Vergi uygulamasında yorumun önemi diğer herhangi bir kamu uygulamasına göre çok daha fazladır.
Çünkü vergide bazen yapılan yoruma göre bir konunun verginin kapsamına girip girmeyeceği veya vergilenme zamanı ya da uygulanacak vergi oranı değişebilmektedir. Bazılarının "bu ne demek oluyor, hiç yoruma göre vergi alınır mı" dediğini duyar gibiyim. Çünkü Anayasa'nın 73'üncü maddesi hükmü gereği vergi, kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.
Bu açık Anayasa hükmü ortadayken nasıl olur da yorumla vergi uygulanabilir veya zamanı değişebilir denilmesi son derece doğaldır. Elbette vergi kanunla konulur ve kaldırılır, buna kimsenin itirazı olamaz. Ancak verginin nasıl uygulanacağı da en az verginin konulması kadar önemlidir. İşte bu sebepledir ki, vergide yorumun yeri çok önemlidir.
Vergi Usul Kanunu'nda yorumun önemine binaen "Vergi kanunları lafzi ve ruhu ile hüküm ifade eder. Lafzın açık olmadığı hallerde, vergi kanunlarının hükümleri konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı göz önünde tutularak uygulanılır" prensibi konulmuştur. Bununla yorumun vergi uygulamasındaki önemi altı çizilerek açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır. Kanun koyucu her zaman tüm amacı maddenin lafzında tam olarak ifade edememiş olabilir. Bu durumda da devreye yorum yapılması gerekliliği girer. Bu nedenledir ki genel tebliğler, sirkülerler ve özelgelerle vergiye ilişkin hükümlerin nasıl uygulanacağı konusu açıklanmaya çalışılır. Burada da yorum yapma ehliyeti, yani yorum yapanın hem ilgili kanuna hem de vergi kanunlarının geneline hakim olması, işin olmazsa olmaz gereği ve yorumun isabeti açısından en temel şarttır.
Buna birçok örnek bulmak mümkündür. Bir örneği hatırlatacak olursak; Gelir Vergisi Kanunu'nun 40'ıncı maddesinin birinci fıkrasının 3 nolu bendinde, "işle ilgili olmak şartıyla, mukavelenameye veya ilama veya kanun emrine istinaden ödenen zarar, ziyan ve tazminatlar" safi kazancın tespitinde indirilecek giderler arasında sayılmıştır.
Maddenin lafzi yorumuna baktığımızda, bir zarar ziyan ve tazminatın gider yazılabilmesi için; öncelikle işle ilgili olması, bir sözleşmeye, yargı kararına veya kanun hükmüne dayanması gerekmektedir. Bu iki hususun kanunun lafzi yorumundan çıkarılmasında herhangi bir tereddüt söz konusu değildir. Bunun için vergi kanunlarının ruhunu bilmek, gelir vergisi kanununa çok hakim olmak da gerekmez. Ancak, maddede geçen "...ödenen zarar, ziyan ve tazminatlar" ibaresinde geçen "ödenen" tabiri işin en önemli noktasını oluşturmaktadır.
Elbette, ödeme ifadesinden ne kast edildiğini bilmek ve yorumlamak için hem Gelir Vergisi Kanunu'na hem de vergi felsefesine hakim olmak gerekir. Eğer bu yorum vergi felsefesine hakim olmayan biri tarafından yapılacak olursa, çıkacak sonuç doğal olarak bir zarar, ziyan veya tazminatın gider yazılabilmesi için yukarıda belirtilen diğer iki şartın yanında ödenmiş olmasının da gerekli olduğu söylenecektir. Çünkü ödeme tabirinden ilk akla gelen söz konusu tutarın fiilen ödenmiş olması olacaktır. Oysa ödeme tabiri nakden olabileceği gibi hesaben ya da kayden ödemeyi de içeren bir kavramdır.
Kanun koyucu açık olarak nakden ödemeyi amaçlasaydı, fiilen ödenmiş olması gibi bir açık tabiri kanun maddesine koyardı. Bu tabirin konulmadığı durumda, Gelir Vergisi Kanunu'nda ticari kazancın tespitinde genel prensip olan tahakkuk esası bakımından değerlendirme yapılması gerekir. Buna göre bir zarar, ziyan veya tazminatın gider yazılabilmesi için ödenecek safhaya gelmesi yani tahsil edecek tarafın söz konusu tutarı ödeme yükümlülüğü olan taraftan isteyebileceği aşamaya gelmesi gerekir. Bunun için, bir yargı kararında itiraz ve temyiz sürelerinin geçmesi veya nihai yargı kararında tebligattan itibaren 30 günlük sürenin dolmasına bakılacaktır. Yoksa söz konusu tutarın borçlusu tarafından illa ki fiilen ödenmiş olması aranmayacaktır. Çünkü bu zarar, ziyan veya tazminat borçlu taraf için gider niteliğini taşırken,
tahsil edecek taraf için de gelir mahiyetindedir. Her iki taraf da bunu aynı zamanda gelir ve gider olarak muhasebe kayıtlarına intikal ettirmelidir. Gider yazacak taraf için fiilen ödeme şartını arayıp, gelir yazacak taraf için ise talep edilebilecek aşamaya gelinmesini yeterli görmek mümkün değildir.
Yorum yapılırken işin daima iki muhatabının olduğu, bir taraf için gider oluşturan işlemin vergi mükellefi olan diğer taraf için de gelir anlamına geleceği hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır. Yoksa yapılacak yorumda isabet sağlanması mümkün olamaz. O zaman da en başta ifade etmeye çalıştığımız gibi, en azından vergiyi doğuran olayın zamanının yorumla değiştirilmesi gibi bir durumla karşı karşıya kalınabilir.
(Kaynak: Bugün Gazetesi | 14.01.2011)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.