Vakıflar kurumlar vergisi açısından kendileri vergi mükellefi değildir. Ancak iktisadi işletmeleri varsa bu iktisadi işletmeleri itibarıyla vergi mükellefi olurlar.
Vakıflara vergi muafiyeti tanınmasının anlamlı hale geldiği en bariz durumlar vakıf mal varlığında yer alan gayrimenkullerin emlak vergileri ve yeni bir gayrimenkul alımında tapu harcı anlamında gündeme gelir. Bu durumda vakfın vergi muafiyeti varsa emlak vergisi ve tapu harcı ödenmez. Ayrıca bazı teslimlerindeki KDV avantajı da sayılabilir.
Bakanlar Kurulunca vakfa vergi muafiyeti tanınmasının bir diğer önemli yanı ise bağış ve yardımlar açısındandır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi vakıfların temel gelir kaynaklarından birisi de yapılan bağış ve yardımlardır. Vakfa vergi muafiyeti tanınmamışsa 20 TL’den fazla bağış yapan bunu vergi matrahından indiremez. Vergi muafiyeti tanınan bir vakfa bağış yapıyor ise burada dönem kazancının yüzde 5’lik bölümüne kadar olan tutarı vergi matrahından indirebilir. Dolayısıyla vakfa vergi muafiyeti tanınmasının ikinci önemli yararı budur. Zaten belirttiğimiz bu iki temel yarar nedeniyle vakıflar açısından Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınması önemli bir avantaj haline gelmektedir.
Gelirin harcanmasında temel kriterler
Vakfa vergi muafiyeti tanınması ve devam ettirilmesi gelirin harcanması koşuluna bağlanmıştır. Konuya ilişkin düzenlemenin yer aldığı Genel Tebliğ uyarınca; “Yıl içinde elde edilen brüt gelirlerin en az üçte ikisinin sağlık, sosyal yardım, eğitim, bilimsel araştırma ve geliştirme, kültür ve çevre koruma ile ağaçlandırma faaliyetlerinden oluşan amaçlara harcanacağının yazılı olması ve son bir yılda bu koşulu fiilen yerine getirmiş olması ve vergi muafiyetinin devamı süresince de bu şarta uyulması gerekir.”
Burada kritik birkaç konu bulunmaktadır. Birincisi; gelirin tahakkuk eden tutar mı, yoksa tahsil edilen kısım itibarıyla mı dikkate alınacağıdır. İkinci konu ise bir önceki dönemde harcanması zorunlu olmayan üçte birlik kısımdan artan tutarların ertesi yıl harcanmasının zorunlu olup olmadığıdır.
Hemen söyleyelim; birinci kısım itibarıyla muhasebenin tahakkuk esasına göre tutulması ve tahakkuk eden gelir tutarının üçte ikilik bölümünün harcanması gerekir. Burada uyulması gereken kural tek düzen muhasebe sistemi ve Vergi Usul Kanunu’nun konuya ilişkin hükümleridir. Elbette önemli bir tahsilat sorunu ortaya çıkması durumunda bu kısma ilişkin ya karşılık ayrılması ya da düzenlenen rapor ile haklı bir gerekçe gösterilmesi durumunda bu kısmın harcanacak tutardan düşülmesi yoluna gidilebilir. Ancak bunun için sağlam kanıtlar veya gerekçeler olması gerekir.
Gelelim ikinci soruya; yani bir önceki yıl şarta uyulduğu, gelirin üçte ikilik bölümü amaca harcandığı halde kalan üçte birlik bölümden devreden bir gelir fazlası olursa bu tutarın ertesi yıl gelirlerine dahil edilip edilmemesi konusuna; burada normal şartlarda olması gereken, tebliğde ilgili yıl geliri denildiği için devreden bu tutarın dikkate alınmaması gerekir. Aksi durum yıllık gelirin değil yıllık vakıf servetinin üçte ikisinin harcanması gereği gibi bir anlama gelir ki, amaçlananın bu olmaması gerekir. Böyle bir amaç öngörülmüş olsaydı, bunun da tebliğde açıkça belirtilmesi ve ifadelerin ona göre düzenlenmesi gerekirdi.
(Kaynak: İto Gazetesi | 07.09.2013)
>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.
>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.
>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.