Brand Finance Türkiye tarafından her yıl yayımlanan “Turkey 100 – Türkiye’nin En Değerli Markaları” çalışmasına göre Türkiye’de oldukça değerli markalar bulunuyor. Çalışmaya göre, Türkiye’nin en önemli markalarının toplam değeri yaklaşık 27,4 milyar ABD doları. Ancak herhangi bir takip durumunda, bir borçlunun malvarlığı değerlerinin haczi söz konusu olduğunda, çoğu defa borçlunun sadece taşınmaz veya taşınır mallarının haczi gerçekleştirilir; bir fikri mülkiyet hakkı olan marka hakkının haczi göz ardı edilir. Halbuki hem 10 Ocak 2017 tarihinde yürürlüğe giren Sınai Mülkiyet Kanunu hem de bundan önce yürürlükte olan 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname uyarınca, markalar haczedilebilir. Diğer taraftan, her ne kadar kanunen marka hakkının haczi mümkün olsa da süreçte bazı pratik sorular ortaya çıkıyor.
İcra takibinizin kesinleşmesinden sonra borçlunuzun markasını haczettirdiniz. Artık markanın cebri icra yoluyla satılmasını talep edebilirsiniz. Ancak ne Sınai Mülkiyet Kanunu ne de İcra ve İflas Kanunu, markanın cebri icra yoluyla satışına ilişkin bir usul öngörüyor.
Uygulamada bazı icra daireleri, markanın cebri icra yoluyla satışına taşınır malların satışına ilişkin hükümleri kıyasen uygularken, bazı icra daireleri ise markaların bir sicil nezdinde tescil ediliyor olmasını gerekçe göstererek taşınmaz malların satışına ilişkin hükümleri kıyasen uyguluyor. Diğer bir ifadeyle, markanın satışına hangi usulün uygulayacağına icra dairesi karar veriyor ve dolayısıyla her satışta farklı bir usul uygulanması mümkün. Halbuki bu iki usul arasında birçok fark var. Örneğin, haczedilen mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilirsiniz. Taşınırlar hem pazarlık hem de artırma usulüyle satılabilirken taşınmazlar sadece artırma usulüyle satılabilir. Bu belirsizlik de hem alacaklının hem borçlunun hem de menfaat sahibi üçüncü kişilerin haklarını olumsuz etkileyebilir.
Markanın cebri icra yoluyla satışına ilişkin bir usul öngörülmemiş olmasının bir sonucu da markanın değerlemesinin nasıl yapılacağına ilişkin bilinmezlik. Halbuki marka değerlemesi, teknik bir konu. Markanın bilinmiş marka olup olmaması, üçüncü kişilere münhasır veya münhasır olmayan lisans hakkı verilmiş olup olmaması dahil birçok unsur markanın değerlemesinde dikkate alınıyor; değerlemede farklı metotlar uygulanıyor. Ancak uygulamada değerleme konusunda da bir yeknesaklık bulunmadığından bu değerlemenin kim tarafından ve nasıl yapılacağını da öngöremiyorsunuz. Örneğin icra dairesi, değerleme için Marka ve Patent Kurumu’na başvurabiliyor veya Marka ve Patent Kurumu’ndan bağımsız bir bilirkişi atayabiliyor. Bu da farklı değerleme metotlarının uygulanmasına ve aynı marka için birbirinden çok farklı değerler takdir edilmesine sebep olabiliyor. Halbuki markanın değerlemesine ilişkin yeknesak bir uygulamanın olması için aynı metodun kullanılması hayati bir önem taşıyor.
İcra ve İflas Kanunu, 1932 tarihli bir kanun. O tarih için marka dahil fikri mülkiyet haklarının cebri icra yoluyla satışına ilişkin bir usul öngörülmemiş olması kabul edilebilir. Ancak 1932’den sonra İcra ve İflas Kanunu, 27 kez değiştirildi ve halen markanın cebri icra yoluyla satışına ilişkin bir hüküm getirilmedi. Şu an da İcra ve İflas Kanunu Bilim Komisyonu, yeni bir İcra ve İflas Kanunu tasarı taslağı hazırlıyor. Temennimiz ve ihtiyacımız, bu yeni taslakta markanın değerlemesi de dahil, markanın cebri icra yoluyla satışına ilişkin bir usul öngörülmesi.
(Kaynak: Dünya Gazetesi | 06.10.2017)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.