
Her hukuk dalında “mücbir sebep” olarak nitelenebilecek, tarafların isteseler dahi önüne geçemeyecekleri, oluşunu engelleyemeyecekleri doğal veya yapay durumlar söz konusudur. Bu durumları etkisi ve sonuçları itibariyle her hukuk kendi özelinde düzenleyebilir. Ancak burada unutulmaması gereken husus, hukuk dalları değişse dahi aynı hukuk sistemi içindeki bir hususa yönelik düzenlemenin diğer hukuk dallarındaki aynı veya benzer hususa yönelik düzenlemeleri ile çelişmemesi gerekir. Hukuk sistemi tekilliği içinde özsel ve amaçsal anlamda bir ölçülülük ve tutarlılık beklenir. Dolayısıyla, kamu hukuku veya özel hukuk alanında mücbir sebeplere yönelik düzenlemeleri birbirlerinden tümüyle bağımsız, asla birbiriyle karşılaştırılamaz düzenlemeler olarak algılamak ve değerlendirmek yanlış olur. Bu anlamda, gerek kamu hukuku bağlamında Danıştay ve Yargıtay ile özel hukuk bağlamında Yargıtay kararlarında mücbir sebep kavramına yönelik ortaya konulan görüşlerden mücbir sebep kavramının anlamı, çerçevesi, temeli, sınırları, etki ve sonuçları konusunda her hukuk alanında yararlanılabilir. Bir başka deyişle, vergi hukukundaki mücbir sebep konusu irdelenirken, Yargıtay kararlarından, ceza hukuku veya ticaret hukuku alanındaki mücbir sebep durumlarında da Danıştay kararlarından rahatlıkla emsal olarak yararlanılabilir.
Vergi hukuku bakımından mücbir sebep; vergi mükelleflerinin, vergi sorumlularının ve ceza muhataplarının isteseler dahi hiçbir biçimde kendi çabaları ve iradeleriyle önüne geçemeyecekleri, oluşunu ve sonuçlarını engelleyemeyecekleri doğal veya yapay durumlara denir.
Mücbir sebep niteliğindeki olaylar deprem, sel, kasırga vb. doğal olaylar olabileceği gibi isyan, ihtilal, savaş, genel grev gibi insana bağlı (beşeri) olaylar da olabilir. Olayların mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için, bunların bazı koşullar altında gerçekleşmiş olması gerekir.
Bu koşullar şunlardır:
• Bunlardan biri, ortada vergilendirmeyi engelleyen bir kuvvetin var olmasıdır.
• İkincisi, bu vergilendirmeyi engelleyen kuvvetin kişinin iradesi dışında meydan gelmesidir.
• Üçüncüsü, meydana gelmiş olan olayın, kişinin bilinç ve iradesi dışında olmasıdır.
VUK’daki Mücbir Sebep Düzenlemeleri
VUK, mücbir sebebi tanımlamadan, mücbir sebep durumlarını belirtmeyi yeğlemiştir. VUK’un 13’üncü maddesi, “Mücbir sebepler:” şeklinde bir girişin ardından dört bent halinde bunların neler olduğunu belirtmiştir. Durum böyle olunca da, vergi hukuku alanında mücbir sebebin ne olduğu gerek bu maddede sayılan durumlardan ve gerekse içtihatlardan hareketle tanımlanmaya ve kapsamı belirlenmeye çalışılmaktadır.
VUK’un 13’üncü maddesindeki mücbir sebepler şunlardır:
1. Vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluk;
2. Vergi ödevlerinin yerine getirilmesine engel olacak yangın, yer sarsıntısı ve su basması gibi afetler;
3. Kişinin iradesi dışında vukua gelen mecburi gaybubetler;
4. Sahibinin iradesi dışındaki sebepler dolayısıyla defter ve vesikalarının elinden çıkmış bulunması,
gibi hallerdir.
