Geçen yazımızda vergi hukukunda etkili ilkeleri, özellikle Anayasal düzeyde kabul edilenleri kısmen irdelemeye başlamıştık. Bu ilkelerin bir kısmı doğrudan vergi hukukunu hedef almakta, bazıları ise hukuk ve hukuk devleti ilkeleri olarak vergi hukukunu de ilgilendirip etkilemektedir.
Geçen yazımızda, “Anayasa-Kanun- KHK-Tüzük-Yönetmelik şeklinde düzenlemeleri yukarıdan aşağıya sıralayan ve alttaki normun üstündekilere aykırı olamayacağını ifade eden normlar hiyerarşisinden söz ederek, kanun genel tebliğle, genel tebliğ sirkülerle, sirkülerler de özelgelerle değiştirilemez” demiştik. Buraya Bakanlar Kurulu Kararı’nı eklemeyi unutmuşuz.
Sirküler ile genel tebliğler değiştirilemeyeceği gibi, Bakanlar Kurulu Kararları da değiştirilemez. (Uygulamada maalesef zaman zaman bu kuralların ihlal edildiği de görülebiliyor. Örneğin geçmişte 7 sayılı ÖTV Sirküleri ile 2009/14802 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı değiştirilmiştir. Söz konusu kararname, bazı ürünlerde ÖTV ve KDV oranlarını, “15.6.2009 tarihine kadar uygulanmak üzere” aşağı çekmiş, Gelir İdaresi Başkanlığı “15.6.2009 tarihine kadar uygulanmak üzere” yayınlanmış kararnamenin uygulama süresini, 7 no’lu Sirküler ile, “15.6.2009’da da kararname ile belirlenmiş oranların uygulanacağını açıklayarak” 16.6.2009 tarihine kadar uzatmıştır.)
Vergileme ilkelerinin oluşumunda, anayasanın sadece doğrudan vergi ile ilgili hükümlerinin değil, tümünün nazara alınması gerekir. Anayasanın ceza hukukuna ilişkin suç ve cezaların yasallığı, cezanın kişiselliği ve ölümle cezanın düşmesi, suç ve cezaların önceden belli olması vb. ilkeler, vergi ceza hukukunun da temel ilkeleri olmak durumundadır. Yine bu ilkeler kapsamında, geçmişe ceza getirilemez, ceza hükümleri geriye yürütülemez.
Hukuk devleti ilkesinin hukuki güvenlik ve hukuki istikrar ilkeleri aynı zamanda vergi hukukunun da ilkeleri olmak durumundadır. Bu ilkeler, kişilerin tabi olacakları kuralları önceden bilmelerine ve bu kurallara göre ve onlara güvenerek ekonomik ilişkilerini oluşturmalarına ve sürpriz hukuk kuralları ile karşılaşmayacakları güvencesini sağlamaya hizmet ederler. Zaten hukuk devletinin vergi hukukunun mükellefine gol atmaması asıldır.
Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuki güvenlik, kural olarak yasaların geriye yürümemesini de gerekli kılar. Yasalar, ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar (Anayasa Mahkemesi E.2008/92 K. 2009/45 T.5.3.2009). Vergiyi doğuran olay tamamlandıktan sonra, vergi yükünün arttırılması geriye yürüme olarak nitelendirilebileceğinden kazanılmış hakların zedelenmesine yol açar (Anayasa Mahkemesi E. 2001/34 K. 2003/2 T. 14.1.2003).
Özel girişim özgürlüğü ve sözleşme özgürlüğünün asıl olması, vergi düzenlemelerinin ise bu özgürlükleri kullanılamaz hale getirmemesi gerekir. Zaten asıl olan, vergi veya diğer mali mükellefiyetlerin, kamu özgürlüklerini kısıtlamaya yol açmamasıdır. Bütün hak ve özgürlüklerin çekirdek noktası, vergilendirme için birer sınır oluşturur.
Vergi hukuku, mükelleflere işletme politikası dikte edemez. Mükellefin gittiği yol, normal hukuki, iktisadi ve teknik gereklerin dışına taşmadıkça, eleştirilemez. Mükellef Şirketlere, döviz tutup kur farkı zararı yazacağınıza, bankada TL mevduat yapsaydınız denemez ve buna göre vergi istenemez. Bunun gibi, şirketlere niçin birleştiniz veya bölündünüz sorusu sorulamaz, birleşme veya bölünme yolu ile hazineyi zarara uğrattınız denemez. Çünkü şirketler daha fazla vergi ödemek için değil, vergi yükünü azaltmak için birleşirler. Hiç kimse gidebileceği normal yollar içerisinde, daha fazla vergi ödeyeceği yoldan yürümeye zorlanamaz.
Aynı şekilde “ticari muhakeme kuralı” veya “iş adamı (patron) kararı” şeklinde Türkçeleştirilebilen “business judgment rule” sınırları verilmiş kararlar, tartışılamaz.
Vergi kuralları, özellikle işletme tipleri arasında yönlendirme yapmamalı, tarafsız olmalıdır.
İdari işlemlerin yargı denetimine açık ve bu denetime ışık tutar şekilde oluşturulması gerekir. Bunun için de idarenin şeffaf olması, her türlü işlemini gerekçeli olarak oluşturması, tüm idari görüşlerin (özelgelerin) ve yargı kararlarının aleni olması gerekir. Mükellefler hakkında başka raporlara atıflarla rapor yazılması halinde, atıf yapılan raporun mükelleften gizlenmesi hukuk devletine yakışmaz.
Bir takım kod listeleri oluşturulacaksa, ilkelerinin açıkça ortaya konması, yargı denetimine açık olması ve listelerin ulaşılabilir olması gerekir. Devlet mükellefleri hakkında “kara liste” tutamaz, hele, bu listelerden mahkeme kararı ile çıkanları ayrı bir kod listesinde izleyemez. Vergi hukukunun da ceza hukuku gibi, kanuna aykırı yollardan edinilmiş delillere itibar etmemesi gerekir. Görüldüğü gibi vergi hukukunun temel ilkeleri, sadece vergi hukukunun özelliklerine ve Anayasanın sadece bir maddesine bakılarak belirlenemez. Bu belirlemeler yapılırken diğer hukuk dalları arasında da gezinmek gerekir. Galiba gelecek yazım da bu konuda olacak.
(Kaynak: Dünya Gazetesi | 26.10.2017)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.