Anayasamızın 73. maddesin 3. fıkrasında yer alan “vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülükler kanunla konulur, kaldırılır ve değiştirilir.” hükmü ile ifade olunan “verginin yasallığı ilkesi”, batı demokrasilerinde uzun bir tarihsel gelişme sonucu ortaya çıkmış ve çağdaş anayasalara girmiş bir ilkedir.
Bizde yazılarımızda zaman zaman bu ilkeye atıf yapıyoruz. Ancak bazen okurlarımızdan, bu ilkenin içeriği hakkında ayrıntılı bilgi isteyen mailler almaktayım. Bu nedenle ben de bu yazımda bu ilkeyi tekrar gündeme getirmek istedim.
Anayasamızın bu ilkeyi benimseyen hükmü, kanun koyma hak ve yetkisini TBMM’ne veren 87. maddesi ve yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine ilişkin 7. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin TBMM tarafından konulup kaldırılabileceği veya değiştirilebileceği, yasama organının bu yetkisinden vazgeçemeyeceği ve bu yetkisini yürütme organına bırakamayacağı veya devredemeyeceği veya böyle bir sonucu doğuracak bir tasarrufta bulunamayacağı ortaya çıkmaktadır. Anayasamızın benimsediği bu kuralın da iki istisnası vardır. Bunlardan birincisi 73. maddenin son fıkrasında, ikincisi ise dış ticaretle ilgili olarak 167. maddede düzenlenmiştir ki, bu günkü yazımızın konusunu bunlardan birincisi oluşturmaktadır.
Burada şu soru akla gelebilir. Bir verginin kanunla konulması ne demektir veya ne zaman bir vergi kanunla konulmuş sayılabilir. Bu sorunun yanıtını Anayasa Mahkemesi onlarca kararı ile vermiş ve konuyu büyük ölçüde netliğe kavuşturmuştur. Örneğin Yüksek Mahkeme örnek olarak verebileceğimiz bir kararında, "Anayasa koyucu her çeşit mali yükümün kanunla konulmasını buyururken, keyfi ve takdiri uygulamaları önlemeyi amaçlamıştır. Kanun koyucunun yalnız konusunu belli ederek bir mali yükümün ilgililerine yükletilmesine olur vermesi, bunun kanunla konulmuş sayılması için yeter neden olamaz. Mali yükümlerin matrah ve oranları, tarh ve tahakkuku, tahsil usulleri, yaptırımları, zamanaşımı, yukarı ve aşağı sınırları gibi çeşitli yönleri vardır. Bir mali yüküm bu yönleri dolayısıyla, yasayla yeterince çerçevelenmemişse, kişilerin sosyal ve ekonomik durumlarını, hatta temel haklarını etkileyecek keyfi uygulamalara yol açabilmesi mümkündür. Bu bakımdan mali yükümler, belli başlı öğeleri de açıklanarak ve çerçeveleri kesin çizgilerle belirtilerek yasalarla düzenlenmelidir." demektedir. (Anayasa Mahkemesinin E.1986/5 K.1987/7 sayı ve 19.3.1987 tarihli kararı)
Anayasa Mahkemesinin kararlarında da görüldüğü gibi, bir verginin yasama organınca konulmuş sayılabilmesi için, onun yalnızca konusunun kanunla belirlenmesi yeterli değildir. Verginin konusundan başka oranı veya miktarı, indirimleri, istisna ve muafiyetleri, tarh, tahakkuk ve tahsil usulleri, yaptırımları, zamanaşımı vb. konularında kanunla düzenlenmesi zorunludur. Bazı hususların ilgili kanunla düzenlenmeyip bir başka kanuna atıf yapılarak belirlenmesini de, Anayasamız açısından, mümkün kabul etmek gerekir.
Vergi ödevi dolayısıyla taraflar arasına doğan ilişki, yalnızca kamusal bir borç - alacak ilişkisi değildir. Bu maddi ilişkinin yanında, şekli vergi hukukunu oluşturan ve usule yönelik bir kısım ödevler de vardır. Kaynaktan kesme yönteminde olduğu gibi üçüncü şahısların vergilerini onlar adına ödeme, defter tutma, bildirimde bulunma, belgeler (fatura, serbest meslek makbuzu, perakende satış fişi düzenleme, irsaliye kesme vb.) düzenleme, defter ve belgeleri saklama gibi şekli yükümlülükler de geniş anlama vergi ödevinin kapsamında yer alır. Bu nedenle bu hususların da kanun koyucu tarafından düzenlenmesi zorunludur.
Ancak özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında sosyal devlet ilkesinin gelişmesi, ekonomilere daha hızlı müdahale gereksinimlerin ortaya çıkması, yürütme ve icra organlarının artık seçimle oluşan organlar haline gelmiş olması dolayısıyla yürütmeye duyulan güvenin artması vb. gelişmeler verginin yasallığı ilkesinde de bazı yumuşamalar oluşmuş ve Anayasalarda bu konunun istisnalarına da yer verilmeye başlanılmıştır. Nitekim bizim Anayasamızın 73. maddesinin son fıkrasında da, “vergi, resim harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir” hükmü yer almıştır. Görüldüğü gibi bu hükme göre Yasama Organı, Bakanlar Kuruluna, vergi kanunlarının belirtilen konularına ilişkin hükümlerinde değişiklik yapma yetkisini bir Kanunla verebilmektedir. Ancak bu yetkiyi tanıyan Kanunun, değişiklik yapma yetkisinin hangi sınırlar içerisinde kullanılabileceğini de göstermesi gerekmektedir. Bir başka anlatımla, bu yetkinin aşağı ve yukarı sınırları kanunla gösterilmelidir. Uygulamada da çeşitli vergi kanunlarına konulan hükümler ile Bakanlar Kuruluna bu konuda yetki tanındığı ve kullanıldığı görülmekte ve bilinmektedir.
Ancak bu yetkiler tanınırken, sonuçlarının da dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Anayasamızla münhasıran yasama organına tanınmış bir yetkinin kullanılması sonucunu doğuracak şekilde, Bakanlar Kuruluna yetki verilmesi mümkün değildir.
(Kaynak: Referans Gazetesi | 25.10.2007)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.