Gibi haller ibaresinden belirtilen 4 maddede ki sebeplere benzeyen ve Gelir idaresinin mücbir sebep hali saydığı durumlarında anlaşılması gerekmektedir.
Vergi Usul Kanunu'nda mücbir sebep olarak sayılan yukarıdaki haller hukuk teorisinde mücbir sebep (zorlayıcı neden), ve beklenmeyen durum olarak iki kategoride değerlendirilmektedir. Mücbir sebep, önceden kestirilemeyen, önüne geçilemeyen ve dış etkenlerin doğurduğu genel nitelikli olaylardır. Beklenmeyen durum ise, özel ve iç etken sonucu ortaya çıkar. Kişi olağanüstü bir gayret sarf etmesi halinde beklenmeyen durum önlenebilir. Şiddetli yağış nedeniyle işyerinin su altında kalması mücbir sebep, muslukların açık unutulması nedeniyle büroyu su basması ise beklenmeyen durum olarak kabul edilir.
Mücbir sebep gibi, beklenmeyen hâl (umulmayan olay, fevkalade hâl, kaza) ) de Türk Borçlar Kanunu’nda genel olarak tanımlanmamıştır. Bununla birlikte, öğretideki hâkim görüşe göre beklenmeyen hâl, sözleşme ilişkisinde borçlunun irade ve davranışından bağımsız olarak onun borcunu
ihlâl etmesine kaçınılmaz biçimde neden olan olaydır. Beklenmeyen hâlin varlığı için borçlu açısından kaçınılmaz bir olayın varlığı, borcun ihlâl edilmesi ve olay ile borcun ihlâl edilmesi arasında uygun illiyet bağının bulunması gerekir.
Mücbir sebep gibi, beklenmeyen hâl de sözleşme riski sorunudur. Bununla birlikte, Türk hukukunda mücbir sebep ile beklenmeyen hâl ayrı kavramlar olarak kabul edilmektedir. Zira, beklenmeyen hâl ile mücbir sebebin meydana geliş şekli ve sonuçları birbirinden farklıdır. Beklenmeyen hâlin haricî olması, yani borçlunun faaliyet veya işletmesinin dışında ortaya çıkması gerekmez. Borçlunun faaliyet veya işletmesinde meydana gelen bir olay da beklenmeyen hâl olarak nitelendirilebilir. Buna karşılık, mücbir sebep daima haricî bir olaydır. Mücbir sebepte haricîlik unsurunun aranması, özellikle haksız fiilden doğan sorumlulukta önem taşır. Zira, haksız fiillerde zarar veren haricî olarak ortaya çıkan mücbir sebebin varlığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir. Buna karşılık, haksız fiillerde beklenmeyen hâl borçluyu her durumda sorumluluktan kurtarmaz. Haksız fiillerde beklenmeyen hâl zararlı sonucu doğuran ortak nedenlerden biri olabilir. Bu durumda, beklenmeyen hâl, ortaya çıkan zarar ile davranış arasındaki illiyet bağını kesmediği için zarar veren sorumluluktan kurtulmaz. Beklenmeyen hâl, borçlunun irade ve davranışından bağımsızdır. Örneğin satış sözleşmesi kurulduktan sonra kusuru olmaksızın ayırt etme gücünü yitiren borçlunun satış konusu malı yakması beklenmeyen hâl olarak nitelendirilebilir. Mücbir sebep beklenmeyen hâle kıyasla daha şiddetli ve yoğundur. Beklenmeyen hâlin varlığı için bunun sonuçlarının herkes bakımından kaçınılmaz olması aranmaz. Beklenmeyen hâlde kaçınılmazlık sadece somut olaydaki borçlu yönündendir, nispîdir. Mücbir sebepte ise kaçınılmazlık mutlaktır. Bu sebeple, her mücbir sebep beklenmeyen hâldir; ancak, her beklenmeyen hâl mücbir sebep değildir. Nitekim, TBK m. 119’da yer alan “beklenmedik hâl” ifadesi hem beklenmeyen hâli de hem de mücbir sebebi kapsamaktadır. Beklenmeyen hâl ile mücbir sebep arasındaki bir başka fark, bunların sonuçları açısındandır. Sözleşme ilişkisinde ortaya çıkan olay sonucu borcun ifası ne kadar güçleşmiş olursa olsun yerine getirilebiliyorsa mücbir sebep yoktur; beklenmeyen hâl vardır. Bir başka deyişle, mücbir sebep aşırı ifa güçlüğü sonucunu doğurmaz.
