Dünya ekonomisi belki de tarihinin en derin ve etkili krizini yaşıyor.
Geçtiğimiz yıl subprime mortgage kredilerinin geri ödenmesindeki aksamalarla birlikte baş gösteren ekonomik kriz, önce ABD ekonomisini yavaş yavaş tüketti. Şimdi ise sıra Avrupa ekonomilerinde. Avrupa bölgesinde krizden etkilenen ülkeler ise ABD finansal piyasaları kaynaklı bankacılık ürünlerini aktiflerinde bulunduran bankaların bulunduğu ülkeler.
Bu ürünlerin özelliği risk iştahına bağlı olarak kullanılması. Yani ekonomide işler iyi giderken bu ürünler sahiplerine oldukça yüksek getiri sağlıyor. Fakat bu dönemde olduğu gibi, finansal sistemde bir daralma başladığında, bu daralma domino etkisiyle tüm sisteme yayılıyor ve bu ürünlerin sahipleri oldukça yüksek miktarda zarar ediyor. Tabi hemen akla gelen soru Türkiye’deki bankaların bu finansal ürünlere aktiflerinde yer verip vermediği. Sorunun cevabı hayır.
Yani Türk bankaları bu tür finansal ürünlere itibar etmediğinden, bir başka deyişle bankalarımızın risk iştahı çok fazla olmadığından, tüm dünyanın ekonomik krizi derinden yaşadığı bu dönemde, finansal sistemimiz şimdilik krizden ciddi bir etkilenme yaşamıyor. Yani şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
“Hesabını bilen bankalarımız krizden pek etkilenmedi.” Esasen aynı saptama reel sektör için de geçerli. Kriz ekonomisinde döviz kurlarının yukarı yönlü hareket etmesi oldukça muhtemel bir gelişmedir. Ülkemizde uzunca bir süredir döviz kurları düşük seyrediyor. Kurların aşağı yönlü hareketi reel sektörde bazı firmaları döviz cinsinden borçlanmaya itmiş olabilir. Oysa Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, devamlı olarak reel sektörü uyarmış ve “döviz geliri olmayanların döviz cinsinden borçlanmamalarını” önermişti.
Bu açıdan bakıldığında reel sektör için önemli risklerden bir tanesi döviz cinsi borçların yüksekliği. Hesabını iyi yapan ve dövizli borçlanmalarda gelir-gider dengesini sağlayan reel sektör firmalarının, bu açıdan, krizden fazla etkilenmeyeceğini söyleyebiliriz. Reel sektör için diğer bir önemli risk ise ekonomik büyümenin yavaşlaması, iç talebin daralması. Buna, ihracat yapılan AB ülkelerinin krizi derinden yaşaması sebebiyle dış pazarda yaşanması muhtemel pazar daralmasını da ekleyebiliriz.
Esasen bu açıdan bakıldığında, dünya finansal piyasalarında yaşanan krizi ülkemizde reel kesim daha fazla hissediyor. Krizin reel kesim üzerindeki en belirgin etkisi ise üretim ve satışların düşmesi ve işletmelerin gelirlerindeki azalma. Bu sürecin sonu, işletmelerin borçlarını ödeme gücünde azalmaya kadar gidebilir. Aklımızdan geçirmek dahi istemediğimiz böyle bir durumda ise bankacılık sektörü de krizin tam ortasında kendisini bulacaktır. Bu noktada iş hükümete düşüyor.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, geçtiğimiz hafta tam da bu konunun altını çizdi ve hükümet olarak reel sektörü destekleyecek tedbirler uygulayacaklarını açıkladı. Akla gelen ilk tedbir olarak da reel sektörün ucuz maliyetli, ucuz faizli kredi temininin sağlanmasına yönelik adımlar atılacağını söyledi. Bu açıklamalar, hükümetin, reel kesimin sorunlarını bildiği izlenimini oluşturması açısından çok önemli. Bu tür tedbirler, vergilemenin ekonomik etkisi gözönünde bulundurularak zenginleştirilebilir.
Krizden etkilenen, üretim ve satışları düşen işletmelerin maliyetleri kısmak için attığı ilk adımlardan birisi işçilerin bir kısmını işten çıkarmaktır. Bu tür işten çıkarmaların önüne geçmek açısından işgücü üzerindeki prim ve vergi yükünün azaltılması düşünülebilir. Yine bazı sektörlerde KDV indirimi piyasaya canlılık katabilecektir. Bu tür kriz ortamlarında vergilemenin mali etkisinden ziyade ekonomik-finansal etkisinin ön plana çıkartılması, ekonomiye daha kalıcı fayda sağlayacaktır.
(Kaynak: Bugün Gazetesi | 13.10.2008)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.