Gelir vergisi, gerçek kişilerin bir takvim yılı içersinde elde etmiş oldukları gelirler üzerinden alınan ve teknik olarak da "dolaysız" nitelikte bir vergidir. Gelir Vergisi Yasası'nın birinci maddesinde yer alan tanımlamaya göre de ülkemizde gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisine tabidir.
Gelir ise bir gerçek kişinin bir takvim yılı içersinde elde etmiş olduğu kazanç ve iratların safi tutarıdır.
Anayasa'nın 73'üncü maddesinde yer alan "herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür." Buyruğu dikkate alındığında, bu buyruğa uygun bir vergilendirmede gelir üzerinden alınan vergilerin önemi daha belirgin hale gelmektedir.
Bu bağlamda gerçek kişi gelirlerinin vergilendirilmesinde gelir kavramı dar ve geniş anlamda olmak üzere iki farklı şekilde tanımlanabilmektedir.
Dar anlamda gelir, kişisel faaliyetlerde ortaya çıkan yeni alım gücünün gelir sayılabilmesi için bunun belli bir kaynaktan, gerçekleştirilen üretim faaliyeti sonucu sürekli elde edilebilir olması gereklidir. Böyle bir gelir tanımında öncelikle ekonomik faaliyet alanları belirlenmekte ve bu alanlardan sağlanan gelirlerin vergilendirilmesi yapılmaktadır. Bu nedenle dar anlamı ile üretim faktörlerinin faaliyetleri sonucunda elde edilebilir, dolayısıyla bu tür faaliyetlerde bulunanların sağladıkları gelirlerin vergiye tabi tutulması gerekmektedir. Ancak bu tür vergilendirmede gelirin elde edildiği alanlara göre yapılan farklı vergilendirmeler çoğu kez bu tür bir tercihin verimsiz sonuçlar vermesine neden olabilmektedir.
Geniş anlamda gelir ise bir gerçek kişinin belli bir dönem içersinde mal varlığında bir önceki döneme göre ortaya çıkan net artış ile ilgili yıldaki harcamaları toplamıdır. Bu yaklaşıma göre, aynı ödeme gücünde olan vergi yükümlülerinin vergi yükünü eşitlemek mümkün olabilmektedir.
Türk vergi sisteminde kişisel gelirlerin kaynak teorisine uyumlu bir biçimde yer alması ve vergilendirilmesi öngörülmüştür. Gelir Vergisi Yasası'nın ikinci maddesi uyarınca gelire giren kazanç ve iratlar yedi grupta belirlenmiştir. Buna göre gelire giren kazanç ve iratlar; ticari kazançlar, zirai kazançlar, ücretler, serbest meslek kazançları, gayrimenkul sermaye iratları, menkul sermaye iratları ve diğer kazanç ve iratlardır.
Kaynak esas alınarak yapılan vergilendirmede her bir gelir kaynağından elde edilen gelirin kendisine özgü safi kazanç tespiti söz konusu olmaktadır.
Mevcut yasal tanımlamadan da anlaşılacağı üzere genel ilke olarak yukarıda sayılmak suretiyle belirlenen kazanç ve iratların vergilendirilmesinde safi tutarlar esas alınmaktadır. Safi tutar kavramı ise her bir gelir unsuru içersinde yine kendisine özgü bir biçimde tanımlanmış bulunmaktadır.
Kaynak teorisine göre vergilendirmede siyasi ve ekonomik tercihlerin etkinliği sonucunda, gelir ve vergisi hasılatı azalabilmekte, bunun sonucunda ortaya çıkan gelir kaybının dolaylı vergilerle karşılanması gündeme gelmektedir. Olayın bu bağlamda değerlendirilmesi halinde Türkiye gayri safi milli hasılanın (GSMH) yüzdesi olarak OECD ülkeleri içersinde gelir ve kazançlar üzerinden en az vergi sağlayan ülkeler arasında ikincidir.
2006 yılı bütçe yasası verilerine göre gelir vergisinden beklenen hasılat toplam vergi gelirlerinin yüzde 19.74'tür. Bir başka açıdan bu beklenti gayri safi milli hasılanın yaklaşık yüzde 4.83'tür. Bu oran 2005 yılında da aynıdır. Oysa; söz konusu oran Yunanistan'da yaklaşık yüzde 12, İtalya'da yüzde 11, Macaristan'da yüzde 15, Polonya'da yüzde 12 civarındadır.
Ülkemizde bir başka özellikte gelir vergisinin yaklaşık yüzde 88'inin vergi kesintisi (stopaj) yolu ile tahsil edilmesidir. Bu durum gerçekte gelir vergisinin geliri elde edenlerce ödenmediğini, bunun tam aksi bir şekilde başkalarına gelir sağlayanların, bu gelirleri sağlarken kesinti suretiyle vergilendirmeyi gerçekleştirdiklerini göstermektedir. Bu durum gelir vergisinin ödenmesinden sorumlu olanların, bu sorumluluklarını kullanma alanını daraltmakta ve hatta kaldırmaktadır.