Buna karşılık, mücbir sebep gibi beklenmeyen hâl de sözleşme ilişkisinde borçlunun sorumlu olmadığı sonraki ifa imkânlığı (TBK m. 136) sonucunu doğurarak borçluyu sorumluluktan kurtarabilir. Ancak, beklenmeyen hâlin ifa imkânsızlığına neden olarak borçluyu sorumluluktan kurtarması mutlak değildir. Bazı hâllerde borçlu kanun gereği beklenmeyen hâlden sorumludur (TBK. m. 373/II, 576/I, 579/I). Borçlunun beklenmeyen hâlden sorumlu olduğu bu durumlarda da borçlu, mücbir sebebin varlığını ispatlayarak sorumluluktan kurtulabilir.
1. Vergi Ödevlerinden Herhangi Birinin Yerine Getirilmesine Engel Olacak Derecede Ağır Kaza, Ağır Hastalık ve Tutukluluk
VUK’un 13/1’inci maddesinde hükme bağlanmış olan mücbir sebep hali “vergi ödevini” yerine getirmeye engel koşuluna bağlanmıştır.
Bir başka deyişle, mükellef, vergi sorumlusu veya ceza muhatabı kendisine yasalarla yüklenmiş olan ödevlerden herhangi birisini yerine getirmesine engel oluşturacak kadar ağır kaza ve hastalık halinde ise veya tutuklanmış ise bu durumda, mücbir sebep hali var demektir ve buna paralel etki ve sonuçlardan yararlanır.
VUK “ağır hastalık” ve “ağır kaza” kavramlarını tanımlamamış ve bu kavramların değişen yaşam algısı içinde yorumlanmasını istemiştir. Bugün için “ağır kaza” veya “ağır hastalık” kapsamına giren bir durum, gelişen ve değişen koşullar altında yarın bu tanıma girmeyebilir. Örneğin; kanser, bugün için “ağır hastalık”ların en başında gelirken, yarın bilimsel gelişmeler sonucu bu hastalığın gripten bir farklı kalmayabilir.
“Ağır hastalık” ve “ağır kaza” kavramlarının ölçeğini, niteliğini ve çapını belirlememizde yargı kararları ciddi katkı sağlamaktadır. Yatak istirahatini öngören raporların mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için vergisel ödevlerini yerine getirmesini olanaksız kılacak ağırlıkta bir hastalık haline dayanması gerekir. Bir hastalığın mücbir sebep kapsamında ağır hastalık sayılması için çeşitli hastane raporları ve uzman yazılarıyla bunun ortaya konulması gerekir. Mücbir sebebin, hukuki sonuç doğurabilmesi için, malum olması veya tevsik ya da ispat edilmiş bulunması gereklidir. Mücbir sebebin malum olması, doğal afetlerde olduğu gibi, herkesçe biliniyor olması demektir. Diğer hallerde, mücbir sebebin, iddia eden tarafından tevsik veya ispat edilmiş olması gereklidir. Tevsik ve ispat; mahkeme kararı, yetkili kamu kuruluşlarınca düzenlenen belge veya doktor raporu ile yapılabilir.
Ağır kaza veya ağır hastalık nedeniyle hastanede yatış süresi için uygulamada tartışma pek tartışma söz konusu değilken, hastane sonrası evde istirahat haliyle ilgili çeşitli tereddütler yaşanabilmektedir.
