Geçen hafta küreselleşen piyasalarda varolabilmek ve rekabet edebilmek için işletmelerde kurumsal yönetim ilkelerinin uygulanmasının giderek zorunlu hale geldiğini, bu uygulamanın merkezinde de şirket yönetimleriyle hissedarlar ve diğer menfaat sahipleri arasındaki bilgilendirme ve raporlama düzeninin bulunduğunu belirtmiştik.
Türkiye'den herhangi bir konuya bakmanın sıkıntılı bir yanı var; hem o konunun Türkiye'deki uygulama yetersizliklerini irdelemek, hem de henüz bizde gündemde olmasa da gelişmiş dünyadaki tartışma ve gelişmeleri kaçırmamak zorundayız. Ancak nasıl ki ABD ile aynı zamanda Ipod ve Blackberry tutkunu oluyorsak, her alanda ve performans kriterlerinde de küresel standartları hedeflemememiz için sebep yok.
Temel sorun
Raporlama ve muhasebe konusunda da, özellikle ABD'de ve sonra diğer Batı ülkelerinde yaşanan şirket skandallarından sonra sarsılan kamu güvenini yeniden tesis etmek amacıyla, pek çok tartışma ve çalışma var. Temel sorun şu: Şirketlerin ürettiği raporlar, piyasaların, yatırımcıların ve diğer menfaat sahiplerinin ihtiyaç duyduğu kapsam ve nitelikte bilgi içeriyor mu? Ortak kanaat, şirket mülkiyetinin ticaretinin yapıldığı ve giderek genişleyen sermaye piyasalarında kararların rahatça alınmasına yetecek kapsamda gerekli tüm bilgilerin güvenli biçimde sunulmadığı, özellikle de şirketlerin sağlığı ve sağlamlığı konusunda saydamlığın sağlanamadığıdır.
Yatırımcı güvenini tam anlamıyla sağlayabilmek için şirket ile ilgili raporlama sürecine katılan bütün tarafların, yani üst yönetimin, yönetim kurulunun, bağımsız denetim firmalarının, tarafsız analiz ve araştırma kurumlarının kendi rolleri ile ilgili olarak açık, hesap verebilir ve dürüst davranmaları mutlaka gereklidir. Ama ayrıca üretilen kurumsal bilgi paketinde muhasebe kuralları, sektörel performans ölçüleri, strateji ve risk yönetimi gibi konularda varolan eksikliklerin de giderilmesi gerektiği savunulmaktadır.
Daha kapsamlı bir raporlamaya ihtiyaç var
Gerçekten, sözgelişi sermaye piyasası olan her ülkenin kendine özgü ve çeşitli ulusal ve uluslararası standartları içeren bir "genel kabul görmüş muhasebe ilkeleri" seti vardır, ama kalitesi ya da uygulama düzeyi değişir. Üstelik bunların en iyisi bile tarihsel maliyetleri esas aldığı için bugünün karmaşık iş dünyasında eleştiriye açıktır. Küresel olarak geçerli tek bir "muhasebe ilkeleri seti" kabul edilirse, hem yatırımcılar şirket performanslarını daha geniş bir ölçekte ve karşılaştırmalı değerlendirip seçim yapabilecek, hem de ülke otoriteleri ortak muhasebe ilkelerini uygulayan çok daha geniş bir şirket yelpazesini kendi piyasasına dahil edecektir.
Öte yandan mevcut finansal raporlama düzeni, şirketleri sektörleri içinde kıyaslamaya imkan vermez. Bunun için tamamlayıcı finansal (proforma kâr zarar ve nakit tabloları gibi) ve finansal olmayan (marka, müşteriler ve inovasyon gibi) performans göstergelerine ihtiyaç vardır. Ayrıca her sektörün kendine özgü kritik performans göstergeleri için standart ölçüler geliştirmesi gerekir; sözgelişi otelcilik sektörü için "oda başına gelir" gibi bir ölçü içeren tekdüzen bir muhasebe ve raporlama sistemi geliştirilmiştir.
Raporlama, bu unsurları içerecek şekilde geliştirilse bile her şirkete özel bazı bilgiler vardır ki titiz bir yatırımcı bunları da kavramak ister. Yönetimin faaliyet ve rekabet ortamı hakkında görüşleri, şirket stratejileri, kritik performans faktörleri ve şirketin diğer menfaat sahiplerine karşı sorumlulukları gibi bu tür bilgiler için de standartlar olmasa bile rehber kurallar ve raporlama formatları geliştirilebilir.
