Seçim ortamının, dolayısıyla yuvarlak söz döneminin son haftası içindeyiz. Bir hafta sonra gerçek gündemin sıcak sorunları öne çıkmaya başlayacak. Biz de seçim öncesi son yazımızda, yeni iktidarı bekleyen en önemli sorunlardan birine, sürdürülebilir büyümeye ve bunun sağlıklı finansmanına vurgu yapmakta yarar görüyoruz.
Kalıcı büyümenin yolu
2001 sonrasında sağlanan makroekonomik istikrar, izleyen beş yılda ortalama yüzde 7.5 gibi yüksek bir büyüme oranı ile milli gelirin 400 milyar dolara ulaşmasına imkan verdi. Ancak ülkenin mevcut ekonomik yapısı ve iç dinamikleri nedeniyle, aynı zamanda dış ticaret açığı ve cari açık gibi fay hatlarında da enerji birikti. Cari açık, iyileşen yatırım ortamı ve özellikle AB ile müzakerelerin başlaması ile sıçrayan dış kaynak akışı ile dengelendiği için henüz ciddi bir sorun çıkmadı ama ortak kanaat, enerji birikiminin azaltılması ve yüksek reel faiz/ucuz döviz çemberinin esnetilmesi ile bir yumuşak iniş stratejisinin tezelden uygulanması gerektiği doğrultusunda.
Ne var ki artık açık bir piyasa ekonomisi haline dönüşen, kambiyo rejimi de 1980'lerden beri serbest olan Türk ekonomisinde böyle bir stratejinin çok dikkatli tasarlanması gerekiyor. Merkez Bankası'nın ve döviz rezervlerinin gücü de, enflasyon hedefinden vazgeçilemeyeceği ve ekonominin neredeyse yarısı dövize dayalı olduğu için, sanılanın aksine sınırlı. Bu nedenle stratejinin odağına dövizi değil, faizi yerleştirmek ve reel faizi düşürmeyi amaçlamak, kalıcı ve sürdürülebilir büyümeyi gerçekleştirmenin tek yolu gibi görünüyor. Reel faizi düşürmek de, başlayan fakat ivme kaybeden yapısal reformları hızlandırmaktan ve Türkiye'yi yatırım cazibesi yüksek ve riski alınabilir bir ülke yapmaktan geçiyor. Üstelik böyle bir durum, ülkenin sıcak para ve carry-trade için de cazibesini, yani kırılganlığını azaltmak gibi hayati bir fayda da sağlayacaktır.
Özel sermaye girişi artırılmalı
Son üç yılda dış kaynak sadece miktar olarak artmadı, kalitesi de arttı; doğrudan yatırımların payı büyüdü. Ancak sıkça eleştiri konusu olduğu gibi, doğrudan yatırımlar ilave bir üretim kapasitesi yaratmaktan çok, kamu ve özel kesime ait mevcut kapasitenin satınalınması şeklinde gerçekleşti. Bunun doğal olduğunu kabul etmek zorundayız; dış kaynak çeken bütün ülkelerde öncelik özelleştirmeden başlayarak mevcut işletmeleri devralmaya yönelmiştir. Ancak yatırım ortamı geliştiği sürece bundan sonra sıra özel sermaye (private equity) ve sıfırdan (green field) yatırım girişlerine gelecektir.
Reel faizin düşmesi de, bu süreç ile eşanlı olarak gerçekleşecek ve hem yerli yatırımcının hem de dış yatırımcının çıkarını birleştirecek bir gelişme olarak hedeflenmelidir. Zaten son iki yılda özel sermaye girişleri başlamıştır; uluslararası likiditenin olumlu görünümü devam ederken Türkiye'nin bu kaynaktan daha fazla pay alması, genelde yapısal reformların sürdürülmesine ve yatırım ortamının iyileştirilmesine, özelde de Türk şirketlerinin ve girişimcisinin zaman zaman değindiğimiz kurumsal ve yapısal zafiyetlerinin giderilmesine bağlı. Bu zafiyetler başta kayıtdışılık olmak üzere yönetim kalitesi, muhasebe ve raporlama standartları, istihdam maliyeti, ortaklık kültürü, azınlık hakları gibi alanlarda kendini gösteriyor ve şirketlerimizin muhataplarıyla aynı dilden konuşmasını önlüyor, ortaklıkları ve birleşmeleri güçleştiriyor. Kısmen şirketlerimizin dönüşüm çabaları, kısmen kamu otoritesinin mevzuat düzenlemeleriyle yeni dönemde özel sermaye girişlerini artırmaya çalışmalıyız. Bunu sadece bir kaynak desteği olarak değil, bir iş yapış biçimi ve bilgi transferi olarak da görmeliyiz.
Sıra sıfırdan yatırımlarda
Sıfırdan yatırımların başlaması ise yatırım ortamında bunun da ötesinde bir iyileşme gerektiriyor. Yatırımcı gözünde Türkiye'nin risk algılamasının hâlâ yüksek olmasına yol açan cari açık ve yüksek borç parametreleri, bir yandan ekonominin daha fazla katma değer üretecek şekilde dönüştürülmesini, öte yandan bütçe kalitesinin arttırılmasını dayatıyor. Bu arada kısa vadede odaklanılacak en önemli konu ise başlatılan yapısal reformlara yeni bir ivme kazandırılması. Bankacılık reformunun özellikle risk yönetimi ayağında tamamlanması, gelir vergisi reformu ve vergi idaresinin etkinleştirilmesi, kayıtdışının azaltılması, sosyal güvenlik reformu, KOBİ'lerin mali sisteme entegre edilmesi, kamu harcama reformu ve başta TTK olmak üzere özel hukuk ve yargı düzeninin hukuki güvenliği artıracak şekilde iyileştirilmesi, Türkiye'nin yatırımcı için düzelmekte olan imajını güçlendirecek ve yatırım riskinin daha kolay alınmasını sağlayacaktır.
Aslında, dikkat ederseniz, böyle bir Türkiye, yerli yatırımcıların da cesaretini daha fazla artıracak ve iç dinamiklerin doğru yönde hareketlenmesini sağlayacak bir Türkiye olacaktır. Bu süreçte büyük Türk şirketlerinin stratejik planlarını revize ederek belli alanlara odaklanmaları ve bu alanlarda bölgesel/global güç olmayı hedeflemeleri, KOBİ'lerin ise bir yandan konsolidasyon ve ortaklıklar yoluyla güçlenmeyi öte yandan özel sermaye ve girişim sermayesi çekmeyi planlamaları çok daha mümkün ve isabetli hale gelecektir.
Anlayacağınız seçimi kazananın, eğer başarıyı hedefliyorsa, fazla dinlenecek zamanı olmayacak...
(Kaynak: Dünya Gazetesi | 17.07.2007)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.