Ağır kaza veya ağır hastalık nedeniyle evde kesin istirahat halinin de mücbir sebep sayılması gerektiğini düşünmekteyim.
VUK’un 13/1’inci maddesinde sadece “ağır hastalık” durumu değil, aynı zamanda “ağır kaza” ve “tutukluluk” durumu da düzenlenmiştir.
“Ağır kaza” ile “ağır hastalık” sonuç itibariyle tıbbi raporu gerektiren sağlık halleridir. Ağır kaza kavramından, kişinin sağlığının önemli ölçüde zarar gördüğü ve yaşamanı önemli ölçüde etkileyen sağlık sorunlarının yaşandığı kaza olarak anlamak gerekir. Kişinin yaşamını ve sağlığını ciddi boyutta etkilemeyen ve hastane ortamına bağlılığı gerektirmeyen durumlardan “ağır kaza” olarak söz etmek pek olası değildir. Ama sonuç itibariyle, ağır kaza kavramını da takdir edecek ve değerlendirecek birim sağlık birimleridir.
VUK’un 13/1’inci maddesindeki diğer bir mücbir sebep hali de “tutukluluk”tur. Burada yasa koyucu “mahkûmiyet” halini değil, “tutukluluk halini mücbir sebep saymıştır. Bunun genişletilerek yorumlanıp, yorumlanmayacağı tartışmalıdır. Bana göre; mahkûmiyet kalıcı ve uzun süreli bir cezalandırma yoludur. Dolayısıyla, mükellef, vergi sorumlusu veya ceza muhatabı mahkûmiyet durumunda hukuki sorunlarını vekilleri aracılığıyla veya kalıcı biçimde başka hukuki yollarla çözümlemesi gerekir. Aksi takdirde, zaten uzun süreli bir yokluk döneminde vergisel işlerin yürütülmesi de söz konusu olamaz. Ancak mahkûmiyet halinde de VUK 13’ün işleyeceğini belirten Danıştay kararları mevcuttur. Oysa tutukluluk, geçici bir durumdur. Tutuklama, masumiyet karinesinden yararlanan şüpheli veya sanığın özgürlüğünün, hâkim kararı ile uluslararası insan hakları sözleşmeleri, anayasa ve yasalarda belirtilen şartlara göre, kesin hükümden önce, geçici olarak kısıtlanmasıdır.
Bu geçici kısıtlama hali ortadan kalktığı takdirde kişi sosyal ve ekonomik yaşamına geri dönecek ve etkinliklerini sürdürecektir. İşte böyle bir dönemi mücbir sebep hali olarak görmek ve mükellef hak ve ödevi olan konularda süreleri durmuş kabul etmek hukuken doğru ve isabetli bir yoldur.
VUK’un 13/1’inci maddesinde mücbir sebepler arasında vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluğun sayıldığı yine aynı yasanın
15’inci maddesinde ise 13’üncü maddede yazılı mücbir sebeplerden herhangi birinin bulunması halinde bu sebep ortadan kalkıncaya kadar sürelerin işlemeyeceği hükme bağlandığından beyanname verme süresinin imza yetkisine haiz iki müdürün tutuklanması ile durduğunu ve tutukluluk haline son verilmesi üzerine işlemeye devam ettiğini, dolayısıyla 06.04.1981 ile 28.10.1981 tarihleri arasındaki
tarihleri sürenin beyanname verme süresini hesaplamada göz önüne alınmaması suretiyle 23.11.1981 gününde verilen beyannamenin süresinde verildiğini kabul etmek gerekmektedir.
Mücbir sebep hallerine ilişkin önemli olan hususları önümüz haftalarda toplam üç bölüm halinde yazmaya devam edeceğim.
08.05.2024
Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)
>> YIL SONU KAMPANYASI: Muhasebecilere Özel Web Sitesi 1.249 TL yerine 999 TL + KDV
Ayrıntılar için tıklayın.
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.