BASINDAN YAZILAR
YMM Adnan NAS - Özel sermaye yatırımları ve vergileme - MuhasebeTR

YMM Adnan NAS - Özel sermaye yatırımları ve vergileme

Geçtiğimiz beş yılda sağlanan ekonomik istikrar, uygun uluslararası konjonktür ile birleşince önce kamu ve özel kesime ait mevcut üretim kapasitesine yönelik doğrudan dış yatırımların arttığını ve bunun doğal olduğunu, yatırım ortamındaki iyileştirme çabaları sürdürülürse sıranın ilk olarak özel sermaye, sonradan sıfırdan yatırımlara geleceğine geçen ay içinde değinmiştik. (17 Temmuz 2007 tarihli DÜNYA)

Özel sermaye 2005'ten beri artıyor

Aslında Türk iş hayatının ve finans dünyasının 90'lı yılların ortalarında tanıştığı, fakat son iki yıla gelinceye kadar (tıpkı doğrudan dış yatırım genelinde olduğu gibi) ciddi bir düzeye ulaşmayan özel sermaye yatırımları (private equity), başta enflasyon olmak üzere makroekonomik göstergelerin düzelmesi ve sürekli bir büyüme trendine girilmesi ile hızlanmaya başlamıştır. 1995-2000 arasında çoğu 2000'de olmak üzere toplam 100-150 milyon ABD Doları kadar olduğu tahmin edilen özel sermaye girişleri, sadece 2005 yılında 150 milyon dolar olmuştur. Ancak 2005 yılının doğrudan yatırımlarda özelleştirme sayesinde 30 milyar dolarlık bir rekorun kırıldığı yıl olduğunu hatırlatmalıyız. Bu da özel sermaye girişlerinin yukarıda belirttiğimiz sıralamaya uygun olarak, pazara belli bir gecikme ile girme eğilimini doğruluyor.

Özel sermayenin genellikle KOBİ ölçeğindeki ve borsa dışı firmalara yöneldiği dikkate alınırsa, bu girişlerin hızlanmasında genelde yatırım ortamındaki gelişmenin, özel olarak da raporlama standartlarında kalite artışının etkili olduğu kanaatindeyiz. Türk ekonomisinin yükselen yedi ülke arasında sayılmasına yol açan potansiyeli ve genç nüfusunun sağladığı fırsat penceresi de, prensip itibariyle belli bir süre sonunda hisseleri devretmeyi öngören bu fonlar için ilave cazibe unsurları olmuştur.

Küresel kaynaklardan payımız çok az

2006 yılında küresel M&A (birleşme satınalma) faaliyetlerinin beşte biri yani 758 milyar dolar gibi rekor bir düzeye çıkan küresel özel sermaye yatırımları, 2007'nin ilk altı ayında beklentilerin aksine bir rekor daha kırarak 2.8 trilyon dolara çıkan M&A hacminin dörtte birini aşan 750 milyar dolar düzeyine ulaşmış, yani yüzde 100'lük inanılmaz bir patlama yaşamıştır.

Küresel M&A faaliyetlerinin 2 trilyon doları aşan bölümü ABD ve Londra merkezli Avrupa piyasalarında, 350 milyon dolar kadarı Asya-Pasifik bölgesinde, bir o kadarı da yükselen pazarlarda oluşmuş. Türkiye'ye 2005'te girmeye başlayan özel sermaye fonları 2006 başından bu yana çok yükselmiş izlenimi verse de sadece 2.5 milyar dolar civarında. Yani yükselen pazarlara yönelen akımın yüzde biri bile değil. Diğer yükselen pazarlar içinde başta Rusya olmak üzere Çin ve Hindistan fonların büyük bölümünü çekmiş durumda. Oysa toplam doğrudan yatırımlarda yükselen pazarlar içinde yüzde 10 gibi bir pay alıyoruz. Bu da özel sermaye fonlarının Türkiye için ne kadar büyük bir potansiyel teşkil ettiğini gösteriyor.

Bu arada son zamanlarda özel sermaye yatırımcılarının ve fon yöneticilerinin kazançları ile ilgili vergileme rejiminin fazla liberal olduğu eleştirileri ABD; İngiltere ve Kanada gibi merkezlerde yoğunlaşmaya başladı. Tartışma, ortakların çok düşük sermaye koyarak yüksek borçlanma ile sağladıkları yüksek kârların avantajlı sermaye kazancı vergisinden yararlanmaması gerektiğinde odaklanıyor. Konunun, vergi dışında, küresel kredi konjonktürü gibi risk potansiyeli taşıyan yönleri de var. Bununla birlikte özellikle İngiltere ve Kanada'da ekonomik büyüme ve istihdama katkıları ve mali kesimi derinleştirme nedeniyle özel sermaye kuruluşlarını caydıracak ciddiyette vergi artışı beklenmiyor. ABD'deki değişikliğin de ölçülü olacağı öngörülüyor.

Türkiye'de mevzuat iyi ama...

Çok söylediğimiz için ayrıntılarına gerek yok ama Türkiye'de yatırım cazibesi, son yıllardaki gelişmelere rağmen, henüz çok parlak değil. Ayrıca şirketlerimizin kurumsal ve yapısal zafiyetleri var. Bu nedenle küresel potansiyelden yararlanmak istiyorsak, mevzuatımızın bunu kolaylaştırması zorunlu. Böylece, bir yandan diğer yükselen pazar ülkelerine oranla noksanlarımızı bir ölçüde dengeleme imkanına kavuşurken, bir yandan da özel sermaye yatırımcılarının desteğiyle reel sektörde transformasyon sürecini hızlandırabiliriz.

Bu konuda vergi mevzuatımızın genellikle olumlu bir resim verdiğini söyleyebiliriz. Gerçekten, hisse senetlerinin, iki yıllık bir minimum elde tutma süresinden sonra satılması konusundaki vergi muafiyeti, pek çok ikili vergi anlaşmasıyla üstelik elde tutma süresi bir yıla indirilerek yabancı ülke mukimlerine (yani kurumlar dahil dar mükelleflere) de tanınmış durumda. (Gayrimenkule yapılacak yatırımlar ise sınırlı bazı konular dışında yabancı kurumlara kapalı olduğu için durum farklı.) Ayrıca Gelir Vergisi Kanunu'nun Geçici 67'nci madde kapsamında bankalar ve aracı kuruluşlar kanalıyla satılan menkul kıymetler için de vergi oranı yabancılar için sıfır olarak uygulanıyor.

Öte yandan az da olsa yerli özel sermaye kuruluşlarının da ortaya çıkmaya başladığını sevinerek not etmeliyiz. Bu kuruluşların özel sermaye yatırımcısı olarak kazançları konusunda özel bir düzenleme yok. Yani herhangi bir kurumlar vergisi mükellefi gibi işleme tabiler. Bu girişimlerin stratejik olarak desteklenmesi gerekip gerekmediğini başka bir yazıda irdeleyeceğiz.

(Kaynak: Dünya Gazetesi | 28.08.2007)

>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.

>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.


GÜNDEM