zafer.arapkirli@ntv.com.tr
Demokrasi denilen kavramın (ben bunu 'yönetim biçimi'nden ziyade bir 'kavram' olarak analiz etmeyi tercih ediyorum) tarifi, çeşitli şekillerde yapılabilir. Kişiye, duruşuna, koşullara vs. bağlı olarak, binlerce türlü tarifi mümkündür. Aynen aşkın veya başka benzer tartışmalı kavramların tarifi gibi..
Ancak, en basit ve kestirme bir tarif olarak, "insanların kendilerini yönetecek kişileri kendi iradeleri ile seçebilme, ve gerektiğinde yerinden indirebilme olanağına sahip oldukları bir düzen"den sözedilebilir. Burada "olanağına sahip oldukları" ifadesinin altını özellikle çizerek kullanmak istiyorum. Zira, bu olanağın nasıl kullanıldığına, sağlıklı kullanılıp kullanılmadığına, oyunun içine yönetenlerce katılabilecek hilelere, ve en önemlisi de bu olanağı kullanacak yeterli siyasi bilinç ve olgunluğa toplum olarak ne derece sahip olduğunuza göre de değişir, demokrasinin "sahicilik derecesi"...
Ve yine, demokrasinin "sahicilik derecesi"nden sözetmişken, bir önemli şartın daha altını çizmeden geçmemek lazım. O da, demokratik bir ülkede, yönetimlerin "vergi adaleti"ni sağlayıp sağlayamadıkları da, bana göre o ülkenin gerçekten demokratik olup olmadığının en önemli ölçülerinden biridir.
Öyle ya... Kendinize "demokratik bir toplum" etiketini yapıştıracaksınız. Herkes "hür ve eşit" yaşıyor olacak. Toplumsal düzeyde tüm "olanak"lar, herkese teoride açık olacak. Ama, birileri kazandığının önemli bir bölümünü devlete vergi olarak öderken, bir başkaları, (üstelik ötekilerden binlerce , onbinlerce kat daha fazla kazandığı halde) vergi vermeyecek ve, neredeyse tamamını cebine, kasasına, cüzdanına, oradan da midesine atıp yaşayacak. Yani, birileri "ötekilerden daha eşit" olacak.
Siz, böyle bir rejime, böyle bir toplumsal düzene "demokrasi" kelimesini yakıştırır mıydınız ?
Yukarıda söze edilen "ayrıcalıklı" kesim ve o kesimin desteği ile iktidara gelenlere göre , bu sorunun yanıtı "evet" olacaktır..
Ama, "altta kalan" kesimin, bir başka yaygın deyimle "kümese tıkılmış kazlar"ın bakış açısına göre ise, "haydi canım sen de !..."
İşte, İngiltere de aynen yukarıda tarif ettiğim tartışmanın yaşandığı, hem de fena halde yaşandığı, bu tür "tartışmalı demokrasi"lerden biri.. Çünkü, yıllık ortalama geliri 10 milyon Sterlin'in (yaklaşık 27 milyon YTL) üzerinde olmasına rağmen, bunun üzerinden neredeyse sıfıra (0) vergi ödeyenlerin kaçağı yüzünden, Hazine'nin kaybının, yılda yaklaşık 4.5 milyar Sterlin'e ulaştığı hesaplanıyor.
Yıllardır Maliye Bakanlığı yapan ve "tüm fırtınalara karşın ekonomiyi 10 yıldır sapasağlam ayakta tutması ile" övgü alan Gordon Brown'ın başbakanlığında, bunun değişip değişmeyeceğini ise kimse bilemiyor.
Beyanlar üzerinden tutulan istatistikler, bu ülkede 2003-04 döneminde yıllık gelirini 10 milyon Sterlin'in üzerinde beyan edenlerin sayısını 40 kişi olarak göstermekteydi. Bu rakamın 2004-05 döneminde 65 kişiye yükseldiği açıklanmasına rağmen, vergi gelirlerinde bu oranda artış yaşanmadığı da ortada. Bir başka araştırmanın sonuçları da, ülkede "milyoner" sayısının şu anda 376,000 kişi olduğunu, bu rakamın 2020 yılına kadar, 1.7 milyon kişiye yükseleceğini göstermekte.
Ancak, vergi adaletsizliği, bir başka deyişle bu kadar kazandığı halde yasal boşluklardan istifade ederek vergi ödemeyenlerin çokluğu nedeni ile, bu durum Hazine açısından fazla birşey değiştirmeyecek.
"Milyoner"lerin vergi kaçırmasının en klasik yolu, bu geliri "off-shore" sistemi üzerinde göstermeleri.. Ayrıca, yıllar boyu "yatırımları ve ticareti teşvik" adı altında , hükümetlerin iş dünyasına ulufe gibi dağıttığı "şundan muaf, bundan muaf, falandan vareste, filandan indirim" kıyakları ile, neredeyse hiç vergi ödemeyen devasa holdingler mevcut. Çoğu da, "vergilendirirseniz dışarı kaçarım ha!" tehdidi ile, bu ayrıcalıklı konumunu (tabii ki resmi onay ile) sürdürebiliyor.
Buna karşılık, her ülkenin "vergi adaletsizliği klasiği" sayılan "kümesteki kazlar"ın, yani ücretli bordrolu çalışanların daha "kaynakta" ödedikleri vergilerin yanında, "öteki" kesimin ödemedikleri (kaçırdıkları demeyelim, çünkü herşey yasal) dahi önemli bir meblağ..
Orta çaplı işletmelerin kimi zaman yüzde 40'lara varan vergi yükü, bunlara uygulanan sıkı denetim ve hatta son zamanlarda çok tartışılan yüzde 40 oranındaki veraset ve intikal vergisi, bazılarının adeta "canını yakar"ken, milyon hatta milyar Sterlin seviyelerindeki bu "yasal hoşgörü"nün demokratik olduğunu kim savunabilir ?
Bütün bunları anlattıktan sonra, yazının başlarında verdiğimiz ve Hazine'ye yılda 4.5 milyar Sterlin'e malolan bu "vergi hoşgörüsü"nün, aslında "bu yüzden yapılamayan kamu yatırımları ve sosyal harcamalar kalemi"nden düşüldüğünü hatırlatmaya ise gerek yok sanırım.
"Demokrasi".. diyorduk, değil mi ?
Hani şu bizim vergi dairelerinin duvarlarına kocaman harflerle yazılan sloganı hatırlıyor insan :
"iradesi ile kendini vergilendiren halk, millettir..."
Bu iradenin "ortak" bir irade olması, herhalde en önemli gereklilik..
Yani, "halk"ın kendisini kendi iradesi ile vergilendirmesinden çok, bir kesimin zorla vergilendirilmesi, bir başka kesimin ise "iradesi ile vergiden muaf tutulması"nın adına demokrasi demek ne kadar mümkün ?
Siz yine, "Avrupalı olalım, batılı demokrasilerin seviyesine ve standardına yükselelim" diye orada hayal kurun.. Ben, "yerli kazlar"ımızın yerinde olsaydım, bu hayali kurmazdım..
(Kaynak: Dünya Gazetesi | 11.09.2007)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.