Tarım çalışanları, sosyal güvence kapsamına en son alınan sektör. Yeni dediysek de 25 yıllık bir geçmişi var. Tarımda bağımsız çalışanlar ile hizmet akdiyle süreksiz işlerde çalışanların sosyal sigorta kapsamına alınması için gerekli yasal düzenleme 1986 yılında yapıldı. Zaten kamuya ait tarım işletmelerinde sürekli ya da süreksiz işlerde çalışanlar ile özel sektöre ait tarım işletmelerinde sürekli şekilde çalışanlar çok önceden 506 sayılı kanun kapsamında sigortalı sayılmışlardı.
Peki 1986 yılında 2925 ve 2926 sayılı kanunlar çıkarılırken yoğun bir toplumsal talep var mıydı? Her ne kadar o dönemlerde henüz üniversite öğrencisi olsam da gündemi bir ölçüde takip etmekteydim. O nedenle bu soruya kolaylıkla cevap verebilirim. Söz konusu dönemde tarım kesiminden sosyal güvenceye alınmalarıyla ilgili ciddi bir talep gelmemişti. Düzenleme tamamen devletin nüfusun mümkün olduğunca geniş bir kesimini sosyal güvence kapsamına alma kararlılığının bir sonucuydu.
ÖNEMLİ BİR ADIM
Çıkarılan 2925 ve 2926 sayılı kanun aslında, sosyal güvenliğin yaygınlaşması anlamında çok önemli bir adımdı. Ancak bu yönde ciddi ölçüde toplumsal talep olmadığı için, uzun süreyle beklenen olumlu etkiyi yapamadı. Hatta 2925 sayılı kanunun hedef kitlesi olan tarımda hizmet akdiyle çalışanlar, toplumda kullanılan ismiyle tarımda amelelik ya da gündelikçi işçilik yapanlar açısından bu etki hiçbir zaman gerçekleşemedi. Çünkü 2925 sayılı kanundan istifade ederek tarım sigortalısı olan kişilerin büyük çoğunluğunun, aslında tarım dışı sektörlerde çalışan, hatta hiç çalışmayan kişiler oldukları bilinen bir gerçek. Dahası gerçekten tarım sektöründe süreksiz (geçici) işlerde çalışan kişilerin çok büyük bir kısmının, böyle bir kanundan haberleri bile yok.
Yine bir Türkiye klasiği olarak, ilk başlarda tarım sigortalısı olmak için sadece talep dilekçesi vermek yeterli görülmüşken, sonradan başvuruda tamamlanması istenilen evrak ve prosedürler artırılmıştır. Bu bile bazı tarım sigortalılarımızın başvurudan vazgeçmelerine ya da gecikmelere yol açmıştır.
2926 sayılı kanunun hedef kitlesi tarımda kendi nam ve hesabına çalışan, toplumda algılanma şekliyle çiftçiler açısından ise daha farklı bir gelişim çizgisi gerçekleşti. Hatta bu gelişim çizgisinin daha trajikomik olduğunu söylemeliyiz. Bir kere her iki kanunun da hedef kitlesi tespiti açısından çok zor bir kesim. O dönemin bu işte görevli sosyal güvenlik kurumları SSK ve Bağ-Kur'un işi bir hayli zordu. Çünkü sektör kayıtlı çalışmanın neredeyse yok denebileceği bir alan. Bu nedenle SSK tarım sigortalılığında tamamen isteğe bağlı bir sistem uygulamak zorunda kalmıştı. Bağ-Kur'un ise sigortalılarını tescil konusunda biraz daha zorlayıcı bir yöntem uyguladığını görmekteyiz. Her ne kadar diğer zorunlu sigortalılıkla çakışma halinde ikinci planda kalsa dahi, tarım Bağ-Kur sigortalılığının zorunluluk vasfının biraz daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bağ-Kur zorunlu tarım Bağ-Kur sigortalılarını tespit açısından başta ziraat odaları ve köy muhtarlıklarıyla ortak çalışmalar yaptığını görmekteyiz.
TRAJİKOMİK DURUM
İşte az önce bahsettiğim trajikomikliklerin bir kısmı da bu aşamalarda yaşandı. Kendisinden köyde oturup da kendi nam ve hesabına tarım işiyle uğraşanların isimlerini bildirmeleri istenilen köy muhtarlarından bazılarının, köy halkını sevdikleri ve sevmedikleri kişiler şeklinde bir ayrıma tabi tuttukları görüldü. Daha doğrusu muhtarlık seçiminde kendisine destek verenlerle vermeyenler ayrımı. Tarım Bağ-Kur sigortalısı olmayı kötü bir şey zanneden bu muhtarlar, Bağ-Kur'a verdikleri isim listelerinde kendilerine seçimde destek olmayan; dolayısıyla sevmedikleri kişilere yer verirken, kendilerini destekleyenlerin isimlerini listelere koymaktan kaçındılar. Sonra ne mi oldu? Muhtarlar tarafından isimleri Bağ-Kur'a bildirilen ve re'sen sigortalı yapılan kişilerin, bir yandan sigortalılık süreleri işlerken bir yandan da prim borçları birikti. Bu kişiler zaman zaman gönüllü olarak ama çoğu kez de Bağ-Kur'dan gelen icra tebligatlarıyla istemeyerek de olsa fedakarlık yaptılar ve biriken borçlarını ödediler.
ÖNCE EMEKLİLİK
Üstelik 1994 yılından itibaren satılan ürünlerin bedellerinden alıcı kişi ve kurumlar tarafından tevkifat (kesinti) yapılması zorunluluğu getirildi. Yapılan bu kesintiler de Bağ-Kur'a aktarılmaya başlandı. Her ne kadar Bağ-Kur'un, kendisine yatırılan tevkifatları sigortalıların şahsi hesaplarına aktarma konusunda sistemli çalışmadığı görülse de en azından bu yönde talepte bulunanların kesintileri, prim borçlarına mahsup edildi. Prim borçları bir şekilde ödendi gitti. Malum son beş altı yıldır sağlıkta yaşanan dönüşüm ve sağlık hizmetlerine ulaşmadaki kolaylıklar sosyal güvence kapsamında olmanın önemini bir kat daha arttırdı.
İşte zamanında muhtarlarca isimleri istekleri dışında Bağ-Kur'a bildirilenler çok daha önce emekli oldular. Buna karşın Bağ-Kur'a ismi bildirilmediği için tescili yapılmayan kişiler, yıllar sonra çıkan ürün tevkifat belgelerinin peşinde koşarak ödeme kolaylıklarından da istifade ederek en azından 1994 yılından başlamak suretiyle tarım Bağ-Kur sigortalısı olup emekli olmaya çalıştılar.
(Kaynak: Yeni Asır | 16.02.2011)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.