adnan.nas@tr.pwc.com
Okurlarımız bilir, bu köşede ele aldığımız konular arasında, güncel önemi dolayısıyla öne çıkan özel bir durum yoksa, tercihimiz hep Türk şirketlerinin yani yaygın deyimle reel sektörün sorunlarından yana oluyor. Çünkü diğer bütün sorunlarımızı çözme yeteneğimizin de eninde sonunda buna bağlı olduğunu düşünüyoruz.
Özel sektörümüzün gelişmiş pazar ekonomilerine oranla oldukça genç olduğunu geçen haftaki yazımızda vurgulamıştık. Gerçekten sözgelişi ABD'de başlangıcı 55 yıldan eskiye giden şirket sayısı, toplam şirketlerin %42'sini teşkil ederken bizde böyle şirketler ancak bindeler hatta onbindeler düzeyinde ifade edilebilir. Şirketlerin dünyada ve daha da yüksek oranda olmak üzere Türkiye'de büyük bir bölümünün hisseleri ailelere ait olduğundan bu durum, çoğunun birinci kuşak mülkiyetinde ve yönetiminde olduğu, ikinci kuşağın yeni devreye girmekte olduğu anlamına gelir. Bu da, küreselleşen piyasalarda rekabet gibi zorlu bir uğraşın içindeki şirketlerimizin mevcut sorunlarına şirketin faaliyetinin, mülkiyetinin ve yönetiminin geleceğinin planlanması gibi farklı bir boyutta ve en az diğerleri kadar hayati bir yenisini ekliyor.
Türk şirketlerinin öncelikleri farklı
Geçen hafta bazı ana başlıklarına değindiğimiz PwC'nin 2007 aile şirketleri araştırması, şirketlerin karşı karşıya bulunduğu pek çok sorunu ortaya koyarken bölgeler ve tek tek ülkeler ile ilgili farklılıkları da belirtiyor. Öncelikle genel bir trendin altını çizelim: Birinci yani kurucu kuşağın ağırlıklı olduğu aşamada girişimcilik yani cesaret, sosyal ilişkiler ve çalışkanlık önemlidir, sonraki kuşaklarda ise şirketin varlığının korunması ve devamlılığının sağlanması daha fazla öncelik kazanır. Şirket varlığının ve devamlılığının güvencesi ise kurumsallaşma, yönetim kalitesi ve nitelikli iş gücü gibi farklı faktörler açısından gösterilecek performanstır. Türk şirketlerinin bu açıdan gösterecekleri performans ise henüz belli değildir ve test aşamasındadır.
Öte yandan anlaşılıyor ki Türk şirketlerinin işini zorlaştıran diğer bir unsur, karşı karşıya bulundukları riskler konusundaki beklentileri. Gerçekten dünyada şirket dışı riskler konusunda kaygılar daha çok piyasa koşulları ve rekabet baskısında yoğunlaşırken, Türkiye'de çok daha yüksek oranlarda hükümet politikaları ve mevzuat ile döviz kurları başı çekiyor. Bu da şirketlerimizin sahipleri ve yöneticilerinin korku hiyerarşisinde henüz makroekonomik koşullar ile ülkedeki kurumsal ve idari istikrarın önemini yitirmediğini gösteriyor. Yine şirket içi riskler konusunda da algılama farklıdır: Dünyada nitelikli işgücü temini, yeniden yapılanma ve nakit akışı en fazla dikkat edilecek konular olarak görülürken bizim şirketlerimizin hayat memat sorunu olarak gördüğü konu kârlılık. Nitelikli insan kaynağı, nakit akışı, yeniden yapılanma, yönetimin devri ve bilgi teknolojisi henüz yeterince öncelikli olarak algılanmıyor.
Bu durumda şirketlerimizin ve dolayısıyla ekonominin sağlığı ve geleceği açısından kritik olan kurumsallaşma ve katma değerin yükseltilmesi konularında katedilecek mesafe de uzuyor.
Büyümede iyimseriz ama...
Şirketlerimiz, muhtemelen birinci kuşaktakilerin ağırlıkta olması nedeniyle, dünya ortalamasından daha yüksek bir oranda iyimser ama yükselen pazarlara göre daha mütevazı büyüme beklentilerine sahip. Ne var ki şirket faaliyetlerinin ve mülkiyet ile yönetiminin geleceği konusunda planları yok ya da eksik; bu açıdan dünya ortalamasından daha az hazırlıklıyız.
Ayrıca temel stratejilerini "ayakta kalma" olarak tanımlayan şirketlerimizin oranının yüksekliği de dikkat çekiyor: %20 (Dünya ortalaması % 6.5, yükselen pazarlar % 8.3)
Aynı hazırlıksızlık, şirketlerimizin düzenli olarak değerlemesini yaptırmak ya da yerel veya uluslararası potansiyel vergi yükünü öngörmek konusunda da geçerli. Oysa araştırmaya katılan şirketlerin çoğu 50 milyon Euro'nun üstünde iş hacmine sahip.
Rekabetçilik konusunda şirketlerimizin özgüveni ise Avrupa ortalamasına göre yüksek, ABD'ye göre düşük görünüyor.
Sanırız gelecek ile ilgili strateji ve planların yetersizliğinde Türk şirketlerini batılı benzerlerinden ayıran önemli bir fark, uzun zamandan beri süren alışkanlıklarla vizyon ve stratejilerin yeterince önemsenmemesi ve kısa vadeli programlar ve bütçeler ile karıştırılması.
Öncelikleri değiştirmenin yolu
Bütün bu bulgular, son beş yıldaki iyileşmelere rağmen ülkemizdeki makroekonomik ve kurumsal yapıda istikrarın yeterince güven verici bir düzeye gelmediğine, bu durumun da büyük çoğunluğu aile şirketleri olan işletmelerimizin dikkatlerini şirket dışı risklerden şirket içine çevirmelerine ve şirketlerin perspektiflerinin uzun vadeye yayılmasına engel olduğuna işaret ediyor. Şirketlerimizin gündemlerini ve önceliklerini dünyadaki rakipleriyle benzer hale getirmek (ki rekabet açısından bu zorunlu), faiz ve kur gibi makro göstergelerde sürdürülebilir olduğuna güvenilen bir istikrarı yerleştirecek yapısal ve kurumsal reformların tamamlanmasını hayati hale getiriyor.
Çünkü ancak bu takdirde şirketlerimiz gerçek anlamda rekabet gücü kazanmalarını ve bunu sürekli kılmalarını sağlayacak, maddi kaynaklara erişmelerini, nitelikli iş gücü çekmelerini kolaylaştıracak saydamlaşma ve kurumsallaşma amaçlarına öncelik vereceklerdir.
(Kaynak: Dünya Gazetesi | 04.12.2007)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.