Stopaj yolu ile vergilendirmede zaman içersinde bu sistemde ödenmesi gereken vergi yükü vergiyi kesenin üzerine doğru kaydırılmaktadır. Örneğin ülkemizde özel sektörde ücretliler pazarlıklarını "net ücret" esasına göre yapmaktadırlar.
Ülkemizde gelir vergisi uygulaması açısından beyannameli mükellef sayısı azdır. Haziran 2006 itibariyle ülkemizde faal gelir vergisi mükellefi sayısı 1.720.035'dir. Bu sayıya ücretli olanlar dahil değildir. Oysa bu sayı 2000 yılında 2.080.877'dir.
Türkiye'de nüfus artarken mükellef sayısının azalmış bulunması iki olasılığı gündeme getirmektedir. Birinci olasılık kayıtlı mükellefiyetten kayıtsız çalışmaya yönelik bir kaçış söz konusudur. İkinci olasılık ise bireysel faaliyet yerine ya ücretli çalışmaya yönelik bir akım başlamıştır veyahut da kurumlaşmada artış vardır ve kurumlaşma halinde kurum ortakları kâr dağıtımını düşük tutmak suretiyle beyan dışı kalmayı tercih etmektedir.
Türkiye'de gelir vergisi mükelleflerinin yüzde 58.3'ü sadece 10 ilimizde, geriye kalan yüzde 41.7'si ise 71 ilimizde faaliyet göstermektedir. Bu bağlamda toplam gelir vergisi mükelleflerinin yüzde 25.08'i İstanbul'dadır.
Gelir İdaresi Başkanlığı verilerine göre beyannameli gelir vergisi mükellefleri, 2005 yılı gelirleri için 2006 yılının Mart ayında sadece 1.367.229 beyanname vermiş ve bu beyannameler üzerinde 10.349.547.000.-YTL gelir beyan etmişlerdir. Bu bağlamda beyan edilen gelirler üzerinden tahakkuk eden vergi tutarı ise 3.020.562.000.-YTL'dir.
Kişi başına düşen ortalama beyan yıllık 7.570.-YTL, olup yapılan beyanlara göre gelir vergisi mükelleflerinin aylık ortalama gelirleri 631.-YTL'dir.
Başlangıçta, 1950 yılında gerçekleştirilen vergi reformu ile Türkiye'de yürürlüğe konulan Gelir Vergisi Yasası çağdaş bir görüntü sergilerken bile her söz konusu yasada yapılan değişikliklerle teknik olarak yasa görüntü değişikliğine uğramış bilahare 31.12.1960 tarihi itibariyle yenilenen ve 193 yasa sayısı ile yürürlüğe konulan Gelir Vergisi Yasası da bugüne kadar 192 ayrı yasa ile değişikliğe konu edilmiş, bazı yasa maddeleri yürürlükten kaldırılmış, bazı mükerrer maddeler ve geçici maddeler yürürlüğe konularak adeta geçici maddelerin etkin olduğu bir mevzuat haline dönüşmüş, bu değişikliklerle beraber hasılat sağlama özelliğini önemli ölçüde yitirmiştir.
Türk gelir vergisi sisteminde gelir ile servet oluşumu ve harcamalar arasındaki ilişki kurma olanağı bulunmamaktadır. Oysa tüm modern vergi sistemlerinde olduğu gibi ülkemizde de mutlaka gelir ve servet çözülmeleri ile harcama düzeyi arasında bağ oluşturan ek düzenlemelere daha açıkçası bir otokontrol sistemine gereksinim vardır.
Zaman içersinde gelir vergisi uygulamasında üniter olma özelliği yitirilmiştir. Bu bağlamda da kaynağı ne olursa olsun her türlü gelirin bir beyanname üzerinde toplanarak beyan edilmesi ve beyan edilen tutar üzerinden vergilendirme yapılması (tarh edilmesi) sağlanmalıdır.
Ülkemizde gelir vergisi yasası içersinde yer alan ve sık sık değişikliğe uğrayan ana maddelerle geçici maddelerin büyük bir bölümü beyan dışı kalacak gelirlerle ilgilidir.
Dolayısıyla Gelir Vergisi Yasası'nın toplama ve beyan ile hükümlerindeki vergiden kaçınmayı özendirici özellikler dikkate alınarak daha çok beyana dayalı bir gelir vergisi uygulamasına gidilmesi günümüzde zorunlu hale gelmiş bulunmaktadır.
(Kaynak: Dünya Gazetesi | 17.10.2006)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.