Sivil toplumu devlet karşısında güçlendiren araçların başında örgütlenme geliyor.
Örgütlenme yöntemleri içerisinde ise son iki yüzyılda bulunmuş en etkili pratiğin sendika olduğunu söyleyebiliriz. Orijin olarak Batılı sanayi toplumuna ait olan sendika, sanayileşmenin dışında kalmış toplumlara yayılmayı da başarabilmiş bir örgütlenme biçimi. Türkiye de bu ikinci kategoride sendikayla tanışan ülkelerden.
Tanzimat itibariyle Osmanlı’da kimi cılız işçi uyanışlarına rastlansa da modern anlamda sendikanın Türkiye’ye gelişi Cumhuriyet sonrasına denk geliyor. Tek parti döneminde, “Türkiye’ye sendika lazımsa onu da biz getiririz” ya da “Bizde de bulunsun, lazım olur” meyanında, sınırlı ve güdümlü bir örgütlenmeye müsaade ediliyor. Belki de bu patolojik başlangıcın etkisiyle, sendikacılığımızın genel itibariyle iki temel problemle malul olduğunu görüyoruz. Birincisi, devlete bağımlı ve devlet kontrolünde bir sendikacılık.
İkincisi ise toplumun temel değerleri ile çatışan veya en azından uyuşmayan birsendikacılık dili. Bu iki problemin farkında olan ve bunları aşmaya çalışan istisnalar bulunsa da kaideyi aşabilmiş değiller.
Sendikasızlığın maliyeti
Sendikalar üzerindeki devlet tarassudu ve toplumsal değerlere mesafeli sendikacılık dili, geçen zaman içerisinde hem sendikalar hem de sivil toplum için pahalıya mal oldu. Öncelikle devlet/iktidar/otorite, sendikal hakkı emekçiye bahşettiği bir lütuf olarak gördü ve bu hakkın içeriğini istediği şekilde belirledi. Bir çırpıda verilen haklar yeri geldiğinde de bir çırpıda geri alınabildi. Bu tablonun emek sınıfına maliyetini anlamak için sadece 2014 yılındaki iş kazalarında 2000’e yakın can kaybını nazara vermek yeterli olsa gerek.
Bursa başlangıç olabilir
Öte yandan 12 Eylül askeri müdahalesi, belki de en büyük darbeyi sendikal harekete indirdi. Devlet ve büyük işveren, otoriteye ram olan sendikalarla uzlaştı ve yeni bir statüko kuruldu. Fütursuz özelleştirmelere, binlerle ifade edilen işçi ölümlerine ve kuralsız taşeronlaşmaya emek sınıfından ciddi bir tepkinin yükselmeyişi, bu uzlaşının ürünüdür. 2012’de sendikal mevzuatın yeniden yazımıyla devlet tarassudu biraz gevşese de uzlaşı büyük ölçüde korundu. Ne var ki son olarak Bursa’da metal işçilerinin ortaya koyduğu direnç, statükonun sarsılmaya başladığına dair kuvvetli bir işaret. Türk Metal Sendikası’na bağlı binlerce işçi, sendikanın haklarını yeterince ve güçlü bir şekilde savunmadığını düşünerek sendikadan istifa etti. Dahası kendi haklarını bizzat kendileri savunmaya başladılar. Renault’da başlayan eylem, diğer fabrikalara da sirayet etti ve otomotiv sektörü şu an ciddi bir krizle karşı karşıya.
Yasadışılık var mı?
Bu arada işveren sendikası (MESS) tarafından, Bursa’daki toplu iş bırakma eyleminin yasadışı olduğu yönünde açıklamalar yapıldı. Eğer yasal grevi sadece 6356 Sayılı Kanun’da yer alan dar anlamıyla tanımlarsak, evet Bursa’da metal işçilerinin eylemine yasadışı denilebilir. Fakat toplu iş hukukunda 6356 Sayılı Kanun’un ve hatta Anayasa’nın da üzerinde başta ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası normlar bulunmaktadır. Söz konusu normlar, barışçıl iş bırakma, iş yavaşlatma gibi toplu eylemleri meşru saymaktadır. Bir haftayı bulan metal işçilerinin eyleminde, şu ana kadar barışçıl olmayan herhangi bir olay yaşanmadığına göre, eylem hukuki ve meşrudur. Temennimiz, eylemin aynı meşruiyet çizgisinde devam etmesi, yeni, sivil ve işçi merkezli bir sendikal anlayışa ilham kaynağı olmasıdır.
(Kaynak: Bugün Gazetesi | 20.05.2015)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.