Geçen hafta, Fransa parlamentosunda “sözde Ermeni soykırımını inkâr etmenin suç sayılmasını öngören yasa teklifi” büyük tartışmalar eşliğinde kabul edildi. Teklifin parlamentoda kabul edilmiş olması, yürürlüğe girmesi için yeterli olmamakta, yasa metninin önce senatoda görüşülerek kabul edilmesi, daha sonra da cumhurbaşkanı tarafından onaylanması gerekmektedir. Konunun bu aşamaya gelmesinde, sorunun hukuki boyutunun değil, siyasi kaygıların önemli rol oynadığı kesindir. Nitekim bu hususu, Fransa Cumhurbaşkanı da teyit etmiş, bu kanunun yürürlüğe girmemesi için çaba göstereceğini belirtmiştir. Dolayısıyla popülist kaygılarla hazırlanan bu yasa metninin yürürlüğe girme olasılığı oldukça düşük görülmektedir.
Biz bu yazımızda, Fransa’nın böyle bir yola girmiş olmasının nedenleri üzerinde durmak istemiyoruz. Asıl üzerinde durmak istediğimiz husus; hükümetin, siyasilerin, işadamlarının, halkımızın, kısaca Türkiye’nin göstermesi gereken tepkinin ne olması, hangi boyutta olması gerektiğidir. Bu çerçevede, bütün toplumsal hadiselerde olduğu gibi bu olayda da toplum olarak bir mutabakat içerisinde olduğumuzu söylemek hayli güçtür. Yapılan öneriler, Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurumuzun geri çekilmesinden Fransa ile diplomatik ilişkilerin kesilmesine, Fransız ürünlerinin boykot edilmesinden Türkiye’de kaçak olarak çalıştığı varsayılan 70 bin Ermeninin sınır dışı edilmesine ya da “Fransa, Cezayir’de soykırım yapmıştır” karşı yasasının çıkarılmasına kadar değişmektedir.
Hemen belirtelim ki bu yasa halkımızı rencide etmiştir. Ancak bizden önce Fransa halkının rencide olduğu kanaatindeyiz. Bu yasayla çağlar öncesinden tüm insanlığa seslenen ve “Sevgili dostum, sizin görüşlerinize katılmıyorum ancak bu görüşlerinizi rahatça ifade edebilmeniz için canımı feda etmeye hazırım" diyen Voltaire incitilmiştir. Düşünce özgürlüğü denilince akla ilk gelen Fransa’nın bu imajı söz konusu yasayla büyük yara almıştır. Dolayısıyla bu yasa temelde yasanın çıkarıldığı ülke olan Fransa’nın bizatihi kendisini küçük düşürmüştür.
Her şeye rağmen Fransa’nın bu tutumunun Türkiye tarafından kabul edilebilir hiçbir tarafı bulunmamaktadır. Kaldı ki, Türkiye’de faaliyet gösteren uluslararası yatırımcılar da tamamen siyasi kaygılarla hazırlanan bu yasadan fevkalade rahatsız olmuştur. Bu anlamda, yasaya gösterilmesi gereken tepkilerde makul sınırlar içinde kalınması gerekmektedir. “Fransız ürünlerini boykot edelim” önerisini ileri sürenler, Türkiye’de otomotiv, gıda, sigortacılık, bankacılık, perakende, akaryakıt başta olmak üzere, pek çok sektörde Fransız sermayeli şirketlerin faaliyet gösterdiğini, boykotun söz konusu şirketleri ve Fransız ekonomisini zora sokacağını iddia etmektedir. Unutmayalım ki, Fransız sermayeli bu şirketler esasen artık Fransız şirketi değil, Türk şirketi konumundadır. Zira bu şirketlerde çok yüksek sayıda Türk işçisi çalışmakta, bu şirketler Türkiye’de üretilen hammaddeleri kullanmakta, Türkiye’de vergi ödemektedir. Bu anlamda, Fransız ürünlerine karşı yapılması önerilen boykotun Fransız ekonomisinden ziyade Türk ekonomisini vuracağından kimsenin kuşkusu bulunmasın.
Bu çerçevede, yürürlüğe girmesi bile şüpheli olan yasanın senatodan çıkmaması veya cumhurbaşkanı tarafından onaylanmaması için üst düzeyde diplomatik çaba gösterilmesi, sivil toplum kuruluşlarının, işadamlarının, lobi faaliyetlerinde bulunması, aydınların tepki göstermesi çok daha yerinde eylemler olacaktır.
(Kaynak: Referans Gazetesi | 17.10.2006)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.