Kamu borçları süresinde ödenmediği takdirde idare, "Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun"a göre cebri takibe geçer. Cebri takibi başlatan işlem, ödeme emridir. Bu işlem, borçlulara 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları gereğini içeren bir "ödeme emri"nin tebliğ olunmasıdır.
Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, hiç şüphesiz bu idari işlem aleyhine idari yargıda (vergi mahkemelerinde iptal davası) açabilir. Ancak cebri tahsil aşamasının borcun kesinleşmesinden sonra gelmesi sebebiyle açılacak böyle bir davada borçlunun savunma araçları kısıtlıdır. Borçlunun böyle bir davada ileri sürebileceği savunma konuları ancak, borcun daha önce (nakden veya mahsuben olmak üzere) tamamen veya kısmen ödendiği, borcun vadesinin henüz gelmediği, borcun zamanaşımına uğradığı, borcun terkin edildiği, borcun henüz tahakkuk etmediği, tahakkuk için gerekli tebligatların hiç yapılmadığı veya usulünce yapılmadığı şeklinde olabilir.
Ödeme emirlerine karşı açılacak davalarda, dava açma süresi 6183 sayılı kanunda özel olarak düzenlenmiştir. Bu düzenleme özel hüküm niteliği taşıdığından "İdari Yargılama Usulü Kanunu"nun 30 günlük genel dava açma süresi uygulanmaz. Dolayısıyla ödeme emirlerine karşı açılacak davalarda süre, tebliğ tarihinden itibaren 7 gündür. Ancak bu sürenin kısalığı uygulamada pek çok soruna yol açmaktadır.
Her şeyden önce sürenin kısalığı davaların yanlış açılmalarına yol açmaktadır. Örneğin üç ayrı yıl ile ilgili olarak düzenlenen KDV ve Kurumlar Vergisi alacaklarına ilişkin ödeme emirleri için ortak dava açılmaktadır. Davaların yanlış açılması bazen davanın reddi suretiyle hak kaybına yol açtığı gibi, bazen de -örneğimizdeki gibi hallerde- 30 gün içinde yeniden dava açılması hakkını veren dilekçe ret kararları ile sonuçlanmaktadır. Bu da davanın süresini daha başlangıçta ortalama 50 gün uzatmaktadır. Bezen mükellefler, çok sayıda ödeme emrine karşı süresinde dilekçe hazırlayamayacaklarından veya gerekli delilleri bu sürede oluşturamadıklarından, kasten bu yola gitmekte ve bu yolla zaman kazanmaktadırlar. Her ne kadar mükellefler kendileri açılarından haklı görülseler de ortaya çıkan sonuç kanunun dolanılmasıdır.
Bence mükellefleri hem hak kayıplarından kurtarmak hem de bu yollara gitmek zorunda bırakmamak için ödeme emirlerine karşı açılacak davalarda, dava açma süresini uzatmakta yarar vardır. Bunun için ise 6183 sayılı kanunda değişiklik yapılması gerekmektedir. Hatta mevzuattaki karmaşayı ortadan kaldırmak için süre düzenlemesini İdari Yargılama Usulü Kanunu'na taşımakta da yarar vardır.
Öte yandan kamu borçlularına gönderilen ödeme emirleri, anayasal buyrukları karşılar şekilde de düzenlenmemektedir. Çünkü ödeme emirlerinde genellikle, bu işleme karşı başvurulacak yargı mercii belirtilmemekte, başvuru süresi de yazılmamaktadır.
Oysa anayasamızın 40. maddesinin 2. fıkrasına göre “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvurulacağını ve sürelerini belirtmek zorundadır”.
Bu madde karşısında, devletin bir kurumu olan vergi dairesi tarafından düzenlenen ödeme emrinde, bu işleme karşı başvurulacak kanun yolu veya varsa idari makamın ve başvuru sürelerinin gösterilmesi gerekmekte olup, bu gereklilik idari makamların takdirinde olmayıp, en üst hukuki norm olan anayasanın bağlayıcılığının bir sonucudur.
İdarenin anayasanın yukarıda aktardığımız hükmüne rağmen dava açma süresi konusunda borçluları uyarmadığı durumlarda ve davanın süresinden sonra açıldığı hallerde, süre aşımı def’isini ileri sürememesi veya mahkemelerin süre aşımı dolayısıyla davanın reddine karar verememesi gerekir.
Nitekim ödeme emrine karşı dava açma süresi geçirildikten sonra açılan bir davayı reddeden mahkeme kararı, Danıştay 4. Dairesi'nce, yukarıda aktardığımız anayasa hükmüne dayanılarak bozulmuştur.
Danıştay 4. Dairesi E: 2005/2134 K: 2006/2156 sayı ve 13.11.2006 tarihli kararında, anayasa hükümlerinin kural olarak doğrudan uygulanacak hükümler olmadığına, genellikle bir uygulama kanununa ihtiyaç olduğuna, ancak anayasanın ayrıntılı biçimde düzenlediği konularda uygulama kanununa gerek olmadığına, hatta mevcut kanunlarda anayasaya uygunluk için değişiklik yapılması gerektiği hallerde dahi, ayrıntılı anayasa hükümlerinin doğrudan uygulama alanı bulacağına, nitekim Anayasa Mahkemesi kararlarının da bu doğrultuda olduğuna, dolayısıyla anayasanın 40/2 maddesinin yasal düzenleme gerektirmeksizin doğrudan uygulanabileceğine hükmetmiştir. Son derece karmaşık mevzuat karşısında bireylerin hak arama özgürlükleri ile hak ve özgürlüklerinin korunması açısından idarenin bu anayasal buyruğa uymadığı durumlarda, idarenin hak arama hürriyetini sınırlandırdığının kabulünün gerektiği ve bu gibi hallerde dava açma süresinin geçirildiğinden söz edilemeyeceği gerekçesiyle, davayı süre aşımından reddeden yerel mahkeme kararını bozmuştur.
Bu kararı, hem idarelerin gerekli dersi çıkartması hem de hukuk devletinin yaşama geçirilmesi adına önemli bir adım olarak görüyoruz.
(Kaynak: Referans Gazetesi | 07.06.2007)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.