Bütün bu çok boyutlu bilgilerin raporlanış tarzı da gelişmeye açıktır. Bugünkü elektronik raporlama sistemi bile hâlâ geleneksel kayıt bazlı formatlara dayanıyor; bu da bilginin anlaşılmasını ve kolaylaştırılmasını zorlaştırıyor. Gelişmiş bilgi teknolojileri yukarıdaki genişletilmiş bilgi ve veri setini, uygun sınıflandırmalar ve tanımlamalar ile daha mükemmel ve kolay anlaşılabilir bir biçimde sunabilir.
Daha kapsamlı bir denetim
Üretilen bu geniş bilginin anlamlı ve güvenilir olup olmadığını belirleyecek standartlar ve bağımsız denetim görüşü de daha kapsamlı olmak durumundadır. Bugün bile bağımsız denetim görüşü bazılarının sandığı gibi şirketin sağlığını ve sağlamlığını açıklamaz, sadece şirketin mali performansının mali tablolarda gerçek, doğru ve tutarlı bir şekilde yansıtıldığını belirtir. Bağımsız denetimin kapsamı, bir yandan yönetimin projeksiyonlarını, şirket stratejilerini, risk unsurlarını kavrayacak bir küresel muhasebe standartları setini esas alarak, diğer taraftan şirketlerin ve denetçilerin sorumlulukları belirlenmek kaydıyla sektöre ve şirkete özel performans göstergelerini değerlendirerek çok daha gelişmiş bir düzeye çıkarılabilir.
Raporlama üretim sürecinin katılımcıları şirket, sektör ve ülke ölçeğinde birlikte çalışarak böyle saydam bir raporlama ve denetim sağlayabilirse, yatırımcılar ve diğer menfaat sahipleri de bu bilginin analizi ve yatırım kararları konusunda daha rahat ve gönüllü sorumluluk alabilir. O zaman kamu güveni de tamamıyla pekişmiş olur.
Piyasaların küreselleşmesi ve rekabetin artışı, piyasa oyuncularının yani işletmelerin de çalışma ve iş yapma şekillerinin değişmesini zorluyor. Kurumsal ve ekonomik gelişme düzeyine göre ülkeden ülkeye farklılaşmakla birlikte, bütün şirketlerin ve dolayısıyla ekonomilerin hayatiyeti için ortak etkinlik ve başarı göstergelerinden sözetmek mümkün. Kurumsallaşma ya da daha yaygın adlandırmayla kurumsal yönetim de, bunların içinde önemi giderek artan ve özellikle ABD'deki şirket skandallarından sonra çok farklı boyutlarda tartışılan bir tanesi.
Anglosakson dünyasındaki tartışma
Öncelikle altını çizelim ki kurumsal yönetim kavramının ağırlıklı olarak ortaya çıktığı ve irdelendiği Anglosakson ülkelerinde sermaye piyasalarının son derece gelişmiş olması nedeniyle şirket maliyetleri büyük ölçüde dağılmış ve yönetim, hissedarların adına yetki kullanan profesyonellerin kontrolüne geçmiştir. Bu açıdan kurumsal yönetim tartışmalarının odaklandığı başlıca konu, oldukça karmaşık ve parçalı bir nitelik taşıyan hissedarlar tabanı ile yönetim arasındaki ilişkilerin, güveni pekiştirecek biçimde nasıl yeniden tesis edileceği ve denetim boşluğunun nasıl giderileceği olmaktadır.
Son iki haftayı geçirdiğim ABD'de, devam eden başkanlık kampanyasına rağmen, yazılı ve görsel basında şirketler ile ilgili yönetim, performans ve raporlama haberleri o kadar fazla ki, Türkiye gibi sermaye piyasası sığ, mali sistemi küçük ve saydamlık düzeyi düşük bir ülkeden bakınca ilk bakışta şaşırtıcı. Oysa hem bireysel hissedarlığın sokaktaki sıradan vatandaşa kadar yaygınlaştığı, hem de kurumsal yatırımcıların borsadaki şirketlerin yüzde 59'una sahip olduğu bir ekonomiden sözediyoruz. Sadece halka açık emeklilik fonları bile borsada yüzde 11 gibi bir paya sahip. Bir başka çarpıcı veri de 100 büyük parasal varlık yöneticisi kurumun borsadaki şirketlerin yüzde 52'sine sahip oluşu. Böyle bir hissedar kitlesinin şirket yönetimlerini ve yönetim kurullarını daha yakından izlemesi, sorgulaması ve kontrol etmesinin şirket değerini ve kârlılığını arttıracağına ve riskli yatırımlarla satınalmaları ise azaltacağına inanılıyor. Bu nedenle hissedarları şirketten ve yönetimden uzak tutan mevzuat hükümlerinin değiştirilmesi öneriliyor.
