Uzun başlık Tekvir Suresi’nde hemen herkesin bildiği bir ayetten iktibas. Orijinali; “Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman” (81/7) şeklinde. Evet, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi bir cahiliye adetiydi. İslam bu adete son verdiği gibi, aynı insanlar karıncaya basamaz hale geldiler.
Peki dindarlığın zirve yaptığı söylenen 21. yüzyıl Türkiyesi’nde;
- Nasıl oluyor da 301 madenciyi diri diri toprağa gömebiliyoruz?
- Nasıl oluyor da aynı baraj altında ve aynı feci şekilde, defalarca çoluk-çocuk insanlarımızı boğarak öldürüyoruz?
- Aynı bozuk asansörle 10 işçiyi yerin dibine çakana kadar defalarca kaza denemesi yapabiliyoruz?
- Gözyaşlarıyla meşhur “siyasetin vicdanı” büyüklerimiz, canlı hayvan istatistiği verir gibi, soğukkanlılıkla ölümlü iş kazalarını sayabiliyor?
- “Hangi parfüm abdesti bozar” hassasiyetinde dindar büyüklerimiz, Kâbe’den daha değerli insan hayatına, işçi hayatına bu kadar duyarsız kalabiliyor?
- Analar ağlamasın diye terörü bitirmek için seferber olunurken, terörden daha fazla can alan iş cinayetlerinde anaların gözyaşlarına bigâne kalabiliyoruz?
- Örneğin zekâtını kuruşuna kadar hesap edip veren bir işveren, neden aynı hassasiyeti işçisinin hayatı üzerinde göstermiyor? Mesele üretim ilişkileri olunca dinden bağımsız bir alana mı geçilmiş oluyor?
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!
Açıkçası ne Başbakan Davutoğlu’nun ne de arkadaşlarının kişisel olarak bu konularda duyarsız olduklarını düşünüyorum. Mesele, bu kişisel hassasiyetlerin Türkiye’de kimi sektörlerin “sistematik cinayet makinesi” gibi çalışmasına engel olamaması. Elbette bu makineye müdahale, başta idareye vaziyet edenlerin sorumluluğunda.
Kabul etmek lazım, görünürde ve mevzuatta çok şey yapıldı. Fakat hâlâ İngiltere’nin en son 1850’lerde yaşadığı faciaları yaşıyorsak, yapılanlar yetersizdir. Dahası, bu kadar kayıp “muhafazakâr” bir yönetim altında veriliyorsa, ortada açıklanması gereken şeyler var. Dinimizde insan hayatından daha fazla muhafazaya layık bir değer var mı? Din bile ‘insan’ı muhafaza için bir araç değil mi? Açıkçası ben bu yaman çelişkiyi izah edemiyorum. İlahiyatçı değilim. Dolayısıyla din-siyaset, din-ekonomi, din-çalışma ilişkileri üzerine ahkâm kesecek de değilim. Yine de bu sorular pek çok kişi gibi benim de kafamı meşgul ediyor. Mesela, bu problemler üzerine kafa yoran en birikimli isimlerden birisi olan Sayın Ali Bulaç, belki bu konuyu birkaç köşe yazısıyla ele alabilir. Çok da faydalı olacağını düşünüyorum.
Borçlanma yapamazsınız
Soru: Sadettin Bey, 07 Aralık 2005 yılında kamuda işçi olarak işe başladım. 2010 yılında doğum yaptım. Doğum iznim bittikten sonra işe başladım. Bir çocuğum var. Doğum borçlanmasından yararlanabilir miyim? %45 oranında özürlü raporum olduğu için vergi indirimim de var. Ne zaman emekli olabilirim? Belgin K.
Cevap: Değerli okurum, borçlanma yapabilmeniz için doğumdan sonraki iki yıllık sürenin tamamında veya bir kısmında çalışmamış olmanız gerekiyor. Sorunuzdan anlaşıldığı kadarıyla siz doğumdan sonra ücretli izninizi kullanıp tekrar işbaşı yapmışsınız. Dolayısıyla doğumu takip eden iki yıllık sürede prim boşluğunuz bulunmuyor. Bu durumda borçlanma yapamazsınız. 20 yıllık sigortalılık sürenizi ve 4000 günü tamamlayarak 7 Aralık 2025 tarihinde emekli olabilirsiniz.
(Kaynak: Bugün Gazetesi | 10.09.2014)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.