Avukatlık mesleğinin amacı, hukuki ilişkilerin düzenlenmesini, her türlü hukuki sorun ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukatlar, bu amaçları avukat sıfatı ile gerçekleştirmeye çalışmalarının yanı sıra zaman zaman hukuk müşaviri olarak da hizmet verirler. Aslında bu iki hizmet birbirinden ayrı olmayıp, birbirlerini tamamlayıcı niteliktedir.
Avukatlık ile hukuk müşavirliğinin farkına ilişkin genel kanıya göre, avukatlık hizmetine sorun çıkmasından sonra ve genellikle dava aşamasında müracaat edilmesine karşılık, hukuk müşavirine daha sorun çıkmadan, bir hukuki ilişki düzenlenirken, örneğin bir sözleşme yapılırken, bir şirket kurulurken müracaat edilmesi şeklinde açıklanabilir. Nitekim bir sözleşmenin veya bir hukuki ilişkinin, daha başlangıçta, kuruluş aşamasında bir hukukçunun süzgecinden geçmesi ve tarafların istek ve iradelerinin sözleşmeye hukukçu tarafından çeşitli ihtimaller de nazara alınarak aktarılması, ileride ihtilaf çıkması ihtimalini azaltmaktadır. Zira hukukçu, hazırladığı sözleşme metinlerinde, taraflar arasındaki ilişkinin önce hukuk kurallarına ve hakkaniyete uygun olmasına çalışacak, sonra o ilişkide çıkabilecek sorunları ve taraflar arasındaki olası menfaat çatışmalarını önleyici veya giderici düzenlemeleri sözleşmeye koymaya çalışacaktır. Bu davranış ise, mikro bazda ihtilaf sayısının azalması ve giderek makro bazda toplumsal huzurun sağlanması yönünde bir işlev ifade edecektir. Bu nedenle ev kiralamaktan kredi almaya, iş yeri açmaktan şirket kurmaya kadar her türlü hukuki ilişkilere giren kişilerin, daha başlangıçta Avukatlık veya hukuk müşavirliği hizmeti almalarının kendilerine sağlayacakları yarar, tartışılamaz. Hele bu yararın, hizmet verene ödenen bedeli, uzun vadede çok aşacağı hiç tartışılamaz.
Biz toplum olarak, bu tür hizmetler almayı pek sevmiyoruz. Davamız olmadan bir hukukçuya müracaat etmeyi, bir vergi incelemesi veya vergi idaresinin zorlaması olamadan bir mali müşavirle çalışmayı, bir yerimiz ağrımadan doktor kontrolünden geçmeyi, dişimiz çürümeden dişçiye gitmeyi pek istemiyoruz. Ancak bu davranış biçimi,uzun vadede sağlıksız yahut sorunlu bir toplumu veya toplumsal ilişkileri ortaya çıkartıyor.
Hukuki alanda çıkan ihtilaflara, yayınlanan mahkeme kararlarına bakıldığında, yukarıda söylediklerimizi çok rahat görebiliyoruz. Davaların pek çoğu, başlangıçta bir hukukçu ile birlikte davranılmamış, hukuki ilişkilerin yürürlükteki hukuktan yeterince yararlanılmamış olmasından kaynaklanıyor. Bütün bu gerçekler, aynı zamanda yargının da iş yükünü arttırmakta, davaların geç sonuçlanmasına yol açmaktadır.
Avukatlık Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle, bu sakıncalar giderilmeye çalışılmış ve Ticaret Kanunu'nda öngörülen sermayenin beş katından fazla, bir başka deyişle bu gün için 250.000 YTL’den fazla sermayeli anonim şirketlerle, üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatiflerine sözleşmeli bir avukat bulundurma zorunluluğu getirilmiştir. Bu zorunluluk, 10.5.2001 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan ve Avukatlık Kanunu'nda çeşitli değişiklikler öngören 4667 sayılı Kanunla ihdas olunmuş ve 6 Kasım 2001 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Kanunda bu zorunluluğa uymayan şirketler ve kooperatiflere, mahallin en büyük mülki amiri tarafından her ay için, suç tarihinde geçerli asgari ücretin bir aylık brüt tutarı kadar para cezası uygulanması öngörülmüştür.
Tahsili konusunda, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un uygulama alanı bulacağı bu cezanın itiraz mercii sulh ceza mahkemeleri, itiraz süresi ise 7 gündür. Ancak uygulamada şirketlerin bu yükümlülüklerini yerine getirmede isteksiz davrandıkları, yapılan şikâyetler konusunda ise mülki amirlerin uygulamada tereddüt içinde kaldıkları ve yükümlülüğe sahip çıkmadıkları görülmektedir. Adalet Bakanlığı'nın konunun üzerine gitmesi zorunludur. Ancak burada belki, sermayeye ilişkin rakamsal sınır yerine veya ortak sayısı yerine, Şirketlerin yapıları veya nitelikleri nazara alınarak ölçütler oluşturulsa, daha yerinde olurdu. Örneğin, toplu iş sözleşmesi kapsamında iş yerine sahip şirketler veya halka açık anonim ortaklıklar gibi ölçütler, her zaman için daha sağlıklı sonuçlar vermektedir.
Öte yandan yasal düzenlemenin açık olmaması ve bu konuda Barolar Birliği veya Adalet Bakanlığı'nca bir açıklama yapılmamış olması da, uygulamada pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. Bu sorunların bazılarını belirtelim. Örneğin her biri sınırı aşan sermayeye sahip bir grup şirket, aynı holding yapısı içerisinde Avukatlık Hizmetini Holding aracılığı ile sağlıyorsa, bir başka deyişle holding, kendi avukatları aracılığı ile bağlı şirketlere bu hizmeti sunup, giderleri de ilgili şirketlere fatura ile paylaştırıyorsa, diğer şirketler açısından bu zorunluluğa uyulmuş sayılacak mıdır? Burada kastedilen sözleşme, hizmet sözleşmesi midir, danışmanlık sözleşmesi midir yoksa vekalet sözleşmesi midir? Sözleşmede avukatın iş tanımı ne olacaktır. Şirket, ödenen bedel kapsamında, ileride doğabilecek ve konusu birkaç milyonluk bir ihtilafa da avukatın, bu sözleşme kapsamında bakmasını da isteyebilecek midir? Tasfiye halindeki şirket veya kooperatifler için de böyle bir zorunluluk var mıdır?
Bütün bu sorunların yanıtlarının, Barolar Birliği'nce ve/veya Adalet Bakanlığı'nca, ilke kararları ile veya tebliğlerle açıklığa kavuşturulmasında, ileride şirketlerle avukatlar arasında çıkabilecek ihtilafların önlenmesi ve ayrıca ceza uygulamasında yeknesaklığın sağlanması açısından yarar vardır.
(Kaynak: Referans Gazetesi | 11.06.2007)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.