Kurumsal yönetimin tanımı
Dar bir yorumla "şirkette kullanılan öz ya da borç sermayeye rekabetçi bir getiri sağlayacak etkin işletme yönetimi için özendirici yapı ve yöntemler" olarak da tanımlanan kurumsal yönetim, artık şirketin sadece hissedarlar ile değil, toplum ile ilişkisinin düzenlenmesini amaçlayan daha geniş bir çerçevede anlaşılıyor. OECD'nin 1999'da belirlediği gibi, "şirketin yönetim kurulu, üst yönetimi, hissedarlar ve diğer menfaat sahipleri gibi değişik katılımcıları arasında hak ve sorumlulukların dağılımını, kararların alınış usullerini şirket amaçlarının ve bu amaçlara ulaşmadaki performans göstergelerinin tespitini içeren" bir kurallar seti söz konusu. İster dar, ister geniş anlamda olsun bu tanımların tümünde ortak nokta kurumsal yönetimin, hissedarların ve diğer menfaat sahiplerinin çıkarlarına halel getirmeden şirketin gerekli maddi ve beşeri sermayeyi bularak verimli çalışmasını, uzun vadede sürdürülebilir performans ve hissedarlar için kazanç sağlamasını yani şirketin hayatiyetini ve bekasını güvence altına almasının beklenmesidir.
Türkiye'de durum ve aile şirketleri
İşte bu nedenledir ki konu Türkiye için de sanıldığından çok daha fazla önemlidir. Türk ekonomisinin omurgasını teşkil eden aile şirketleri, yönetim ile mülkiyet ayrışmamış olsa da, şirketin uzun vadeli bekası ve hayatiyeti ve kaynak tedariki ve kullanımı açısından kurumsal yönetim ilkelerini yürürlüğe koymak durumunda. Hele ortak arayışı ya da halka açılma hazırlığı gündemde ise bu durum zorunlu hale geliyor. Bir başka deyişle ya istikrarlı yönetim ya da sermaye ihtiyacı, kurumsal yönetim uygulamasını dayatıyor. Üstelik aile içindeki pasif hissedarların beklentilerinin karşılanması, potansiyel ihtilaf ve çatışmaların önlenmesi açısından olduğu kadar yetenekli profesyonellerin şirkete kazandırılması yönünden de böyle açık ve dengeli bir sisteme ihtiyaç yoğunlaşıyor. Farklı menfaat sahiplerini bilgilendirme ve yönetim fonksiyonunun denetlenmesi unsurlarını içinde barındıran bir sistem, ailenin gelecek kuşaklarının da mülkiyeti ve yönetimi devralma süreçlerini kolaylaştıracaktır. Kaldı ki büyük aile şirketlerinde faaliyetlerin genişlemesi ve çeşitlenmesi, sermaye sahibi olan ailenin dışında bir üst yönetimin oluşmasına ve yetkilendirilmesine yol açıyor ki bu takdirde tıpkı halka açık şirketlerde olduğu gibi yönetim üzerinde bir kontrol fonksiyonu zaten gerekli olacaktır.
Türkiye'de aile şirketlerinde genel olarak işletme sermayesinin ve nitelikli yönetici istihdamının yetersiz olduğu düşünülürse, şirketin uzun vadeli amaçlar ve anahtar performans göstergeleri tespit edip değerlemesi, ancak güvenilir bir kurumsal yönetim çerçevesi oluşturmasına bağlı olacaktır. Menfaat sahiplerinin şirket hedefleri ve politikaları, faaliyet sonuçları, mülkiyet yapısı, riskler ve fırsatlar konusunda bilgilendirilmesi, yönetim kurullarının ağırlığının artırılması ve bağımsız üye uygulanmasına başlanması, hissedar hakları, kâr dağıtımı ve hisse devirlerinin açık kurallara bağlanması, denetim ve raporlama ile ilgili standartların yükseltilmesi bu alanda yapılabilecek ilk düzenlemeler olarak sıralanabilir.
Halen SPK'nın yayınladığı kurumsal yönetim ilkeleri ve İMKB'nin oluşturduğu kurumsal yönetim endeksi çerçevesinde konuşulan kurumsal yönetimin, 2008'de başlayacak Basel II kuralları dolayısıyla Türk şirketlerinin gündemine daha fazla girmesi kaçınılmazdır.
Ancak şirketlerin rekabet ortamında bekası ve sürdürülebilir performansı, halka açık olmasalar da, daha saydam, dengeli ve demokratik bir yönetim tarzını benimsemelerini şimdiden gerektiriyor...
Gelecek hafta, kurumsal yönetimin içinin doldurulması ve menfaat sahiplerinin bilgilendirilmesi açısından büyük önem taşıyan raporlama konusuna ve o konudaki gelişmelere değineceğim.
(Kaynak: Dünya Gazetesi | 19.06.2007)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.