BASINDAN YAZILAR
Kazancı örtülü olarak kim götürdü? / İ. Hüseyin Yıldız - MuhasebeTR

Kazancı örtülü olarak kim götürdü? / İ. Hüseyin Yıldız

Osmanlı’dan beri ekonominin finansmanı konusu, tarih içinde hep önemli sorunların başında gelmiştir. Hâlihazırda, Türkiye’nin 2008 yılı sonu itibariyle cari işlemler açığının 50 milyar doları aşacağı tahmin ediliyor. Sadece özel sektörün dış borç yükü, GSMH’nın üçte biri seviyesini yakalamış durumda. Doğal olarak cari işlemler açığının veya dış borç yükünün finansmanı ve bunun getirdiği yüksek maliyetler; ekonominin temel endişe kaynağı olmaya bugün de devam ediyor. Bu duruma çözüm aramak yerine, kimi uygulamalarımızla adeta işimizi daha da zorlaştırıyoruz diye düşünüyorum. Örneğin finansal faaliyetlerin vergilendirilmesiyle ilgili olarak, bazı vergi inceleme raporlarında ve kimi vergi yargısı kararlarında yapılan yorumlar beni hayrete düşürüyor.

Neden böyle düşündüğümü açıklamaya çalışayım:

1 Ocak 2007’den önce yürürlükte bulunan 5422 sayılı kanun; örtülü sermaye üzerinden ödenen faizleri, ortaklara dağıtılmış örtülü kazanç olarak kabul ediyordu. Ayrıca ortak ve grup şirketleri ile yapılan ticarette; emsallerine göre göze çarpacak derecede yüksek veya düşük fiyatlamaların mevcut olması halinde de, kurum kazancının kısmen veya tamamen örtülü olarak dağıtıldığını varsayıyordu. Ancak her iki halde de, kazancın örtülü olarak dağıtıldığının iddia edilebilmesi için, gerçekten kurum kazancının bir şirketten diğer bir şirkete aktarılması sonucu, toplam kurumlar vergisi matrahının eksik ya da geç tahakkuk etmesi gerekiyordu. Diğer bir deyişle bu işlemler sonucu bir Hazine zararının doğmuş olması aranıyordu. (Md:16, 17)

KABUL EDİLMİYORDU

Nitekim Danıştay’ın kararları da bu yönde süreklilik kazanmaya başlamıştı. Ayrıca, kanunun lafzında açık olan örtülü sermaye üzerinden ödenen faizleri, dağıtılmış örtülü kazanç kabul eden Danıştay, ortaktan yapılan dövizli borçlanmalar nedeniyle doğan kur farklarının giderleştirilmesini ise, örtülü kazanç dağıtımı olarak kabul etmiyordu. Çünkü serbest piyasa ekonomisinde, faiz ya da vade farkı; ekonomik bir faaliyetin veya finansal bir hizmetin ve yaratılan bir katma değerin sonucu talep edilir ve eksi yönde çalışmaz. Buna mukabil kur farkı ise, iktisadi anlamda bir akım hareketi değildir ve bir finansal faaliyetin sonucu olarak doğmaz. Söz konusu döviz kasanızda da dursa, diğer para birimleri karşısında değeri düşebilir ya da yükselebilir.

AMACINA AYKIRI OLDU

Ancak Danıştay, son zamanlardaki kimi kararlarında; Hazine kaybı olup, olmadığına bakmaksızın, holding ve grup şirketleri arasındaki her türlü finansal etkinliği örtülü kazanç kapsamında değerlendirmeye başladı. Ayrıca grup şirketleri arasındaki dövizli borçlanmalarda da, kur farklarını faiz gibi mütalaa ettiği görüldü.

Yine bu süreçte bir gelişme daha yaşandı, 5520 sayılı yeni Kurumlar Vergisi Kanunu’nun yasallaşmasıyla birlikte; örtülü sermaye ve örtülü kazanç dağıtımına ilişkin eski Kurumlar Vergisi Kanunu maddeleri değişti. Bu maddeler, “örtülü sermaye” ve “transfer fiyatlandırması yoluyla örtülü kazanç dağıtımı” adıyla yeniden düzenlendi.(Md:12, 13) Ayrıca bu düzenlemelerde OECD normlarının esas alındığı söyleniyordu.

Ancak ne yazık ki, bu düzenleme eksik yönleri nedeniyle amacına aykırı bir hale dönüştü. Çünkü hem ilişkili kişi kavramı alabildiğince geniş tutulmuştu hem de OECD normları içinde var olan grup firmaları için “konsolide beyanname” verme imkanı öngörülmemişti. Üstüne üstlük bir de Hazine zararının aranması koşulu artık aranmıyordu.

SÖYLEM VE EYLEM BAŞKA

Tersten bakarsak, bir vergi güvenlik müessesi getiriliyordu, ama toplamda bir vergi kaybının olmamış olması onu ilgilendirmiyordu? Garip değil mi? Ayrıca, konsolide beyanname verme imkânı sağlanmadığı için de; finansmanda, satışta ve yönetimde etkinlik sağlamak için kurumlaşan, holdingleşen ve rekabet gücü kazanan grup şirketleri cezalandırılmış oluyordu. Hani önemli olan vergi tabanının korunmasıydı? Hani vergi politikalarımızı, uluslar arası rekabette avantaj sağlama yönünde belirleyecektik? Hani yatırım ortamını iyileştirecektik? Söylem başka, eylem başka!

Neyse ki, Mali İdare bu yönde gelen haklı eleştirilere kulak verdi. 4 Haziran 2008 tarihinde kabul edilen 5766 sayılı kanuna 21. madde ilave edilerek, yurt içi işlemlerde, transfer fiyatlaması yoluyla örtülü kazanç aktarımının yapıldığının iddia edilebilmesi için, toplamda vergi matrahını küçülten ve Hazine zararına yol açan bir sunucun doğmuş olması gerekir dendi. Böylece işletmeler bir nebze de olsa rahat nefes almış oldular.

HERKES KENDİ DERDİNDE

Sonuç olarak iç tasarrufların yetersizliği ve kredi olanaklarının sınırlılığı karşısında; iş ve istihdam yaratan yatırımcılar, işlerini yürütebilmek için zaten büyük riskler alıyorlar. Asıl hedefimiz de bu tür kurumsal gerçek yatırımcı sayısını artırmak olmalıdır. Ortada reel bir ekonomik faaliyet yokken ve toplamda Hazine zararı da orta da yokken; sırf fiktif değerlemelerden hareketle, sen şu kadar trilyon YTL örtülü kazanç aktardın ve şu kadar vergi vermen gerekir demenin hem vicdani hem de hukuki dayanağı olamaz. Deyim yerindeyse koyun can derdinde, kasap et derdinde. Sahi bu şekilde aktarıldığı iddia edilen trilyonlarca örtülü kazanç nereye gitti, bir gören var mı?

(Kaynak: Akşam Gazetesi | 18.06.2008)

>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.

>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.


GÜNDEM