adnan.nas@tr.pwc.com
Alışkanlıklarımızı terk edip etrafta olup biteni basmakalıp şablonlar penceresinden değil de nesnel ve analitik bir merceğin arkasından gözlemlersek, sorunlarımızın tespitinde ve çözümünde daha fazla başarı sağlayacağımız kesin. Ancak bu konuda dahi çoğu zaman tembellik ediyor, hiçbir sonucu hedeflemeyen kısır tartışmalarda zaman harcıyoruz.
Son günlerde medyada rastladığımız bazı haberler, Türkiye'de toplumsal yaşamın süratle değiştiğini, kaotik görüntüsüne rağmen bu değişimin genellikle pozitif yönde olduğunu ve iyi değerlendirilebilirse ve uygun kurumlaşma/mevzuat ile yönetilebilirse bazı yıllanmış darboğazları aşmamıza yardımcı olabileceğini gösteriyor.
Kredi kartları ve alışveriş merkezleri
Sözgelişi yapılan bir araştırmaya göre tüketicilerin kredi kartı ile yaptıkları aylık ortalama harcama 1000 YTL'yi buluyor. Bir başka haber İstanbul'da 58, Türkiye'de 179 alışveriş merkezi bulunduğunu, bu merkezlerin tahmini cirolarının yılda 20 milyar dolara ulaştığını vurguluyor. Üstelik iki alanda da talebin henüz doymadığı, potansiyel gelişmenin bugünkü düzeyin üstünde olduğu kabul ediliyor.
Öte yandan araştırma bulguları arasında kredi kartı sahiplerinin harcama alışkanlıkları da var ki, birkaç yıl öncesine oranla bu açıdan da ciddi bir değişim gözleniyor. Altına ve dayanıklı tüketim mallarına yönelik harcamalar tercih sıralamasında aşağıya düşerken tasarruf ve eğlence/tatil tercihleri yükseliyor. Bu da Türkiye'de orta sınıfın güçlenmekte olduğunu gösteriyor.
Bu iki gelişmenin diğer bir ortak özelliği de var: Gerek kredi kartı kullanımının artışı, gerekse alışveriş merkezlerinin yaygınlaşması toplumsal hayatın kurumsallaşması, organize hale gelmesi, kayıt altına girmesi anlamına geliyor.
Kayıtdışını azaltıyor
Aslında iki konuda da hakim toplumsal refleksler başka türlü. Kredi kartlarındaki münferit arızaları sistemik bir bozuklukmuş gibi genelleyerek kullanımına kısıtlamalar öneriyoruz. Oysa esas kısıtlanması ya da azaltılması gereken nakit kullanımıdır. Üstelik nakit kullanımı hem kayıtdışılığa, hem de kaynağı belli olmayan paraya işaret eder. Kredi kartları ise ekonomik işlem hacminin, mali sisteme yansımasını sağlayacağından, kayıt içine girmesi demektir. Konunun risk cephesi ise taraflar arasındaki özel hukuk ilişkisi çerçevesinde bankalarca yönetilecektir, kamuyu ilgilendiren bir tarafı yoktur.
Alışveriş merkezleri konusunun da, bakkal-süpermarket savaşları gibi magazinsel bir düzeyde yörüngesinden saptırıldığını hep biliyoruz. Oysa bu gelişme dış kaynak akışı ve istihdam artışı gibi bilinen olumlu sonuçları dışında, kayıtdışılığın yaygın olduğu gıda ve tekstil gibi sektörlerde hızla büyüyen organize bir piyasa yaratıyor.
Hep savunduğumuz bir şey var: Toplumsal ve ekonomik gelişmeleri kurallar ve polisiye tedbirler ile yönlendirmek sonuç vermiyor, yapılması gereken piyasaların ve kurumların eşyanın tabiatına uygun yöntemlerle geliştirilmesi ve vergi sistemi de dahil üstyapının bu gelişmiş taban üzerine oturtulması. Tıpkı işletmelerde ölçek büyümesinin kayıtdışında kalmayı kendiliğinden güçleştirmesi gibi... Oysa biz çoğu zaman arabayı atın önüne koşuyor, ekonomik faaliyetler ile ilgili ampirik gözlemlere dayanmayan kağıt üstünde mevzuat yaratarak gelişmenin ve ölçek büyümesinin önünü tıkıyoruz.
Dinamik bürokrasi gerekli
Türkiye, 80'li yıllarda başladığı ve 90'larda yavaşlattığı dışa açılım sürecini 2001 krizi sonrasında stratejik bir tercihe dönüştürmüş görünüyor. Büyüme özleminin ve onun yarattığı kaynak sorununun da baskısıyla yapılan bu tercih, hızlanan sosyal hareketlenme ve tarım nüfusundaki azalma ile de bütünleşerek yönetiminin yeniden tasarlanması gereken büyük ve dinamik bir potansiyel biriktiriyor. Artan nüfus ve kaynak baskısı, politikacıların popülist tercihlere kaymalarını da önlüyor. Uzun yıllar kolay bir çözüm olarak görünen borçlanmanın da artık fazlaca sorun haline geldiği ve sistemi tıkadığı bir noktadayız. Seyrek de olsa kayıtdışının yararlarından söz edenlere hâlâ rastlıyoruz ama açıkça ortaya çıkan gerçek, vardığı bu düzeyde Türkiye'nin yüksek kayıtdışı ekonomi ile yola devam edemeyeceğidir.
Üstelik tarımda da modelin değiştiğini ve geçimlik üretimin ağırlığının azaldığını görüyoruz. Pazara yönelik üretim artışı ve üretim teşvikleri, kendiliğinden tarımsal üretimi de kayıt içine sokmuş oluyor.
Anlaşılan o ki Türkiye büyüdükçe ve kentlileştikçe kendiliğinden kayda giriyor. Eksik olan, dağınık bilgi ve verileri entegre bir sistem içinde toplayıp değerlendirecek bir örgütlenme ve kurumlaşma. Bunun birinci şartı da, hantallıktan kurtulmuş dinamik bir bürokrasidir. Seçenekleri zaten daralmış olan siyasi iktidarlar da, böylece genişleyen bir taban üzerinde kendilerine çok daha fazla tercih imkanı sağlayacak, üstelik daha az şikayet doğuracak bir vergi sistemi inşa edebilecektir.
(Kaynak: Dünya Gazetesi | 13.11.2007)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.